İNSAN İSLAM VE FITRAT ÜZERİNE DÜŞÜNME
MAKALE
Paylaş
07.08.2025 14:49
2 yorum
1.132 okunma
Abdulbaki Bilgin

Miladi 21. yüzyılın ilk çeyreği bitmek üzere. Dünyamız kâinatta çok az bir yer kaplamaktadır ama insanoğlu üzerine yaşamaya başladığından beri, olumlu – olumsuz manada pek büyük etkinliklere; sosyal, ekonomik, dini ve kültürel çabalar sonucu sayısız değişim ve oluşumlara sahne olmuş tarihi ve coğrafi bir hazinesidir.

2023 e göre dünyamızda 8 milyarın üzerinde insan yaşamaktadır. Bizi en çok ilgilendiren husus, 2 milyar nüfusa sahip Müslümanların Dünyada sahip olduğu, ya da olması gerektiği halde, olamadığı konumudur. Üzgünüm ki bugün Müslümanlar, dünya nüfusunun %25 ine sahip iken elinde Kur’an, önüne O’nu bize tebliğ eden son elçi Hz. Muhammed ve 1415 yıldan beri hayata dönüşmüş ve insanlığa rehber olmuş bir medeniyet var olduğu halde övünç duyacağımız bir seviyede değil. Yüce Allah’ın Fıtrat üzere yarattığı; akıl ve daha başka yetilerle donattığı; dünya nimetlerinden faydalanma yetkisini verdiği insanlık acınacak durumdadır Hz. Âdem as. dan beri kendilerine gönderilen ilâhî Vahiy ve Risalet eksenli İslam dinine rağmen, özellikle Müslümanlar, Dünyada barış, huzur, adalet, insan hakları gibi temel konuların kurucu, koruyucu ve yaşatıcı gücü olamamıştır. Omuzlarında yeryüzü halifeliği ve takva görevi gibi ilahi sorumluluk taşımalarına rağmen, neden dünyada Müslümanların sözü dinlenmiyor; rehber bir topluluk olamıyor? Bu soruyu her Müslüman kendine sormalı ve makul ölçüler içinde cevabını bulmalıdır.

Müslüman nüfusun dünya üzerindeki dağılım oranına bakarsak,  %60 ı Asya’da, %20 si Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da, %10 u ise Amerika ve Avrupa kıtalarında yaşıyor. Dünyada mevcut 57 Müslüman ülkenin en yüksek nüfusa sıralaması: 1. Endonezya:285 milyon,   2. Pakistan:255 milyon, 3.Nijerya:237 milyon, 4. Bangladeş:175 milyon, 5.Mısır: 118 milyon, 6. İran:92 milyon, 7. Türkiye:87 milyondur. Ayrıca Hindistan’da:170 milyon, Çin’de de: 23 milyon Müslüman yaşamaktadır. Duruma bir başka yönden bakarsak,  Dünyada az gelişmiş ve fakirlik içinde yaşayan 48 ülkeden 21 i Müslüman ülkesi olup buna Çin’deki ve Hindistan’da ki Müslüman nüfus dâhil değildir. Dünyada enerji kaynakları zenginliğinin %70 ine Müslümanların sahiptir. Buna rağmen bu alandaki gelirden ancak %12 pay alabilmektedirler.  ABD %25, Çin ise %15 pay alıyor. Bu yetmiyor, başka bir çarpıklıkta, birbirinin kardeşi(!) olan Müslümanların zenginleri ile fakirleri arası gelir farkı 100 katlara ulaşmıştır. Ben bunu anlamak ve kabullenmekte güçlük çekiyorum.

Dünya “ İslâmîlik Endeksi” adlı bir çalışmadan bahsedeceğim. ABD de “İslâmîlik Vakfı”  2018 yılında, Müslüman akademisyenler tarafından kurulmuştur. 2020 yılında beş bilim insanına bir anket yaptırıyor. Anket endeksinde: Ekonomi, hukuk/adalet, yönetim, insan hakları ve uluslararası ilişkiler; yani İslâm’ın temel ahlâkî esasları var. Bu anket, din ve millet ayrımı yapılmaksızın dünyada mevcut ülkelerde yaşayan insanlar üzerine yapılmıştır. İslami esaslara hangi ülke insanlarının daha çok uyduğuna bakılarak, bir sıralama ortaya çıkmış olup, üzgünüm, ilk sıralarda Müslüman ülke yok. Buraya sıralamanın hepsini yazmıyorum ancak ilk sıraların tamamı gayrimüslim dediğimiz ve çoğunlukla Hristiyan olan ülkelerdir. İşte sıralama:                                                                                                                

1.Yeni Zelanda,                                                                                                                                                       

2. İsveç,                                                                                                                                                                                       

3. Hollanda,                                                                                                                                                                                 

9. Kanada,                                                                                                                                                                                    

11. Almanya,                                                                                                                                                                             

16. Japonya,                                                                                                                                                                                          

26. ABD,                                                                                                                                                                                      

41. Yunanistan,                                                                                                                                                                             

51. Katar,                                                                                                                                                                             

93. Suudi Arabistan,                                                                                                                                                               

100. Türkiye.

Allah, cc. katında gerçek din olan İslâmiyet’i kabul ederek Yüce Allah’a inanmış, güvenmiş, O’nun yüce Resulünün yolunu yol bilmiş insanların yani Müslümanların bugünkü perişanlığı, bilim, teknoloji ve hatta ahlak ve barışta, çağdaşlarının çok gerisinde kalmaları nedeniyle üzüntü verici durumları; kendi yurtlarında: ya kendi kendileri ile boğuşması ya da zalim İslam düşmanları eliyle katledilmesi; yaşadıkları bütün acı, ateş, kan ve gözyaşı gibi olaylar beni bunları yazmaya sevk etmiştir. Bütün bunlara insani ve İslami bir sorumluluk olan aklı kullanmadan, düşünce üretmeden ve bilimsel eğitim ve öğretimden uzak kalma kusurlarını da ekleyebiliriz. Yaşadığımız yerkürede Müslümanların sadece nesne konumunda değil dünyanın öznesi olup ona yön vermesini istemişimdir. Sözün özüne gelirsek, kısaca ortay konan bu sorunların nasıl aşılabileceği hususu beni hep meşgul etmiş ve siz değerli dostlarımın da böyle acı bir sorun üzerinde kafa yorduğunuz kanısındayım. Bu yazımı okuyacak dostlarımdan pek çoğunun, yeni bir medeniyet inşası yolunda çözümler üretme gayretlerini biliyor ve daha başka bilim ve kültür insanlarının bu çabaya katkı sağlamalarını bekliyorum. Yapılacak samimi ve hasbî gayretler sonunda, İslâm‘ın yeniden hayatımıza hâkim ve insanlığın kurtuluşuna vesile olması yolundaki tüm gayretleri büyük bir heyecanla desteklediğimi bilmenizi isterim. İnanıyorum ki bu konu, ülkemiz fikir ve dava adamlarının;  sivil toplum örgütlerinin düşündüğü ve kafa yorduğu; devletler bazında projelerin hazırlanıp uygulamaya konulduğu bir realitedir. Anca buna rağmen sorunların neden çözülemediğini de araştırmak zorundayız.

Başta ülkemizde olmak üzere,  Müslümanların başarısızlığının birinci basamak yani en öncül nedeni, Dinimiz İslam’ı yani ana kaynak Kur’an’ı doğru anlayıp anlamadığımız hususunda kendimizi sorgulamaktan kaçınmamızdır.  Bu konuda, kim ne der korkusuna kapılmadan, sorgulama yapan, hatalarımızı dile getiren insanların da en ağır biçimde eleştiriye tabi tutulması, daha da ilerisi, din düşmanlığı ile suçlanmasıdır. Hâlbuki bu sorgulama, dinimiz İslam’ı değil, kendimizi sorgulamadır. Ben, böyle bir sorunumuzun var olduğuna inanıyor ve çözüme de buradan başlanması gerektiğini söylüyorum. Bu konu için çok çeşitli çözüm önerileri sunulabilir. Kendi önerimi bir cümle ile şöyle özetleyebilirim: İnsanımızı, çocukluk çağından itibaren, Yüce Rabbimiz’in, İnsan ve kâinata yüklediği fıtrî değerlerin esas alındığı;  aklın ve bilimsel verilerin öncülüğünde, özgür düşünebilmenin sağlandığı bir ortamda hayata hazırlamaktır. Bunu yaparken: İnsan için var edilmiş bilgi kaynakları olan: akıl, duyular ve doğru haber esas alınmak kaydıyla, Kur’an kitabı ile insan ve kâinat kitabının birlikte okunmasını sağlamaktır. Yaşadığımız coğrafyanın ve milli kimliğimizin de, ifrat ve tefrite kaçmadan, öğretilmesi de elzemdir.

Bu konunun içinde, farklı din ve kültüre mensup insanların yaşadığı dünyada, barış ve güvenliğin nasıl sağlanabileceği düşüncesi de vardır. Bu da çok önemli bir sorun olup, acilen çözüm bulunmalıdır. Dünyada bütün vicdanlar toprağa gömülmedi, önemli olan birilerinin öne atılıp dünya insanlığının ortak vicdanını uyandırıp harekete geçirmesidir. İnsanlığı ortak bir payda da buluşturmak adına, bütün düşünür ve bilim insanlarının, din ve ırk ayrımına takılmadan, insan merkezli fırtî değerleri, ortak insanlık değeri, kabul edip; bütün teorik ve pratik  toplum bilimine ait saha çalışmalarını bu esaslar üzerine yoğunlaştırmalıdır. “İnsan, İslâm ve Fıtrat Üzerine Düşünme”, diye ifade ettiğim başlık yukarıda anlatmış olduğum hususlara referans niteliğindedir.

İNSAN, Arapça da İNS kelimesinden türetilmiş olup insan ve insan türünü ifade etmektedir. Kur’an-ı Kerim’de altmışbeş yerde insan, onsekiz yerde ins, bir yerde de insî geçmektedir.                                                                                                                                                                              

Zariyat suresi 51/56. Ayette yüce Rabbimiz insan için: “Ben cinleri ve insanları yalnız bana kulluk etsinler diye yarattım” buyurmak sureti ile yaratılış amacını hatırlatmaktadır.

Tin suresi 95/4-5 ayetinde de: “Şüphesiz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik.” Buyurmak sureti ile de güzel donanımla yarattığımız her bir insan bu donanımlarının hakkını vermelidir; yanlış yapanları ve yaratılış amacına uymayanları aşağıların aşağısına indiririz, uyarısını yapmaktadır.                               

İSLAM, kelime anlamı teslim olup itaat etmek, boyun eğip bağlanmak, barış yapmak ve kurtuluşa ermek anlamında ki Arapça “selm” kökünden türemiştir. Kur’an-ı Kerim de Allah cc., göndermiş olduğu dinin adını “İslam” olarak belirlemiş ve Ali İmran suresinde 3/19:“Allah katında din, İslam’dır…,” buyurmuştur. Kur’an da İslam kelimesi sekiz yerde geçmekte olup, ayrıca çok sayıda aynı kökten fiil ve isimler yer almaktadır.  Bu konuda Kur’an: Bakara 2/112 de, “ kim güzel davranarak yüzünü (benliğini) Allah’a teslim ederse "Lokman 31/22 de, “Kim iyilik yaparak yüzünü (kendini) Allah’a teslim ederse, …”                                                   

Mümin40/66, “… ve bana alemlerin Rabbine teslim olmam emredildi.”

FITRAT kelimesi üzerinde duracağız. Fıtrat, “fatr” kökünden türetilmiş bir isim olup yarmak, yaratmak, îcad etmek anlamlarına gelmektedir.  Kur’an da fıtrat, Yüce Rabbimizin ilk yaratılış anında insan başta olmak üzere varlık türlerinin her birine yüklediği temel yapısını yani özünü; nakşettiği karekterini;  beli bir yetkinlik yatkınlıkla donatılmasını; henüz dış etkenlerden etkilenerek değişime uğramamış ilk halini belirtir. Kur’an da ondokuz ayette geçen fıtrat kavramı, Hz. Peygamber’in sav. den rivayet edilen bir hadisinde şöyle ifade edilir:

“Her doğan çocuk İslam fıtratı üzere doğar, sonra anne ve babası onu Yahudi, Hırıstıyan veya Mecusi yapar… “

Rum suresinde 30/30 geçen ve içinde fıtrat kavramını etkin bir yapıda zikreden Yüce Allah cc. şöyle buyurur:

“Sen, hanîf olarak yüzünü dine yani Allah’ın fıtratına ( tüm varlıklarda geçerli,  Allah’ın insanları yarattığı kanuna) çevir! Allah ‘ın yaratmasında değişme yoktur. İşte doğru din budur fakat insanların çoğu (bu gerçeği) bilmezler.“

Fıtrat üzere yaratılmış olmak, insana büyük sorumluluk yükler.  Çünkü insan başıboş yaratılmamıştır (Kıyamet 75/36).  İnsanın, kendisinin ve dışındaki bütün varlıkların bir yaratıcısı olduğuna inanması, ilk ve temel sorumluluğudur. Hiçbir şey,  insanı bu temel sorumluluktan muaf tutamaz.

Aşağıdaki iki ayet bu gerçeği dile getirir:

Mü’minun 23/115, “Sizi boş yere yarattığımızı ve huzurumuza döndürülemeyeceğinizi mi, sandınız.”

Ankebut 29/2, “İnsanlar imtihan edilmeden sadece, “iman ettik “ demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar.”

İnsan dünya hayatında pek çok imkânla desteklenmiştir. Akıl, vicdan, sezgi ve duyular ile Kitap ve Peygamber bunlardandır. Bütün bunların yanında imtihanın olabilmesini anlaşılır kılan: yaşam arzusu, mal- mülk, şehvet, evlat, makam-mevki sevgisi ve benlik duygusu verilmiştir. İşte bütün bunların bir arada olduğu dünyada imtihanımız, kendi irade ve tercihimiz sonucu, ya hidayet üzere ya da fücur üzere son bulur.

Şunu belirmeliyiz ki Allah, doğru dini anlaması için insanın özüne fıtrat cevherini yüklemesi ve kodlaması imkanı ile, doğuşundan itibaren her şeyi bildiği söylenemez. Yüce Rabbimiz Kur’an da, insanların hiçbir şey bilmez durumda dünyaya geldiklerini, söyler (Nahıl 16/78).

Ayrıca bu ayette, insana hem kendini geliştirmesi hem de şükretmesi için işitme ve görme duyuları ile beraber hissedip anlamaları için kalpler verildiği bildirilmektedir. Burada fıtratın ne olduğu ya da ne olmadığını anlamak için yeni bir tarif yapmalıyız. Fıtrat, her bir insanın hem ruhi hem da bedeni bütünlüğüne yüklenmiş hakikati bulma, doğruya seçebilme ve onu benimseme yatkınlığıdır. İmam Azam Ebu Hanife hazretleri, Kur’an da ahitleşme ayeti olarak bilinen A’raf  7/172. ayeti ile fıtrat konusunu ilişkilendiriyor. A’raf 172. Ayette Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“Hani Rabbin ademoğulların dan, onların sırtlarından zürriyetlerini (nesillerini) çıkarıp (yaratıp) onları kendilerine bağlayacak şekilde “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye şahit tuttuğunda, onlar (ın her biri), “Elbette Rabbimizsin! Biz buna şahit olduk”  , derler. Yoksa Kıyamet Günü, “Biz bundan habersizdik demeyesiniz, diye.”

Ebu Hanife bu ahitleşme ayeti üzerine şu açıklamayı yapar: “Kim bu hakikatten sonra kâfir olursa muhakkak ki o, fıtratın kendisine bahşetmiş olduğu imanı, kendi fiili ile değiştirmiştir. Kim de tevhide imanı ve tasdiki devam ettirmiş ise fıtrat hakikati üzere kalmış demektir.”

Kur’an-ı Kerim’in bazı ayetlerinde  “sünnetullah” kavramı geçmektedir. Allah’ın sünneti, Allah’ın yolu, âdeti, yasası, kanunu ve teamülü demektir. Kavram olarak, Allah’ın varlığa, toplumlara ve kâinata dair yasalarına Sünnetullah denir. Bu yasalarda asla bir değişme, bozulma ve vazgeçme olmaz.

“Allah’ın daha önce gelmiş geçmiş olanlara uyguladığı sünnet/ yasa budur. Allah’ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamaz sın.” (Nahıl 33/62)

“… Allah’ın sünnetinde bir değişme de bulamazsın.” (Fatır 35/43)

“Ama baskınımızı görünce inanmalarının onlara bir faydası olmadı. Bu, Allah’ın kulları hakkında öteden beri yürürlükte olan sünneti/yasasıdır. …” (Mümin 40/85)

“Allah’ın öteden beri uyguladığı sünnet/yasa budur. Allah’ın sünnetinde bir değişme olmaz.” (Fetih 48/23)

Bu yasalar hem toplumlarda hem de tabiat varlıklarında geçerlidir.                                         

Toplumlar eylem ve davranışlarının niteliğine uygun sonuçlarla karşılaşması, bu yasaların gereğidir. Allah bu yasaları belirlemiştir. İnkar ve isyanda aşırı gidenleri ve ısrar eden toplumların başlarına gelecek olan sonuç, felaketlerle yok olup gitmeleridir. Tabiatta ki canlı cansız bütün varlıklar üzerinde de Allah’ın  koyduğu yasalar mevcuttur. Sünnetullah denen bu yasalara göre her varlık kendi özünde var edilen bu yasalara uyar ve ona göre varlığının devam ettirir. Güneş ısıtır, ateş yakar, buz üşütür, toprak kendisine ekileni yeşertir; bunun gibi elma çekirdeğinden elma ağacı, karpuz çekirdeğinden karpuz bitkisi yetişir. Hiçbir varlık bu yasalar dışına çıkma gücüne sahip değildir. Sünnetullah ile fıtratullah  birbirine çok yakın anlamlar ihtiva eden ve birbirini tamamlayan iki Kur’an-i kavram olup insanoğlu için hayati değer ifade etmektedirler. Rabbimiz Allah genel manada sünnetinin gereği üzere, varlıkların her birine, o varlığa has olarak bir hayat rehberi yani fıtrat kodlamıştır. Mesela Allah cc. insana, varlığın devamını sevdirmiş, buna göre de, bu sevginin gereğini yerine getirecek bir fıtrat koymuştur.   Bu ikili eşyayı, tabiatı, yeri-göğü,  insanı ve toplumları anlamada anahtar bir kavramdır.  Allah’ın her şeye gücünün yetmesine rağmen, hâşâ, Allah, her dilediğini yapmaz;  O, koyduğu yasalara uyar. Bu, Allah’ yüceliğine mani bir çelişki değildir. Çünkü kâinatı yaratan da, onlar üzerine bu yasaları koyanda kendisidir.

Biz bu sünnetler ( yasalar) üzerinden hayat, eşya, insanı, sosyal olaylar ve tabiat hakkında bilgi sahibi oluruz. Görürüz ki kainatta hiçbir tesadüf yoktur; yani Yüce Rabbimizin, az da olsa, olağanüstü istisnaları hariç, her şey bir sebep-sonuç ilişkisi içinde yürümektedir. Eğer böyle olmasaydı bugün batan güneşin yarın doğacağını; toprağa ektiğimiz çekirdeğin filizlenip büyüyeceğini; içilen bir zehrin insanı öldürüleceğini bilemezdik. Dünyadaki bütün bilimsel çalışmalar ve bu konudaki gelişmeler, Yüce rabbimizin eşya ve tabiata koyduğu, sünnetullah ve fıtratullah denen yasaları keşfetmekle mümkün olmaktadır. 

Tabii bu iş pek kolay olmayıp önce, insanların ufkunun açık, bilimsel düşünceye yatkın olması, sonrada uzun deneylere katlanabilme sabır ve istikrarı gerekir.  Müslümanlar,  M. 8.-15. yüzyıllar arasında bunu başarmak sureti ile bilim tarihine isimlerini yazdırmışlardır.  Cabir bin Hayyan, Kindi, Battani, Farabi, Biruni, İbn Sina, Gazzali, İbn Bacce, İbn Rüşt, İbn Haldun, Uluğ Bey ve Ali Kuşçu bunlardan bir kısmıdır.

Fıtrat ve sünnetullah kavramları, kendileri ile ilişkili başka Kur’an’î kavramlarla daha da anlaşılır olmaktadır.  Dikkatinizi şu ayete çekmek isterim:

“Yüce Rabbinin adını tesbih et (yücelt)! O yaratandır ve düzene koyandır. (O), ölçüyü koyan ve yol gösteren dir.” ( A’la 87/1,2,3)

Bu ayetlerde: halaka (yaratma), fesevva (düzen verme), kaddera (ölçü koyma) ve feheda (hidayet, yol gösterme). Burada Yüce rabbimiz, canlı-cansız ayırmaksızın bütün mahlûkatı yaratırken onlara koyduğu esaslardan bahsediyor. Kader ve hidayet kavramlarına dikkat çekip şunun bilinmesini isterim. Biz Müslümanlar, bu iki kavramın sadece insan hakkında kullanıldığını;  insanın kaderi, insanın hidayeti tabirlerini kullanırız. Halbu ki  Allah teala, bütün varlıkları bir kader üzere yaratmış; yine bütün varlıkları hidayet üzere yaratmıştır. Her varlık kendisine yüklenen kader ve hidayet esası üzere varlık değerini korur ve kendisini insanların faydasına sunar. Mesela; suyun, sütün, arının, balın, demirin, altının, bakırın, toprağın, havanın, bulutların, oksijenin kader ve hidayetinden bahsedebiliriz. Aklını kullanmak ve uzun tecrübelere katlanan insanoğlu,  eşyanın fıtratında bulunan ölçüyü ve hidayeti bulmak sureti ile varlıklardan yararlanmış ve adım, adım bilimin ilerlemesine katkı sunmuştur.

Şems suresinin ilk sekiz ayetine, özelliklede 7-10.  ayetlere dikkatimizi yöneltirsek orada Rabbimiz, yarattığı yedi varlık üzerine yemin ediyor, sonra sekizinci ayette, yedinci sırada yemin ettiği insanı tekrar ederek:

“Sonra da ona (insana) fücur (kötülük) ve takva (duyarlılık) kabiliyetini ilham edene (verene) ki, kendisini arındıran kişi kurtulmuştur, kendisini kötü işlere sokan kişi kaybetmiştir.” (Şems 91/8,9,10)  diyor.

Burada geçen fücur ve takva kavramları da Allah’ın insana koyduğu fıtrattır.

Yeryüzünde Allah’ın koyduğu yasalara, insan ve cinler dışında bütün mahlukâtın mutlak itaati vardır, insan ise akıl ve irade sahibi olması ayrıca imtihan edilmesi nedeniyle, sonucuna katlanması şartı ile,  dilerse takvaya giden yolu,  dilerse fücura giden yolu tercih eder.  Burada şu hususu hatırlatmalıyım ki, Allah, fücur ve takva tercihinde insanı desteklemiş ve hem uyarı yapacak peygamber göndermiş, hem de takvaya meyledecek bir yapıyı insana yüklemiştir.  “Bilin ki içinizde Allah’ın elçisi vardır. O, birçok işte size uysaydı elbette sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu kalplerinize süslemiş; inkârı, yoldan çıkmayı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. Asıl doğru yoldakiler işte bunlardır.” (Hucurat 49/7)  Tin suresi 4. Ayette: “ahsen-i takvim” üzere yaratıldığı hatırlatılan insanoğlunun bu güzel özelliği, sadece bedene ait olmayıp, ruh ve beden bütünlüğünü içermektedir ki, zirve anlamı fıtrattır yani Allah insanı İslam formatına uygun bir fıtratta yaratmıştır. Sonuç olarak, eşyanın ilk yaratılış yapısını ve işleyişini ifade eden fıtrat, kısaca, varlıkların doğal yapısını oluşturan ve maruf üzere geliştiren kanunlar bütünüdür.  Kur’an da fıtrat üzere yaratılmış her varlık Allah’ın birer âyeti olarak nitelendirilir ve Kur’an ayetleri ile beraber okunduğunda insanı tevhid inancına ulaştırır. Fıtratın - hidayetin bulunduğu varlıkta ve bunlar üzerinden yürütülen bilimsel çalışmalarda tesadüften söz edilemez. Fıtrat dini olan İslam, Müslümanlara, dünya hayatında tevhit merkezli olmak şartı ile; doğru, dengeli, adalet ve ahlak başta olmak üzere dünyayı bayındır ve yaşanabilir hale getirme sorumluluğunu yüklemiştir. Bunu yaparken din, mezhep, ırk ve kabile ayrımına gitmeden, insan hürriyetine özen göstermelidir. İlahi bir lütuf olan varlıklardaki fıtrat ve hidayet, toplumlara sulh, barış ve insanî değerler üretmek için ve bilimsel çalışmalarda anahtar olarak kullanmaktır.

*Bu yazı, Anadolu Vakfımız Kayseri Şubesinde 2025 tarihinde vermiş olduğum konferansın içeriğidir.

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Toplam 2 yorum yapıldı
Geri Kalmışlık
İslam ile geri kalmışlığı bir araya getirme başarısı gösteren ümmetin iç açıcı olmayan durumu izah edilmiş! Umarım bu durumdan çıkma önerilerine kulak verilir.
Yorum Ekleyen: Adnan Bahadır     15.08.2025 03:21:17
Elinize sağlık.
Kıymetli büyüğüm kaynaklar, referansları ve açıklamalarıyla esaslı ve aydınlatıcı bir yazı olmuş. İslam dünyasının daha doğrusu toplumlarının geri kalmışlığı hep soruldu ve sorulmaya da devam edecektir. Kaynağın, yolun ve rehberin doğru olması sonucun doğru olması anlamına gelmiyor. Hareket noktası ne olursa olsun insan kendini düzeltmedikçe hiçbir şey onu düzeltemez. İslam toplumları inandıkları değerlerin onları kurtaracağından son derece eminler. İnanmak, iman ve ibadet etmek kurtuluş için neredeyse yeterli görülmektedir. Bilim insanla buluşmadığı, aklın öncelenmediği hiç bir coğrafyada refah ve güven olmayacaktır. Telefonla yazdım eksiğimiz var ise affola. Selam eder sağlık ve huzur dilerim.
Yorum Ekleyen: İbrahim Aydoğdu     14.08.2025 22:57:48
Abdulbaki Bilgin
YAZARIN ÖZGEÇMİŞİ
 
** YAZARIN KISA ÖZGEÇMİŞİ **
 
İlâhiyatçı- Öğretmen
Kayseri’nin Eyim Köyü’nde 1953 yılında doğmuştur. İlkokulu köyünde, ortaokul ve liseyi Kayseri’de okumuştur. 1970 yılında Sümer Lisesi’nde öğrenimini tamamladıktan sonra, yüksek öğretimine Ankara Üniversitesi İlahiyât Fakültesi’nde başlamış ve 1974 yılında lisans düzeyinde mezun olmuştur. Daha sonra, öğretmenlik görevini sürdürmekte iken, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde başladığı Yüksek Lisans çalışmasını 1991 yılında tamamlayarak, Felsefe ve Din Bilimleri alanında, “İlahiyât Bilim Uzmanı” olarak mezun olmuştur.
Çalışma hayatına askerlik görevi ile başlayıp, Yedek Subay Teğmen olarak 1976 yılında terhis olduktan sonra aynı yıl öğretmenlik görevine başlamıştır. Tamamı da Kayseri de olmak üzere sırasıyla; Yahya Gazi Lisesi, Atatürk Lisesi, Merkez Ticaret Meslek Lisesi, Behice Yazgan Kız Lisesi, Ali Rıza Özderici  Anadolu İmam Hatip Lisesi ve  Mimar Sinan Mesleki Teknik Anadolu Lisesi’nde çalışmıştır.                                                                                                                                
Merkez Ticaret Meslek Lisesinde görev yapmakta iken,girmiş olduğu sınavları kazanarak, Bakanlıklar Arası Ortak Kültür Komisyonunca, 1995 ile 2000 yılları arasında, İsviçre’nin,  Zürih başta olmak üzere, çeşitli kantonlarında “Türkçe ve Türkçe Kültür Dersleri Öğretmeni” olarak görevlendirilerek beş yıl İsviçre de Türk çocuklarına dini ve milli konularda öğretmenlik yapmıştır.
Kendi ifadesi ile, sosyal ve kültürel içerikli ilâhiyat-tarih okumalarını ve araştırmalarını sürdürmektedir. “Kütüb-ü Sitte de İslamiyet Dışındaki Din ve İnançlar” adlı, basılmamış bir eseri mevcuttur. 
Kayseri’de yaşamakta olan Abdulbaki BİLGİN, 15 Mart 2018 tarihinde resmi öğretmenlik görevinden ayrılmıştır. Neriman Bilgin (Ataman) hanımla evli olup üç çocuk babasıdır.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya