İpin Ucunu Nerede Kaçırdık?
MAKALE
Paylaş
03.08.2025 22:24
1.208 okunma
Doç. Dr. Şemseddin Kırış

Orman yangınlarıyla ilgili kaleme alınan “Ateşin Sahibinden Yardım İstemeyecek Miyiz” başlıklı yazıyı okudum. “Eskiden on beş gün yağmur yağmasa yağmur duasına çıkılırdı” diyen yazar, bütün maddi imkanları kullandığımız halde ateşi söndüremiyorsak kendimizi sorgulamalıyız dedikten sonra “ateşin sahibi olan Allah’a duâ etmeyecek miyiz” sorusunu soruyor. Allah’a ihtiyacımız yok mu, Allah’ın rahmetine ihtiyacımız yok mu diyen yazar “devlet var, Allah’a ihtiyaç yok mu diyoruz, itfaiye var Allah’a ihtiyaç yok mu” sorusunu da ekliyor. Okuduğum bu yazı bana Allah’a ihtiyaç hissetmeme bakış açısını düşündürdü. İnsanların Allah’a ihtiyaç hissetmedikleri olabilir mi diye sordum. Böyle bir şeyi düşünemesek de vuku bulmuş bir durum varsa görmezden gelemeyiz. Hani bazan bir yığın ip birbirine karışmış olur. Birbiriyle karışmış ip yığınından yararlanmak için ipin ucunu ararız.

Geçmişte “Allah’a ihtiyaç hissetmez gibi bir karar aldığımız oldu mu? Derdimiz yüz yıl evvel tartışılmış ve hakkında bir karar alınmış konuyu yeniden tartışmak değil. Bir toplum çok temel bir konuda karar almışsa bunun yansımaları eğitimde, sağlıkta, istihdamda daha doğrusu hayatın bütün alanlarında görülür ve görülmeye devam eder. Bu konu ne zaman açılsa 9 Nisan 1928 tarihinde kabul edilen 1255 sayılı kanunu hatırlarım. 1255 sayılı kanunun başlığı “Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun Bazı Mevaddının Tağyirine Dair Kanun” olarak geçmektedir. Beş maddeden ibaret olan kanunun birinci maddesi şu cümleden oluşmaktadır: “Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun ikinci maddesindeki "Türkiye Devleti'nin dini, Din-i İslâm'dır" cümlesi ref olunmuştur.” 1255 sayılı kanunun üçüncü maddesi de şu cümleden ibarettir: “Yeminler "Namusum üzerine söz veririm" şeklinde tanzim olunur.” 1255 sayılı kanundan önce Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde şu cümlelerle yemin ediliyordu: "Vallahi, vatanın ve milletin saadet ve selâmetine, Büyük Millet Meclisi'nin şan ve şerefini muhafaza ve bütün kuvvetimle hizmet edeceğime, Kanun-ı Esasî'ye ve hakimiyet-i milliyeye ve vatanın tekmil mukaddesatına sadakatten ayrılmayacağıma, vallahi!"

"Türkiye Devleti'nin dini, Din-i İslâm'dır" cümlesinin kaldırılması ile yeminlerin Allah’a değil de namus üzerine yapılmaya başlanmasının aynı kanunla düzenlenmiş olması ne kadar anlamlı! Herhangi bir toplumun sekülerleşme süreci adım adım gerçekleşir. Din toplumun mutabakata vardığı ‘birlikte yaşama düzeni’dir. Herhangi bir toplum muhtevasını Allah’ın belirlediği birlikte yaşama düzeninden, muhtevasını insanın belirlediği birlikte yaşama düzenine geçiş yaparsa ne olur? Bu çok temel bir karardır. Bu kararın hayatın her alanında yansıması olur. Ailede, eğitimde, hukukta, istihdamda yansıması olur. Bu yansıma, yeni bir karar alınmadığı sürece uzun yıllar devam eder. Bu karar ile İslam, parantez içine alınmış Türk milletinin Allah ile olan bin yıllık bağı sürmemiştir. Bu bağın son bulmasının müşahhas bir örneği de yemin metninde tezahür etmiştir.

Son Osmanlı Meclis-i Meb'usanı tarafından 28 Ocak 1920'de toplanarak 6 maddelik bir beyanname açıklamıştır. "Misak-ı Millî" olarak bilinen belgenin orijinal ismi ‘Ahd-i Millî Beyânnâmesi’dir. Burada da bir ahit (أَلْعَهْد) kelimesi geçmektedir. Beyannamenin birinci maddesinde millet tanımı vardır. Metinde "dinen, irfânen, emelen müttehit", "ve yekdiğerine karşı hürmet-i mütekabile ve fedakârlık hissiyatıyla dolu" ifadeleriyle bir toplum tanımı yapılır. Tanımı yapılan bu toplum Allah’la ahdini koparmamış bir toplumdur. Allah ile ahit, bir toplumda ekine ve nesle bereket getirir. Bu ahdin getireceği kazanç kelimelerle anlatılmaz. Bu ahdin hem dünyada hem ukbâda sonuçları olur.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan 2024 yılı Doğum İstatistikleri'ne göre, Türkiye'de toplam doğurganlık hızı 1,48 çocuk olarak gerçekleşti. Bu tablo Allah ile ahdimiz hasar gördükten sonra yaklaşık yüz yıl içinde neslimizi sürdürme kabiliyetimizi yitirdiğimizi gösterir. Türkiye “ekilebilir alanlarını” da hızla kaybeden bir ülkedir. Tarım arazilerimizi, yer altı sularımızı ve tarımımızı hızla kaybediyoruz. Mesela 2017 yılında Anadolu Ajansı’nda yer alan bir habere göre, Türkiye son 10 yılda (o döneme kadar) ekilen ve dikilen tarım arazilerinin yüzde 8,2'sini, toplam tarım alanlarının ise yüzde 5,22'sini kaybetmiştir. Bu, yaklaşık 2,1 milyon hektarlık bir arazi kaybına işaret etmektedir. Son 25 yıl düşünüldüğünde, bu kaybın daha da büyük olduğu tahmin edilebilir. Son yüz yıl düşünüldüğünde kayıp daha büyüktür. Kişi başına düşen “ekilebilir tarım arazisi” 1923 yılında 1 hektar iken 2023 yılında 0,27’ye düşmüştür. Bu tablo, Allah ile ahdimiz hasar gördükten sonra yaklaşık yüz yıl içinde “ekinimizi” sürdürme kabiliyetimizi nasıl kaybettiğimizi gösterir.

Bir ayette Allah’a yüz çevirenin (تَوَلَّي fiili kullanılır) yeryüzünde her şeyi (başta insanı ve gıdayı) bozduğu ekin ve nesli de helâk ettiği anlatılır. (el-Bakara 2/205)

18. ve 19. yüzyıllarda sanayi devrimiyle fizikî altyapısını kuran emperyalizm, 20. yüzyılda uluslararası hukuk ve kurumlarla sistemleşti. 1980 sonrasında ekonomik küreselleşme, 21. yüzyılda ise dijital teknolojilerle yeni bir safhaya girdi. Bu süreç, Batı merkezli tahakkümün kültürel kodları aşındırmasına ve geleneksel toplum yapılarını dönüştürmesine yol açtı.

Küreselleşmeye karşı direniş, mahallî değerler üzerinden inşa edilmelidir. Ulus-devlet modeli, Batı'nın tarihsel koşullarında üretilmiş ve Müslüman toplumlarda kültürel yabancılaşmaya sebep olmuş ithal bir projedir. Ulus devlet konsepti ithal bir üründür. Küresel standartlar ulus devlet coğrafyalarında milletin Allah’la rabıtasını koparmaktadır. Ekin ve neslin sürdürebilirliği tükenmektedir. Çözüm, küresel standartlara karşı mahalli bir direniş stratejisidir. Küresel sistemin dayattığı tüketim kültürüne karşı, insanın Allah'la ve tarihiyle bağını yeniden kuran bir bakış açısı hem mahalli hem cihanşümul bir denge sunabilir.

Çözüm Ra’d suresinde anlatıldığı gibi Allah ile ahdini yeniden kurmaktır:

"Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, (inkâr eden) kör gibi olur mu? Ancak akıl sahipleri öğüt alır."

"Onlar, Allah'ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri sözü bozmazlar."

"Onlar, Allah'ın riayet edilmesini emrettiği haklara riayet ederler, Rablerine saygı duyarlar ve kötü hesaptan korkarlar."

"Onlar, Rablerinin rızasını kazanmak için sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar için dünya yurdunun güzel sonucu (cennet) vardır."

"(Onlar) Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve çocuklarından salih olanlar da onlarla beraber girer. Melekler de her kapıdan yanlarına varıp: 'Sabrettiğinize karşılık size selâm olsun! Dünya yurdunun sonu ne güzeldir!' derler."

"O kullar, Allah'a verdikleri sözü yerine getirirler ve pekiştirilmiş bir misakı (ahdi) bozmazlar." (Ra‘d 13/19-24, Kur’ân Yolu Meâli)

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya