Ehliyet ve liyakat görev ve meslek hayatında olumlu sonuca ulaşmak için vazgeçilmez şarttır.
Olaylara hep insanlığın en büyük örneği Hz. Peygamberin ve onun getirdiği Allah’ın dini perspektifinden bakmak, her zaman yegâne tercihim olmuştur. Zira ne İslâm dininin herhangi bir ve umdesinde, ne de Hz. Peygamberin sünnet ve sîretinde bir yanlışlık ve tezat görülmemiştir. Bu,15 asırlık insanlık tecrübesiyle sabit olmuştur. Bunu ayrıca ispata gerek yoktur.
İslâmî perspektiften baktığımız zaman ehliyet ve liyakat konusuna ilişkin pek çok örnek mevcuttur. Ezcümle Nisa suresi 58. Âyette “Muhakkak ki Allah size, emanetleri ehline vermenizi emrediyor” denilmekle en yüce makamdan kesin talimat verilmiş oluyor.
Hiç şüphesiz buna ilk uyan, Hz. Peygamber (s.a.s.)dir. Vakıa, Hz. Peygamber bütün hatt-ı hareketinde bu şaşmaz ilke doğrultusunda hareket etmiş olmakla beraber bu âyet, Mekken’in fethi gününde gerçekleşen bir olay üzerine inmiştir. Peygamberimiz Kâbe’deki putları tek yıkarak müşrik hâkimiyetine son verirken hâkimiyetin sembolü olan Kâbe anahtarlarını teslim alması için Hz. Ali’ye emir verir. Anahtar, henüz bir müşrik olan Osman Bin Talha’da idi. Hz. Ali kendisine verilen görevi derhal yerine getirmiştir. Ancak Kâbe görevleri engin bir organizasyon, güvenlik ve misafirperverlik tecrübesi gerektirmektedir. Muhtemelen Hz. Ali (r.a.) o ölçüde tecrübeli değildir. Allah (c.c.) daima peygamberlerinin istikamet ibrelerini düzeltme lütfunda olduğundan Hz. Peygamberin bu tasarrufunu yanlış bularak düzeltmiştir. Âyetin nüzulü üzerine Efendimiz, Hz. Ali’ye emrederek anahtarın tekrar Osman Bin Talha’ya verilmesini emretmiştir.
Henüz Müslüman olmamış olsa da işin ehli olduğundan görev ona tekrar tevdi edilmiştir.
Bir başka olay:
Amr İbn-il Âs, Hz. Peygamberin risaletinin 22. Senesinde Müslüman olmuştu. 22 yıl boyunca İslam düşmanlarının safında Hz. Peygambere ve Müslümanlara karşı askeri ve diplomatik savaş vermiş biri idi. Askerlik ve komutanlık tecrübesi olan ve yeni Müslüman olan Amr İbn-il Âs’a, Hz. Peygamber, Medine garnizonuna tecavüzü engellemek amacıyla Seriyye komutanlığı’nı vermişti. Öyle ki, Hz. Peygamberden sonra Müslümanlar arasında mevkii ilk sıralarda olan Hz. Ebubekir, Hz. Ömer gibi büyükler, onun emrine birer nefer olarak verilmişlerdi. Komutan Amr, düşmanı takipten vazgeçmiş, soğuk gecede askerlerin ateş yakmasını yasaklamış, abdest yerine teyemmüm aldırmış, bu nedenle askerî birliğinin içinde pek çok homurtulara neden olmuştu. Hz. Ömer’i bile, Hz. Ebubekir teskin etmişti. Medine’ye dönüldüğü zaman olay Hz. Peygambere intikal ettirilmiş, o da Amr’ın yaptıklarını çok isabetli bulmuştu. Amr, bundan gurura kapılınca da Hz. Peygamber sahabenin büyüklerinin İslam’daki kıdemlerini hatırlatarak onun haddi aşmamasını da sağlamıştır.
Pek çoğumuz bu olayı ayrıntılarıyla bilmekteyiz. Tekrar hatırlatmanın nedeni, iş ve görev konusundaki ehliyet ve liyakat konusuna güzel bir örnek teşkil etmesidir.
Hz. Peygamberin “iş ehlinden uzaklaştığı zaman, kıyameti bekle” mealindeki toplumsal kaosa yorumlanan hadisi de ehliyet ve liyakata işaret buyurmaktadır.
ASIL MESELE
Bu yazıda toplumsal ve siyasal bir zaaftan bahsetmek istiyorum.
Hz. Peygamberin bir hadisi de şöyleydi: “ Câh ve mansıp (mevki makam) öyle bir sütanaya benzer ki emmekle doyulmaz; ondan ayrılmanın hüznü ise asla çekilmez”
İnsanoğlunda başa geçme arzusu hem ilahi bir nimet, hem de felaket. Nimettir; çünkü toplumun yönetilme ihtiyacına tekabül ediyor. Felakettir; çünkü kavga, kaos ve krizlerin baş nedenlerinden biridir.
Bu nedenle siyasal partiler, gruplar başa geçme heveslerini dile getirmek için daima baştakilerin değil, kendilerinin daha ehil olduklarını ileri sürerek yönetenleri tenkit ederler. Kendileri başa geçse bu sefer de öbürleri onları ayni tarzda tenkit ederler. Tenkit ne kelime, ellerinden gelse bir kaşık suda boğarlar.
Oysa yönetimde olmayan bazı gruplardan, toplumdaki kaos ve felaketleri gördükten sonra “iyi ki başa gelmemişiz; biz olsaydık belki daha kötü yapardık” şeklinde nefis muhasebesi yapanları gördük.
Günümüzde maalesef durum bu derece mide bulandırıcı düzeydedir.
Allah için değil de nefisler için yaşamanın sonucudur bunlar. Güzel bir iş yapanı desteklemek yerine kösteklemek ve kötülemek ahlak (sızlık) haline geldiği gibi bazıları da kötülükleri iyi gösterme aymazlığında ve ahlak(sızlığın) dalar.
İyilikte yardımlaşma, kötülükte mani olma ilkesi bütün insanlığı kurtaracak bir ilkedir.
Ey insan! Daha da önemlisi Ey Müslüman! Dön Rabbine! Nefsinin esiri olma ki felah bulasın! İyiliğe destek, kötülüğe köstek ol ki hayatımız daha güzel olsun.
Mülk Allah’ındır; dildiğine ( ve tabiî ki dileyene de isterse) verir. Haset ve fesatla dünya düzelmez. Elindeki nimetleri kaybedersen bedbaht ve bedbin olacağın bir sonuca varırsın!
Allah muhafaza.