“Akıl” konusunda içinde yaşadığımız çağda konuşmak zorlaşmıştır. Bu zorluğun sebebi, meselenin çetrefilli olmasından öte konuşan taraf(tar)ların manipülatif yaklaşımları ile meselenin birden “aklı iptal etmek” ya da “akla sonsuz yetki vermek” arasında kilitlenmesidir. Bu durumda akıl üzerine geliştirilen yargılar ve tartışmalarda temkinli cümleler kurmak gerekmektedir.
Yargıların önemli boyutlarından birisi dinde akli muhakemeye yer olmadığıdır. Bu teze göre, din zaten sahip olduğu dogmalar etrafında insanı çerçevelediği ve belirlediği için mü’minlerinden düşünmesini yani akletmesini istemez; sadece itaat etmesini ister. Ezber haline gelen ve sürekli tedavüle sokulan bu yargıyı bizzat dinlerin teolojileri bile yanlışlamaktadır. Söz gelimi; tarihsel süreçte bugüne kadar İslam’da kelam, fıkıh, tasavvuf, hadis ve tefsir söz konusu olduğunda aklın nasıl işletildiği daha iyi anlaşılır.
Din ile akıl arasındaki gerilimi ve buna dair söylemleri pekiştiren modern zamanlardır. Modern düşünce akla kendi özgül ağırlığının ötesinde bir işlev yüklerken, ondan hakikati bütünüyle ortaya koymasını beklemiştir. Modern düşüncede “akla” dair yüklemelerde şu temel problemlerin altını çizmeliyiz.
Birincisi, akıl işleyen objektif bir mekanizma olarak varsayılmıştır. Buna göre akıl, bir ucundan malzemeleri verilince diğer ucundan kesin sonuçlara bizi ulaştıran bir mekanizmadır. Halbuki aklın rasyonalize etme potansiyeli belirli referanslara bağlı olarak da çalışmaktadır. Bunun anlamı, aklın sürekli bir ideoloji ya da dini rasyonalize etmesi değildir; aynı zamanda kavram, ilişki ve anlamları mantık kuralları çerçevesinde sorgulaması ve analiz etmesidir.