Zaman, sadece olayların akışı değil, aynı zamanda fikirlerin, sistemlerin ve zihniyetlerin yarıştığı büyük bir sınavdır. Bu sınavda Müslüman bireyin en zorlu imtihanı, hakikati savunmakla yetinmeyip, o hakikati taşıyacak bir düşünce sistemi kurabilme melekesini elde edebilmektir. Çünkü hakîkat, sistemsiz kaldığında yalnızca savunulan bir değer değil; zamanla savunulmaya muhtaç hâle gelen kırılgan bir nostaljiye dönüşür.
Bugün İslam dünyasında karşılaştığımız zorlukların temelinde, dinin sahih özüne dönük teorik bir direnişten çok, dağınık, duygusal ve çoğu zaman sloganik bir söylem yer almaktadır. Oysa içinde yaşadığımız çağ, yalnızca neye karşı olduğumuzu değil, neyi nasıl inşa ettiğimizi de sormaktadır. Direniş, artık bir duruş değil, bir kuruluştur. Sisteme karşı durmanın yolu, kendi sistemini kurmaktan geçer.
Düşünce tarihimizde bu bilince sahip olanlar, lafzın ötesine geçerek mânâya yönelmiş, kelimelerin gölgesinde değil, hakîkatin özünde yolculuk yapmayı ilke edinmişlerdir. Onlara göre hakikat, sadece öğrenilecek bir bilgi değil, aynı zamanda bir inşa çabasıdır. Bu çaba, hem bireysel bir iç disiplin hem de toplumsal bir fikrî istikamet gerektirir.
Modern dünyanın sunduğu sahte hakîkatler, insanı anlamdan uzaklaştıran, ruhu parçalayan ve toplumu kimliksizleştiren bir kaos üretmektedir. Bu düzenin en tehlikeli yönü, kendi yapay sistemini evrensel bir hakîkat gibi sunabilmesidir. Bu sahte evrenselliğe karşı geliştirilecek itiraz, kuru bir karşı çıkışla değil; sahici, köklü ve yerli bir düşünce sistemiyle mümkündür.
Burada asıl ihtiyaç, fikrî inşaya yönelen derinlikli zihinlerdir. Bu zihinler, hem geleneğin köklerinden beslenmeli hem de çağın diline aşina olmalıdır. Ne geçmişin dar kalıplarında hapsolmalı, ne de bugünün yüzeysel söylemlerinde kaybolmalıdır. İslamî tefekkür geleneği, iç dünyaya yönelirken dış dünyayı da ihmal etmeyen; insanı, eşyayı ve toplumu aynı bütünlük içinde anlamlandıran bir bakış açısı sunar.
Bu bütünlüğü yeniden kurmak için en büyük ihtiyaç, eğitimin mahiyetini dönüştürmektir. Eğitim, sadece bilgi aktaran değil; hakikati kavratan, anlamın izini süren, irfanı hedefleyen bir yolculuk olmalıdır. Bu yolculukta asıl görev, sadece bilen değil, bildiğiyle düşünen, düşündüğüyle inşa eden bireyler yetiştirmektir.
Ancak bu bireylerin yetişmesi, sadece öğrencileri değil, onlara yön verecek öncüleri, yani “yetiştiricileri” yetiştirmekle mümkündür. Bir toplum, ancak yetiştiricilerinin ufku kadar yükselebilir. Bu nedenle eğitim kurumları, bilgiyi ezberleten değil, hikmeti inşa eden mekânlar hâline gelmelidir.
Bugün ihtiyaç duyulan şey, çağın meselelerini teşhis eden, dinin sabiteleriyle zamanın değişkenlerini doğru meczeden, hem anlamı hem de yönü olan bir düşünce sistemidir. Bu sistem, hem bireyin içsel kurtuluşunu hem de toplumun zihinsel bağımsızlığını temin edecek yegâne yoldur.
Sonuç olarak, hakîkati savunmak yetmez; onu kuşatan, taşıyan, dönüştüren bir sistem kurmak gerekir. Zihnî işgale karşı en güçlü direniş, kendi medeniyet birikimimizden neşet eden bir düşünce ve anlam sistemini inşa etmektir. Çünkü yalnızca sistemli bir zihin, başka sistemlerin etkisinden kurtulabilir. Ve ancak anlamı olan bir hayat, sahici bir kurtuluşu mümkün kılar.
Selam ve dua ile.