Osman Bey’in aşiret reisliğinden uc beyliğine, oradan beyliğe ve nihayet devlete geçişi pek yeni olduğundan, buna devletten devlete miras demek yerine belki babadan oğula miras demek daha doğru olabilir. Orhan Bey, babasından aldığı mirası aynen devam ettirmiş ve onun vasiyetine uygun icraat yapmıştır. Ve artık Orhan’dan itibaren akıllı siyaset çerçevesinde devletin temel politikaları, diplomasi yolları, komşu beylik ve devletlerle ilişkilerin nasıl yürütüleceğine dair kanun ve teamüller hızla teşekkül etmeye başlamıştır.
Osman Bey, oğlu Orhan’ı kendi sağlığında tecrübeli kumandanlar Akça Koca, Konuralp ve Köse Mihal ile seferlere gönderip onu beylik için hazırlamıştır.
“Oğul! Bil ki bizim mesleğimiz Allah yoludur ve maksadımız da O’nun dinini yaymaktır. Bizim davamız kuru bir kavga ve cihangirlik davası değil, i’lâ-yı kelimetullahdır, Allah’ın dinini yüceltmektir” diyor; oğluna daima İslâm’ın hükümlerine riayet etmeyi, emrindekileri gözetmeyi ve ihsanda bulunmayı vasiyet ediyordu.
GÜÇLERARASI MUVAZENE
Şüphesiz ki bunlar Osman Bey’in çok önemsediği kanun ve kurallardı. Devletin kuruluşunda ve kararlarında Osman Bey ve beraberindeki uc beyleri gaza kuralları hakkında din âlimlerine danışıyor ve uygulamada onların dışına çıkmamaya çalışıyorlardı. Kayınatası Edebâli ve Dursun Fakih, Osman Gazi’nin danışmanları idi. İstişare ve karar organları birlikte hareket ediyor ve böylece devlet maddî-manevî güç muvazenesi çerçevesinde yürüyordu.
Orhan Bey zamanına dair bazı belgeler, Orhan’ın da babası Osman Gazi gibi İlhanîlerin yüksek hâkimiyetini tanıdığını ve onlarla zıtlaşma yoluna gitmediğini göstermektedir.
Orhan, Bizansla savaşan Aydınoğlu Umur Bey ile iyi ilişkiler kurmuş, İznik’in fethiyle İslâm dünyasında şöhreti artmış, Irak Celâyirli Sultanı Hasan-ı Büzürg ile dostça ilişkiler geliştirmiştir.
Orhan Bey, Gazi Umur Bey’in tavassutu ile Bizans’ta taht kavgası yapan Kantakuzen’e yardım etmiş, onun oğlu Mateos’u Sırpların elinden kurtarmış ve Kantakuzen’in damadı olmuştur. Orhan daha sonra Genç Andronikos’un da damadı olmuştur.
SULTAN MURAD’IN BÜYÜK MİRASI
Sultan I. Murad’ın, babası ve dedesinden devraldığı mirası yerli yerinde ve tam bir şuurla tatbik ettiği uygulamalarında açıkça görülmektedir. İslâm’ın hoşgörüsü, müsamahası, dinde zorlama yoktur prensibi sonucu, Rumeli harekâtı fazla bir dirençle karşılaşmadan Balkanların fethiyle sonuçlanmış ve buralar kısa sürede Türk-İslam mührüyle damgalanmıştır.
Öte yandan devletlerarası ilişkiler de, önceki uygulamalara paralel olarak düşmanı çoğaltmamak ve dostları artırmak şeklinde yürütülmüştür. Ayrıca İttifaklar izdivaçlarla kuvvetlendirilmiş ve veraset yollarından istifade edilmiştir.
Karâbet maksadıyla gerçekleşen bu izdivaçları dillerine pelesenk eden bazı kesimler, ciddi bir araştırma yapmaksızın buradan hareketle yanlış sonuçlara varmak istiyorlar. O zamanların anlayışına göre pek tabii sayılan bu yolla krallar, prensler ve prensesler, denkleri sayılan kıral, prens ve prenseslerle evleniyor veya evlendiriliyordu. “Güzel” lakaplı Fransa kıralı Filip (Philippe), İngiltere ile yaptığı on yıllık savaşı bitiren andlaşmayı imzalarken kızının İngiliz kraliyet ailesinden bir prensle evlenmesini şart koşmuş ve bu evlilik gerçekleşerek Filipin kızı İngiliz kıraliçesi olmuştur. (Gelecek hafta, İttifak-İzdaç İlişkileri.)