Küresel bir eko-politik yöneliminin ilk sancıları Türkiye’de yaşanıyor. Yani sancıları yaşayan ilk ülke Türkiye.
Eko-politik bir mesele ama ulus devletin sorgulanması da buna dahil… Geri kalan her şey de…
Enflasyon da… En azından fiyatlama davranışının bozukluğundan kaynaklanan kısmı… Hani son kez mal satacakmış gibi fiyatlama yapıyor ya işletmeler, bir kısmı hakikaten son kez mal satıyor.
Bu yazıda bir süredir açtığım komünal kapitalizm konusunu muhtasar hale getirip artık bağlayacağım. Türkiye’nin kapıldığı rüzgârın başını, gelişimini ve sonunu yazacağım.
Önce olguyu tarif edeyim. Çin tipi kapitalizm olarak da bilinen komünal kapitalizm dünyaya model olarak sunuldu. Gelişen ülkelere bu yolu tercih etmeleri küresel sermaye tarafından özendirildi. Ülkelerin düzeni korumak için Nobel havucuyla gazladığı Trump işte buna savaş açtı.
Çok derin analize gerek yok. Sömürü yoluyla gelişmiş ekonomilerin doldurduğu alanlarda Kore tipi bir yükselişe göre Çin tipi bir modelin daha sonuç alıcı, daha risksiz ve başarı şansı daha yüksek olduğundan…
Böylece ekonomik büyüme kendi doğasıyla değil, laboratuvar fanusunda gerçekleştiriliyor. Bizdeki teknoparklar (incubator) gibi düşünün. Tüm Çin koca bir girişim bölgesi gibi. Devlet bin şirketi desteklese on şirket başarılı oluyor, bu da yetiyor. Uzaktan bakarak şöyle ifade edeyim; girişimci ol(a)mamanın imkansızlık değil, yetersizlik olduğu bir ortam kuruluyor. Girişimci olmayanların iaşesi, barınması ve diğer her şey toplumun sorumluluğundan alınıp devlete veriliyor. Kalkınma bir vasat belirlenip o vasatta dağıtılıyor. Küresel sermayenin bu modele uyumunun gerekçesi de bu zaten; çok agresif kalkınma standartları benimsenmemesi…