Bir konuşmasında Teoman Duralı hoca meâlen bazı toplumların bazı konularda yatkınlıklarının bulunduğunu/bulunmadığını tespitini belirttikten sonra, kendisinin 20’den fazla Türkçe kitap yayınladığını; ancak bunları yayımlamasa da toplumda hiçbir şeyin değişmediğini esefle belirtmektedir. Devamla içinde yaşadığı toplumda insanların felsefeye çok mesafeli olduğunu ve bu mahrumiyetin toplumu başarısız kıldığını söyler.
Özellikle Osmanlı’nın son döneminde modernlikle karşılaşmamızdan itibaren bugüne kadar gelen süreci değerlendirdiğimizde, şöyle bir soru sormak mümkündür; sürekli modern dünyanın gerekliliklerine yetişme hedefi sebebiyle pragmatik olanın aciliyet kesbetmesi teorik ve felsefi olanı ötelemiş midir? Evet bunun bazı etkilerinden bahsetmek mümkündür. Ancak her alanda pragmatizmin belirleyici olması bir müddet sonra neyin niçin yapıldığına dair karmaşayı artırmaktadır.
Burada özellikle “felsefi” olana değinmemiz, meselelerle ilgili bir felsefe tarihi anlatmak ya da ağır felsefi analizleri gündeme getirmek değildir. Elbette bir toplumun gelecek ufku çizebilmesinde uzun vadeli olarak bunlar gereklidir. Fakat “felsefi” olana değini, bir konunun neliği, niçini, hedefleri, nasıl yapılacağı vb. köklü bir düşünmeye tekabül etmektedir. Halbuki pragmatizmin galibiyeti bir müddet sonra günü kurtarmaktan öteye geçmez. Hatta “günü kurtarmak” süreç içerisinde yapılan icraatlar arasındaki çelişkileri de kaçınılmaz kılmaktadır.
Elbette toplumların zaman içerisinde elde ettikleri deneyim ve temel ihtiyaçları önem taşımaktadır. Hatta toplumsal eğilimlerdeki gidişat, biraz da bu ihtiyaçlar doğrultusunda belirlenmektedir. İhtiyaçları temin ederken biriken deneyimler, o toplumun iş yapma biçimini de etkilemektedirler. İnsanlar deneyimsel olana da değer verirler.