İşte ölümsüz gerçek: “Her canlı ölümü tadacaktır.” (Âl-i İmran, 3/185) “Sonunda bize döndürüleceksiniz.” (Ankebut, 29/57) Aykut Ağabey (14 Ocak 2022) Hakk’a yürüdü. Mekânı cennet bahçelerinden bir bahçe olsun. Aziz milletimizin başısağolsun.
Ana rahminden çıktık pazara/Bir kefen aldık döndük mezara
İşte dış âlemde görülen hayatın kârı kazancı. Eğer hayat bundan ibaretse hiç de yaşanacak bir şey değil. Heva ve heves peşinde koşularak elde edilen hiçbir zevk doyumsuz değil. Önemli olan güzel işler yapabilmek, hayırla anılmak ve Hakk’ın rızasına ermektir.
Aykut Ağabey, daha liseli yıllarından itibaren, elinden geldiği ve gücünün yettiğince güzel işler yapabilmek için mütemadiyen uğraştı, didindi, çırpındı. Büyük bir davayı üstlendi, ömrünü davasına vakfetti. Necip Fazıl’ın “Bu dava hor, bu dava öksüz” dediği büyük dava. Kıbrıs, Kudüs, Türkistan davaları…Müslümanların perişan hali. Karşılaştığı büyük sıkıntılara rağmen davasından asla vazgeçmedi. “Davamız dedi, arkadaşlarım” dedi.
Edibali ismini İstanbul’a ayak bastığımız 1969 yılından itibaren duymaya başlamıştık. Değerli kardeşim Yusuf Erkoç, onun fikir ve projelerinden sıkça söz eder, yakın zaman içinde haftalık bir mecmua çıkarılacağı haberini verirdi. Beklenen mecmua 1970 Şubatında yayın hayatına atıldı.
Aykut Ağabey ile başta karşılıklı oturarak yakından tanışma imkânımız olmamıştı ama ilk tanışıklığımız handiyse mecmuanın ilk sayısında yayınlanan “Neden Çıkıyoruz?” başlıklı başyazıyla olmuştu. O başyazıdaki samimiyet, okuyan herkesi cezbettiği gibi bizi de etkilemişti.
Darbeler, cuntalar, muhtıralar, devşirme kadrolar, hırsızlıklar, yolsuzluklar… Her gün darbelenen ahlak, horlanan bir din, unutturulmaya çalışılan muhteşem tarih… Siyasi buhran, iktisadi buhran, hayat pahalılığı, hükümet krizi, yönetim krizi… Kriz üstüne kriz, saldırı üstüne saldırı. Biri bitmeden öbürü başlıyor. Milli kadrolar, millet düşmanlarıyla böyle bir alanda mücadele edecekler.
RUHLARDA İNKILÂB
Peki, bu hep böyle gidebilir miydi? Elbette gidemezdi. Görmezden gelinemezdi, neme lazım denilemezdi, kötü gidişata dur denilmeliydi. Bu milletin öz evlatları işin kolayına kaçamazdı, zor olanı ama şerefli olanı, milletin mücadelesini seçmeliydiler, sorumluluk üstlenmeliydiler. Bu millettenmiş gibi gözüken gayrı milli unsurlardan, onların, milleti yok oluşa sürükleyen icraatlarından şikâyet etmekle yetinilemezdi. Gerçek kurtuluş ve yeni bir şahsiyet inşası için ruhlarda inkılâb yapılmalıydı.
Aslında Türkiye bir medeniyet problemi yaşıyordu ve bütün buhranın sebebi bu idi. Bu anlamda memleketin yeni bir ruhla bir yeniden milli mücadeleye ihtiyacı vardı. Milli kadrolar öncülüğünde, milli ve manevi hayat tarzını ihya edecek bir kurtuluş mücadelesi verilmeliydi. Ve esasen 1920’ler mücadelesinin hedefleri de istenilen düzeyde gerçekleşmemişti. O sebeple mecmuanın adı Yeniden Milli Mücadele olmuştu.
Cenaze namazı için Hacı Bayram Camiine gidiyordum. Yolda telefonum çaldı. Arayan Hasan Erden idi. Başsağlığı dileklerini ilettikten sonra önemli bir hatırlatmada bulunarak: Ashâb-ı Kirâm, sabahleyin bir cenaze ile karşılaştıklarında, akşamleyin biz de size kavuşacağız, akşam bir cenaze ile karşılaştıklarında, sabahleyin biz de size kavuşacağız derlermiş, dedi. Sorumluluk duygusuyla unutulmaması gereken şey Hak ve ölüm idi.
Bu özellik arkadaşlarımıza Aykut Ağabey’den intikal etmişti. En zor zamanlarında, en sıkıntılı anlarında dahi size memleket meselelerini hatırlatır “Aman elinizden geleni yapın” der, “Allah gayretinizi artırsın” diye dua ederdi.
Kemal Yaman ağabey aynı şeyi anlatmıştı. Annesinin vefatında başsağlığı için telefonla aramış, karşılıklı iyi dileklerden sonra: “Aman Kemalciğim, memleket meseleleriyle ilgileniniz, çevrenizde gerekli uyarılarınızı yapınız” demişti. Ki, annesinin vefatında bile davasını unutmuyor “memleketim, vatanım” diyordu.
GENÇLER! SİLAHLI MÜCADELEYİ DURDURUN
Öğrencilerim dediği arkadaşlarımızın üstüne tam bir Ağabey gibi titrer, hiçbirinin bir tek kılına bile en ufak zarar gelsin istemezdi. Onun bu hassasiyeti, binlerce genci yetmişli yılların organize anarşi ortamından uzak tutmuş, kendini “sağ-sol” olarak niteleyen gençliğe: “Gençler! Silahlı Mücadeleyi Durdurun” çağrısı yapmıştı. Çünkü yapılan bu savaş, milletimizin savaşı değildi, istihbarat örgütlerinin Türkiye’yi yok etmek için organize ettikleri kirli bir savaştı, bizim için “kör dövüşü” idi. Henüz kendisi bir genç iken, gençliğe çağrıda bulunarak mücadeleye atılmıştı.
Her birimiz anne-babamız için birer umuttuk, üniversite tahsili yapan gençlerdik. Kimimiz sağlıkçı, kimimiz hukukçu, kimimiz eğitimci, mühendis olacaktık. Elimizde bir öğrenci pasosu vardı. Gerekirse memleketin kurtuluşu için onu yırtar, domates-biber satarak geçinebilirdik. Aykut Ağabey, söylediği gibi bu uğurda her türlü fedakârlığı yapmış, asla mevki, makam, mansıp peşinde koşmamıştır. Mesela, akademisyen olmayı isteseydi, kültürel birikimi bunu fazlasıyla başaracak kapasitede idi. Cenaze namazına katılanlar, hüsnü şehadette bulunurken bunu ifade ediyorlardı.
Aykut Ağabey, tartışmasız iyi bir düşünür ve fikir adamıydı. Eline aldığı bir kitabı o gece okumadan uyumazdı. Türkiye öncelikle kültürel alanda kalkınmalıydı. Akaid çalışmalarına bunun için öncelik verdi. Matbaa kurdu, en hayati meseleler üzerine kitaplar yazdı. Binlerce makale yayınladı.
TEORİSYEN VE PRATİSYEN
Türkiye’nin millileşmesi ve davanın zaferi için kültürel faaliyetler yanında siyaset yapmak da bir yoldu, bir imkândı. Bunun için siyasi hayata atıldı ancak oy avcısı değildi. Bu anlamda siyasette başarılı olamadı ama fikirleriyle, yetiştirdiği öğrencileriyle her alanda memleket hayatına katkı sağladı. Mesela, birilerinin sahiplenmeye çalıştığı “Milli Partiler İttifakı” projesinin hem teorisyeni hem de pratisyeniydi. Yetmişli yıllarda, Yeniden Milli Mücadele mecmuasıyla kamuoyuna duyurduğu bu görüşünü, 1991 seçimlerinde hayata geçirdi ve millete iktidar yolunu açtı.
Aykut Ağabeyin çalışmaları ve eserleri bu sütunların sınırlarını çok çok aşar. Bu yönüyle Edibali, küçük çaplı tezlerin ilerisinde, üniversite ve akademisyenlerin araştırma yapacakları çapta bir liderdir.
Hayatıyla, kitaplarıyla belgesellerin konusudur. Umulur ki, onun fikirleri derlendiğinde, yeni nesiller gerekli istifadeyi temin ile tuzaklara düşmeden geleceğin Türkiye’sini ona göre inşa ederler.
GÖNÜL ADAMI
Merhametli, gönül adamıydı. Noter olarak Ankara’ya geldiğim yıllarda bir vekâletname ihtiyacı olmuş. Arkadaşlar “İsmail Beyi getirir, imzanızı burada aldırırız” demişler. Aykut Ağabey bu teklifi nezaketle reddederek, “İsmail’in noterliğine giderim, çayını içer, imzamı da orada atarım” demiş. Bunu duyduğumda çok duygulanmıştım. Dediği gibi yapmış, çalıştığım noterliğe gelmişti. Daha sonraki vekâlet işlemlerinde imzasını mahallinde almaya çalışmıştım.
Mevla’m bu büyük dava adamına rahmetiyle muamele etsin ve mekânı cennet bahçelerinden bir bahçe olsun. Buradan kederli eşine, yavrularına, sevenlerine ve bütün milletimize başsağlığı dileklerimi iletiyorum.