3
1-Personel:
Anılan okulların personel kadrosunu yukarıda açıkladık. Bu tür okulların üç-beş adedinde hepsi bir arada olan bir müdür, bir memur, bir veya iki hizmetli yeter de artar bile. Ama ne yazık ki ayrı ayrı okullar olduklarından her biri yaklaşık aynı kadrolara sahiptirler.
Burada, müdürlerin en çok 18 saat yerine 6 saat derse girmeleri ders okutarak alacakları en fazla 12 saat ders ücreti yerine ders okutmadan 18 saat ücret almaları bu müdürlerin öğretmenlik yapmaları halinde verecekleri hizmete kıyaslanınca yükün niteliği kendiliğinden ortaya çıkar.
Bu okullardaki öğretmenler, branşlarında doldurmaları gereken haftada 18 saatlik dersi dolduramıyorlar. 18 saat okutup alacakları maaşı daha az derse girerek alıyorlar. Bu malî bir kayıptır devlet için çünkü aynı branştan dersleri hemen yakındaki bir il veya ilçede devlet ücret vererek okutturuyor. Bunun yanı sıra branşında yeteri kadar derse girmeyen öğretmen branşı olmayan derslere de girip ücret alıyor. Yine bu tür dersler, il ve ilçelerde, öğretmen fazlalığından maaş karşılığı doldurulamıyor. Bir tarafta, maaş karşılığı doldurulamayan bir ders, diğer tarafta ücretle branştan olmayan öğretmenlere okutturuluyor. Aksi de olabiliyor. İl ve ilçe merkezi okullarında, ücretle okutulan dersler var. Aynı branştan, merkez dışı okullarda öğretmenler maaş karşılığı okutacak ders bulamıyor.
Branş dışı ücretli ders okutmanın en az iki türlü zararı var: Birincisi ekonomik; devlet fuzulî ödeme yapıyor. İkincisi branş dışı ücretli okutulan dersten öğrenci yeteri kadar yararlanamıyor. Zira öğretmen buran dışı ders verdiğinden faydalı olamıyor.
Bu problemlerin önlenmesi ya bu okulları birleştirmek veya il ve ilçe merkezindeki okullara ilâve etmekle mümkün olur. Aksi halde, dengesizlik ve bozukluk peşimizi gölgemizden daha yakın takip eder. Memur ve hizmetlilerin durumları da malî külfeti artırır. Böylesi üç okula bir memur ve bir hizmetli yeterken her okulda en az bir memur ve bir hizmetli çalışmak zorunda.
2-Alt yapı:
Bu okulların eğitim öğretim yaptığı binaların dördüne, beşine, birden yapılan masraftan çok daha az masraflı yapılmış bir bina aynı eğitim öğretim imkânını sağlar.
Biz bu kanaatteyiz.
Yine bu binaların ısınması, aydınlatılması da aynı nispette masraflı olur.
Diyelim ki bu okulları şehirlere taşıdık. Müdürlerini öğretmenliğe başlattık, bütün personel ve öğrencilerini uygun okullarda birleştirdik veya il ve merkezî okullarına taşıdık. Geri kalan boş binaları ne yapmalıyız? Böyle bir soruya şu cevap uygundur: Kiralıklar zaten sahibine kalır. Devlete ait olanlarsa iki şekilde değerlendirilebilir:1-Köy konağı olarak devredilebilir.2- Satışa çıkarılır. Satış muhitine göre “kapalı zarf, açık artırma veya pazarlık usulü yapılabilir.
7-SONUÇ:
Buraya kadar anlattıklarımızı kısaca özetlersek:
1-Türkiye’nin tamamına şamil programı, yeniden hazırlamak veya ıslah etmek. Bu program gereğince okulların cinsine göre hazırlanmış tam tekmil düzenlenmiş yıllık planları basılı olarak okullara gönderip uygulanmasını sağlamak.
2-Her dersin öğretmeni tarafından yapılan yazılı ve sözlü imtihanları kaldırmak; imtihanları merkezî hale dönüştürmek, imtihan yapıldıktan sonra evrakını ve sonucunu ilgili okullara ayrı ayrı göndermek uygulamalı ve projeli imtihanları branş öğretmenine bırakmak.
3-İmtihanların külfeti, ders okutan öğretmenlerin üzerinden alındığı için onların verimli ve velut öğreticiler ve eğiticiler olmasını sağlamak.
4-Öğretmenlerin tayin ve terfi işlemlerini gösterdikleri başarı durumuna göre yapmak (Projeli ve uygulamalı ders öğretmenlerinin bu durumu ayrı bir değerlendirmeye tabi tutulur .)
5-İl ve ilçe merkezi dışındaki okulların, sağlıklı eğitime kavuşturulmaları için ya onlarım uygun bir çatı altında birleştirmek veya il ve ilçe merkez okullarına nakletmek.
6-Bu okulların devlete olan malî yükünü okulların 5.bölümde belirtildiği ve daha önce de açıklandığı gibi en aza indirmek veya ortadan kaldırmak gibi işlemlerin orta eğitimde birliği sağlayacağına inancımızı tekrarlamış olalım. Ayrıca eğitim ve öğretimde, birliği sağlamaktan başka eğitimin öğretmen- öğrenci, Öğretmen –veli, öğretmen –okul müdürü arasındaki ilişkilerde sağlığına kavuşur. Kimse birbiri hakkında mesnetsiz konuşmamış olur.
Böyle bir uygulamada, insan, önce vicdanen sorumluluk duymalı vazifeyi tam yapmalıdır. Kısaca, vazife anlayışımızı şahsilikten milliliğe inkılap ettirmeliyiz. Bu yapılırsa başarısızlık için hiçbir sebep kalmaz.
Yine böyle bir uygulama kimleri başarılı kılar? Onu da kısaca belirtelim: Öğretmenler, öğrenciler, veliler... zincirleme devam eden bu başarı topyekûn millî bir başarı olur. Bundan da Büyük Türk Milletinin istikbali, kârlı çıkar zira temeli kültür olan bu devleti ancak ve ancak kültürlü, istidatlı, kabiliyetli nesiller başarıya ulaştırır.
Böyle bir başarıya varabilmek amacıyla kaleme aldığımız yazı konusunun ilmî bir şekilde ele alınmak suretiyle mümkün olacağı düşünce ve kanaatinde olduğumuzu tekrar ifade edelim.
Görev Millî Eğitim Bakanlığının uhdesindedir. Bu konunun araştırması ve millî bilançosunun çıkarılması bir kişinin yapacağı iş değildir. Ancak Millî Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığının kısa süreli geniş çaplı bir inceleme ve araştırma yapması kanaatimizi şüphesiz ki teyit edecektir. Bu konuya ait dokümanlar Bakanlıkta mevcuttur. Yapılacak iş dokümanları bir araya getirmek, karşılaştırmak ve sonuç çıkarmaktır. Yapılan inceleme belki bizi tekzip eder, etsin. Bundan bir şey çıkmaz. Önemli olan nerede, ne zaman, nasıl olduğumuzu bilmektir. Bakanlık da bunu bilmiş olur. Kötü mü?
“Türk Millî Eğitiminin amacı, öğrenciyi (1) kültürel (2) sosyal (3) ekonomik ve (4) kişisel yönden geliştirmektir.” (İ. E. Başaran, Eğitim Psikolojisi, Ayyıldız Matbaası A.Ş. Ankara M.E.B. Öğretmen Okulları Genel Müdürlüğü Öğretmeni iş Başında Yetiştirme Bürosu Yayınları 22. Sayfa)
Yine a.g.e. 18. sayfasında, Kültür ise bir ulusun dil, din, yaşama, gelenek, görenek ve sanat değerlerini içine alan bir terim olarak kullanılmıştır. Eğitim, yeni kuşağa ulusun uygarlık ve kültür değerlerini devreden iki hususa önem verir ...” denmektedir.
Başka bir kitapta “Zira her cemiyet, eğitim sistemiyle genç nesli yetiştirme, genç nesli, kendi millî kültürünü, en önemli kaynak olarak kabul etmiştir.” denmektedir. (Eğitim sosyolojisi, Akdemir Hasan, Öğretmeni işbaşında yetiştirme Bürosu yayınları s.13)
Millîlik deyince, millîlik vasfının nelere bağlı olduğu herhalde anlaşılmaktadır çünkü bir ağaç kabuğundan doğmadık. Mazimiz oldu, halimiz var, istikbalimiz de olmalı hem de parlak olmalıdır. Bu da kelimenin gerçek anlamıyla Millî Eğitimle mümkün olur. Bu iş samimi bir cehd ile başarılır kanaatimi taşıdığımızı ifade etmekten kendimi alıkoyamıyorum.
Millî Eğitim siyasetimizin ana hatları şöyle olmalıdır: ...Bizim takip edeceğimiz millî eğitim siyasetinin temeli evvela mevcut cehli ortadan kaldırmaktır. Bütün köylüye okumak yazmak ve vatanını, milletini, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafî, tarihî ve ahlâkî bilgiler ve hesap öğretmek maarif programımızın ilk hedefidir. Bu hedefe varmak maarif tarihimizde mukaddes bir merhale teşkil edecektir. (Atatürk, Türk Gencinin El Kitabı, s,58-59, başbakanlık Basın Yayın Genel Müdürlüğü, Millî Eğitim Basımevi, İst.1973)
Yukarıya aldığımız iktibaslardan anlıyoruz ki eğitim, genç nesle, milletin medeniyet ve kültür-millî- değerlerini aktaran mukaddes bir iştir. İşin başarılması bu kutsiyete inanmakla ve bu inançla çalışmakla doğru orantılıdır.
Yine bu görev Millî Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığımız dahil olmak üzere başta eğitim camiasına ve sonra her millet ferdine düşen bir görevdir.
Millî Eğitim Sistemimiz sağlığına kavuşunca Üniversiteye girmek için özel sınavlara da gerek kalmayacak, okul başarısına göre öğretmenler kurulu kararları ve kanaatleriyle uygun üniversitelere yönlendirip kayıt yaptırmaları sağlanacaktır. Okullar, ciddi çalışmaya teşne olamadıkça okul dışı takviye dersleri de esas amaca ulaşmayı rantabl sağlayamayacaktır. Asıl olan, okulların işleyişine disiplin getirmektir.
Bu çalışmalarla Diploma notuna göre bir üst okula (ÜNİVERSİTE) gitmek mümkün olacaktır. Milletin enerjisini boşuna harcamaya gerek yoktur.
ÖĞRETMEN ÖĞRENCİNİN GÖZDESİ OLMALIDIR.
Öğretmenin, öğrencinin gözdesi olabilmesi, kendi gayretine ve velilerin öğretmene bakışına da bağlıdır. Öğretmen, ne kadar verimi ve kudretli olursa olsun, veli desteğinden mahrum kalırsa hatta ve taarruzuna maruz kalırsa asla ve kata öğrencisinin gözdesi olma mevkiine terfi edemez. Bu keyfiyet sağlanırsa da nadirattan olur. Diğer taraftan, bilgiye saygı esasının toplumun bütün fertlerince kabullenilmiş olması lazımdır ki bu keyfiyet hasıl ve makbul olsun.
Öğretmen -öğrenci – veli münasebetlerinde böyle bir kalite tutturulamaz ise gözde olmayan öğretmenle öğrencinin aynı mekân ve zamanda tedrisata devamları verimli bir netice oluşturmaz.
Zamanın bir yerinde bir âlim, hayvanatla ilgili bir eser yazmış, bitirdiğini zan ile hareket etmek üzereyken aklına keşfedemediği bir konu ile ilgili bir soru gelmiş. Mezkûr sorunun cevabı, yazdığı kitapta olmadıkça kitabın yayım ve basımının gerçekleşemeyeceği kanaatine varmış.
Soru ise şuymuş. Köpek yavrularının erkek taifesi ne zaman baba namzedi olur veya ne zaman çiftleşir? Bunun doğru cevabını tespit edememiş. Bu durumdan yakın arkadaşlarına yakınmış, üzüntülerini aktarmış. Arkadaşlarından biri, “Bunda üzülecek bir sorun göremiyorum, her müşkülden bir kurtuluş çaresi vardır.” deyince âlimin gözleri ışıl ışıl oluvermiş. “Peki, çaresi nedir?” diye sorunca, arkadaşı da ona “ Biy köyün adını vererek köyde birkaç sürü sahibi birinin varlığından, çobanlarının çokluğundan, koyun çobanlarının sürülerine mukayyet olan birçok koyun köpeğinden bahisle çobanlardan birinin behemehâl bu müşküle çözüm bulacağından bahsetmiş. Arkadaşlarıyla bin bir vesvese ve ümitle köyün yolunu tutmuşlar. Köye varıp ağayı ve çobanları bulup problemlerini anlatmışlar. Her topluluğun bir bileni olduğu gibi çobanların da bir bileni vardır. Soruyu dinleyen çobanlar, birbirlerinin yüzüne bakarak kıdemli birine “Ağabey siz buyurun.” demişler. Âlim, çobanı dikkatle dinlemiş. Notunu almış. Cevap çok ilginç ve anlamlı. Çoban, âlime “Pek muhterem hocam. Köpeğin erkek yavruları, dişileriyle birlikte serpilip, büyüyüp giderler. Bu büyüme esnasında, erkek yavrunun, bir duvar dibine, bir ağaç dibine veya benzeri bir unsur dibine arka ayağını kaldırarak işediğinin görüldüğü an, onun döllemeye hazır olduğu andır.” deyip sözünü bitirmiş. Böylece hayvanat âlimi aldığı bilgiden ziyadesiyle memnun ayrılmış ve eserini tamamlayarak yayımlatmaya engel kalmadığına kani olmuş.
Devir, o devir. Bu hadiseden sonra, Âlim ve arkadaşları, bu günkü manada bir kafede otururken âlimi aydınlatan çoban, hiç hesapta yokken kafenin önünde beliriverince, arkadaşlarıyla sohbeti keserek tazimle ayağa kalkmaya yeltenince, arkadaşları, âlime, “Muhterem, gelen bir çoban, neden ayaklanıyorsun.” diyerek âlimi kalktığı yere oturtmaya çalışmışlar. Âlim de arkadaşlarına “O zat, size öre çoban olabilir ama benim hocamdır.” diyerek fiilen, o bir tek konu için bilgisine başvurduğu çobana kırk yıllık hocası imişcesine tazim(saygı)de bulunmayı ihmal etmemiş, arkadaşlarına rağmen fiilini gerçekleştirmişti.
Bütün eğitim, öğretim kademelerinde, verimliliğin, başarının artması için öğrenci öğretmen ilişkisi bu seviye yükselmedikçe, bu seviyeyi amaçlayan müfredatlar tertiplemedikçe, bütün çabalar boşadır.
Bendeniz de eğitim camiasından bir olarak iyileşmeye, güzelleşmeye, başarıya giden yolların zigzaglarınındın alakalıları haberdar etmeye gayret ediyorum. Nemrut’un ateşini söndürmeye su taşıyan karınca misali.
Şakir ALBAYRAK