Toplu bir vicdan felcinin içindeyiz. Dünyanın herhangi bir köşesinde yaşanan bir dramı birkaç saniyede tüketip kaydırmak, modern bireyin en yaygın ortak refleksi hâline geldi. Bir hastanenin vurulmasını, bir babanın evladını poşete topladığı görüntüleri, enkaz başında annesine seslenen bir çocuğun feryadını, gündelik bir bildirim notuyla aynı soğukkanlılıkla izliyoruz.

"Nasıl bir dünyaya doğduk böyle? Darbe, pandemi, savaş, yıkım derken gençliğimiz bitti. Daha başka görmediğimiz ne kaldı? Göktaşı mı, uzaylı istilası mı?"
Milenyum gençleri olarak bilinen 2000'li yıllarda doğmuş kuşağın neredeyse tamamından duyduğumuz bu feryat, ilk bakışta yeni bir çaresizlik gibi görünse de aslında tarihsel olarak oldukça tanıdık.
Dünya siyasi ve savaş tarihi, yaklaşık her 40–50 yılda bir toplu kırılmaların, çatışmaların ve toplumsal altüst oluşların yaşandığı döngüler üretir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasındaki dönem, 60'ların-70'lerin küresel ekonomik sarsıntıları, 80 sonu–90 başı blok çöküşleri...
Nitekim bugün de insanlık, benzer bir döngünün hatta belki de daha derin bir versiyonunun tam ortasında bulunuyor.
Komplo teorisyenlerinin, bu döngülerin belirli güçler tarafından ekonomik, siyasi ve sosyal dengeleri "rot-balans ayarına almak" için devreye sokulduğunu iddia etmesi ayrı bir tartışma; fakat tüm bu süreçlerin insanın maddi ve manevi doğasını yeniden biçimlendirdiği açık bir gerçek.