Türkiye'de doğurganlık oranı 1,51'e düşmüş durumda. Bu, açık bir şekilde alarm zillerinin çaldığını gösteriyor. Üstelik bu sadece Türkiye'ye özgü bir durum değil. Avrupa, Doğu Asya ve hatta bazı gelişmekte olan ülkelerde doğum oranları ciddi biçimde geriliyor. Peki bu ne anlama geliyor?
Geçtiğimiz günlerde Türkiye İstatistik Kurumu yeni verileri açıkladı: Türkiye'de doğurganlık oranı 1,51'e düşmüş durumda. Bu, açık bir şekilde alarm zillerinin çaldığını gösteriyor. Üstelik bu sadece Türkiye'ye özgü bir durum değil. Avrupa, Doğu Asya ve hatta bazı gelişmekte olan ülkelerde doğum oranları ciddi biçimde geriliyor. Peki bu ne anlama geliyor? Nüfus azalması sadece birkaç yıl içinde hissedilmeyecek bir problem mi, yoksa şu anda bile içinden geçtiğimiz sessiz bir kriz mi?
Ekonomik dengeler ve nüfus
Her ne kadar gelişmiş ülkelerde yaşam standartlarının yükselmesi, kadınların eğitim seviyesinin artması, şehirleşme ve kariyer öncelikleri gibi nedenlerle çocuk sayısının azalması "doğal bir gelişim" gibi algılansa da, işin aslı hiç de öyle değil. Bu eğilim, ekonomik dengeleri, sosyal güvenlik sistemlerini ve hatta toplumların kültürel devamlılığını tehdit ediyor. Japonya örneğini ele alalım. Uzun yıllardır düşük doğum oranlarıyla boğuşan bu gelişmiş ülke, yaşlanan nüfus nedeniyle artık ekonomisini sürdürülebilir şekilde büyütemiyor. Çalışan nüfus azalıyor, sağlık ve emeklilik giderleri artıyor, üretim düşüyor, genç girişimciler azalıyor. Ve bu tablo, bugün Türkiye'nin büyükşehirlerinde de kademeli olarak yaşanıyor. İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirlerde doğurganlık oranı 1,3'ün altına gerilemiş durumda. Bu oranlar, eğer radikal önlemler alınmazsa, önümüzdeki 20 yılda Türkiye'nin nüfusunu koruyamayacağı anlamına geliyor.