TARİHTE YAHUDİLERİ KURTARAN MÜSLÜMANLAR ONLAR TARAFINDA BUGÜN NASIL YOKEDİLİYORLAR
6-7 MAYIS 2021’DE MESCİT-İ AKSA’DA YAHUDİ ZULMÜNÜ PROTESTO
Aziz dostlar, 6-7 Mayıs 2021’de Mescit-i Aksa ve cıvarında Yahudi zulmünü protesto ve izaha yönelik, röportaj yapılandırılmasında, belgelere dayalı olarak, geniş bir tarih bakış açısından düşünce, görüş ve yorumlarım aşağıda sizlerin hizmetine sunulmuştur. İyi okumalar dileğiyle.
-Bugün adına “Terör ve Soykırım Devleti” denilen İsrail Devleti nasıl kuruldu?
-Batı’nın yayılmacı ve sömürgeci devletlerinin deştiğiyle 14 Mayıs 1950’de Filistin’de onların “Ortadoğu’da bir jandarması” statüsünde İsrail Devletçiği kurulmuştu. Kuruluşunda bu devletin ilk cumhurbaşkanlarından olan Chaim Weizman hatıralarında, “Biz, İngiliz devlet adamlarından Süveyş kanalı bölgesinde kendilerinin jandarmaları olmak karşılığından olarak bizim devletimizi kurmalarını istedik ve onlar da bunu kabul ettiler” yollu özetlenebilecek görüşlerini açık açık yazar. (Chaim Weizman, Trial and Error, Happen and Brothers Publishers, New Yok, 1949, s. 149 ve 192)
Günümüzde böyle bir “Emperyalist Devletlerin Maşası” veya “Vekalet Savaşçısı” İsrail Devletçiği kurulmadan önce, Dünya Yahudileri, yaklaşık 1000 yıllık bir zaman diliminde gerek Müslüman Arap Medeniyeti Yönetimi ve gerekse Müslüman Osmanlı Medeniyeti Yönetiminde, dünyanın hiçbir ülkesinde görmedikleri barış, huzur ve refahı yaşamışlardır.
-Öyleyse şuradan başlayalım, Ortaçağ’ da Yahudileri Hristiyan Köleliğinden Müslümanlar Nasıl Kurtarmışlardı?
-Siyonist Yahudiler, günümüzün “Uzay Çağı” nda Anglo- Sakson ve Kıta Avrupası bileşkesinde, Ortadoğu’da devletçiklerini bunların desteğiyle, kendi itiraflarıyla da onların “jandarmaları olmak” statüsünde, yani anlayacağınız bir nevi “Hristiyan dünyasının gönüllü bekçileri, köleleri olmak” yapılanmasında devletlerini kurmuşlardı ama, Ortaçağ’ da biz İslam dünyasının onları, adı geçen dünyanın “baskı, zulüm ve kölelik” yönetimlerinden kurtardığını neredeyse hiç kimse bilmez. Günümüzün genç nesilleri birçok konuda olduğu gibi bu konuda da dış ve iç “algı operasyonları” ile uyutulmuşlar, gerçekler onların gözünden gizlenmiştir.
Hristiyanlar, daha işin başında peygamberleri Hz. İsa’yı “Yahudilerin çarmıha gerip öldürdükleri” gerekçesiyle onlara “ebedi düşman” olmuşlardı. Bu sebepten onlardan “intikamları” nı almak için ya Hristiyan olmalarını istemişler ya da “topyekun katliam” la tehdit etmelerinin yanında Hristiyan ülkelerden “göçe zorlanmak” a mecbur bırakılmışlardı.
Tarihte, Yahudiler yanında Hristiyanların da “barış ve huzur” içinde bir arada yaşayabileceklerinin dünya tarihindeki ilk güzel örneklerini Peygamberiniz Hz. Muhammet vermişti. Kur’an’ı Kerim de, “Seni alemlere rahmet olarak gönderdik” denilen Peygamberimiz, Müşrik Araplar yanında, en yakınında yaşayan Yahudiler ve Hristiyanları da Müslüman olmaya davet etmişti. Yahudilerden ancak 10 kişi cıvarında kimse Müslüman olabilmiş, bunların en ünlüsü, Peygamberimizin ashap kadrosu içinde yer alan Abdullah İbni Selam olmuştu. Onun Müslüman olma gerekçesini, kendisi bir Tevrat kitabı alimi olduğu halde “Tevrat’ta bahsedilen son peygamber budur” olarak açıklayarak Peygamberimize biat etmesi olmuştu. (Zekai Konrapa, Peygamberimiz ve İslam Dini, Fatih Yayınevi, İstanbul, 1968, s. 1968, s, 320).
Hristiyanlardan da Peygamberimizin tebliğine uyanlar çok az olmuşlardı. Olmuşlardı ama, bunu onlar için bir “baskı, zulüm unsuru” olarak kullanmadı. Kur’an ‘ın kendisine tebliği apaçıktı. Mealen “Senin görevin yalnızca tebliğden ibarettir, ister inansınlar isterse inanmasınlar, dinde zorlama yoktur, sizin dininiz size, onların dini onlara” deniliyordu. Peygamberimiz bunun üzerine, İslam dışı olanlarla da “barış ve huzur içinde bir arada yaşamak” için Medine Yahudileri ve Hristiyanlarını da içine alacak şekilde “Vatandaşlık Antlaşması” veya “Medine Sözleşmesi – İslam Devleti İlk Anayasası” yaptı. Buna göre, Yahudiler ve Hristiyanlar dinlerini ve bütün ırki farklılıklarını serbestçe yaşayacaklar, hariçten Medine’ye bir saldırı olursa burasını birlikte müdafaa edecekler, antlaşmaya taraf olanlar arasındaki her türlü anlaşmazlık Peygamberimizin hakemliğinde halledilecekti. (Konrapa, s. 320) Böylece, dünya tarihinde farklılıklara saygılı ve bunların barış ve huzur içinde bir arada yaşayabileceklerine yönelik olarak “İlk İnsan Hakları Beyannamesi” 1789 Fransız İhtilalinden önce Medine’de yayınlanmış oluyordu.
Görülüyor ki, yaklaşık 1164 yıl süreyle 625 – 1789 zaman dilimini kapsayan Ortaçağ ve Yeni Çağ’da (1453 İstanbul’un fethi ile Ortaçağ sona erdi Yeniçağ başladı. Bu çağ da 1789 Fransız İhtilali ile bitti Yakınçağ başladı) Adı geçen iki çağda Hristiyan dünyasının “Asya Kolu” denilen Bizans’ın Ortodoksluk mezhebi yönetiminde bütün Ortadoğu Yahudileri (Buna, Hristiyanlığın Gregoryan mezhebinden Ermeniler de dahil oldukları halde) yanında, “Hristiyanlığın Avrupa kolu” denilen ve Roma’da oturan Katolik Papa’nın liderliğindeki Katolik mezhebi yönetiminde Kıta Avrupası’ndaki bütün Yahudiler (Ve onlara ilaveten daha sonra Endülüs Müslümanları da), bu iki mezhebin yönetimlerinin “Hristiyanlık Ümmet” i esasına dayalı unsuru halini getirmiş Hristiyan devletler tarafından Hristiyan olmaya zorlandılar ve olmayanlar ya “Engizisyon mahkemelerinde yargılanıp yakılarak” ya da Osmanlı Devleti zamanında olduğu gibi Türkiye’ye göçe zorlanarak zulme tabi tutulmuşlardır.
Halife Hz. Ömer zamanında bütün Ortadoğu, Mısır - Kuzey Afrika Yahudileri ve ardından İspanya Yahudileri buralarda Ortodoksluğu (İspanya’da Katolikliği) kabul etmemekten baskı ve zulüm gördükleri için buralara gelen Müslüman Arap ordularını kendilerine “kurtarıcı” olarak görmüşlerdir. Bu “kurtuluşlar”, bizzat Avrupalıların kendi kaynaklarında bile şöyle dile getirilmiştir. “Arapların buralara gelişleri ‘Tanrı’nın bir lütfu’ oldu… Yakındoğu (Ortadoğu), Kuzey Afrika ve İspanya’da Arap fetihleri, Yahudiler için ışıklı yeni bir çağın başlangıcını açtı”.(Herbert Mason, Reflections on the Middle East Crısıs, The Hauge, Mounton-Paris, 1970, s. 20). “Bütün bu Müslüman fetihleri sonucu Yahudiler, ‘gelecek’ üç asır içinde Arap Müslüman medeniyetinde bir altın çağ yaşadılar.” (Frank Hardie – Irwin Herrman, Britain and Zion, The Fateful Entanglemet, Blackstaff, Oxford, 1950, s. 10)
-Yahudilerin Müslüman Osmanlı Medeniyetinde de altın çağları nasıl yaşandı?
-Bu ikinci kurtuluşun başlangıcı kendisini, Koyu Katolik Müslüman ve Yahudi düşmanı İspanya Kralı Ferdinand’ın 1492’de Arapların 700’lü yılların başlarında kurdukları Endülüs Devleti’ni tamamen yıkmasıyla gösterdi. Roma’da Katolik Papa işbirliği yapan Kral Ferdinand, Müslümanlar ve Yahudilere hitaben yayınladığı bildiride, bir ay içinde ya toptan Hristiyanlığı kabul etmeleri gerektiğini, etmeyenlerin Engizisyon mahkemelerinde yargılanarak cezalandırılacağını ilan etti.
Tam bu sırada din değiştirme ve katliamlardan kurtulmak için Müslümanlar ve Yahudiler Osmanlı Sultanı II. Beyazıt’a ayrı ayrı elçiler göndererek kendilerinin kurtarılmasını istediler. Buna olumlu cevap veren Sultan, Kaptan –ı Derya Kemal Reis’in komutasında Osmanlı Donanmasını İspanya sahillerine göndererek, Müslüman Arapları Cezayir-Tunus’a, Yahudileri ise, Selanik, İzmir, İstanbul ve Beyrut gibi Osmanlı şehirlerine taşındılar.
Sultan II. Beyazıt, Kral Ferdinant’ ın içine düştüğü olumsuzlukları değerlendirirken şunlardan bahsetti: “Sizin ‘akıllı’ diye bahsettiğiniz şu Ferdinand, Yahudileri sürmekle memleketi ve idaresini fakirleştirmiş, benim idarem ise, onları kabulle zenginleştirmiştir.” (Cecil Roth, The House Nası Dona Gracia, Greenwood Press, New York, 1948, s. 90). Padişah, doğru söylüyordu. Çünkü, Yahudiler İspanya’dan Türkiye’ye bütün sermayeleri, ticari ve teknik birikimleri, bankerlik deneyimleri, politik tecrübeleri ve Osmanlı’da olmayan daha başka (Matbaayı da getirmek gibi) yenilikleriyle geliyorlardı.
Avrupa’da 1500’lü yılların başında Yahudilere Katolik baskı, zulüm ve katliamları İspanya ile sınırlı kalmadı. Bunu emsal bütün Avrupa devletleri, içlerinde İngiltere’de dahil, ülkelerinde Yahudileri, “istenilmeyen ırk” ilan ettiler. Din ve ırkdaşlarının Avrupa’da çok kötü durumda olduğunu öğrenen Osmanlı Devleti Yahudileri Hahambaşı İshak Saffetti, buradaki bütün Yahudilere ulaştırılmak üzere, onları Türkiye’ye göce davete yönelik mektubunda şunları yazıyordu: “Beni dinleyiniz: İslam ülkesi hayatın yoludur. Museviler dünyanın hiçbir yerinde Türkiye’de olduğu kadar rahat edemezler… Bu memlekettin rahatı içinde kendi hayatlarımızı daha iyi düşünür, istediklerimizi yapabiliriz. Hayalinizden ne geçiyorsa ve orada (Avrupa’da) düşündüğünüzün bile anlaşılması sizleri felakete sürüklerse, bütün bunları Türklerin yanında yapabilirsiniz, size kimse dokunmaz… Şimdi tembellik etmeyiniz, rahat yere, İslam ülkesine geliniz…” (Prof. Avram Galanti, Türkler ve Yahudiler, Tan Matbaası, İstanbul, 1947, s. 32)
Hahamın bu mektubu büyük etkisini gösterdi. “Kurtuluşumuz” için denilerek Avrupa’nın her ülkesinden Osmanlı vilayetlerine “Yahudi akını” başladı. Dünya’da göremedikleri bütün huzuru Türkiye’de gördüler. Bu olup bitenleri, Yahudi yazarların kendileri bile kitaplarında dile getiriler. Bunlardan birkaç örnek verilecek olunursa şunlardan bahsedilebilir:
“Türkiye’de Yahudiler, yaşayışlarından o derece memnundular ki, Türkiye’yi kendilerine açılan ‘İkinci Bir Kızıl Deniz Olayı’ olarak görüyorlardı. Bu tabiri, 16’ıncı asırda bir Yahudi yazar (Portekiz zulmünden göçüp gelen) Samuel Esque, eseri, ‘İsrail’in Musibetlerinin Tesellisi’ isimli kitabında kullanmış, Türkiye’den ‘Ulu Türkiye’ diye bahsetmişti.” ( Prof. Bernard Lewis, Jews of İslam, Princeton University Press, Princeton, 1984, s. 136)
S. Esque gibi, 16. Yüzyıl Yahudi tarihçilerinden Joseph Cohen de “Gözyaşlarının Vadisi” isimli kitabında, bütün Yahudileri Türkiye’ye çağırıyor, Türkiye’yi, “Sığınılacak hakiki bir şehir” olarak nitelendiriyordu. (Refus Learsi, İsrael: A History of the Jewish People, The World Publishing Company, Cleveland and New York, 1949, s. 320)
-Bütün bu olup bitenlerden sonra Yahudilerin de Osmanlı Devletinin yıkılışında rol almaları onların “nankörlükleri” ne yorumlanabilir mi?
-Tabii ki yorumlanabilir. Hani halkımız arasında, “Bağrımızda bizi sokacak yılanı beşlemişiz, ama haberimiz olmamış” denilmesi yanında, “Besle kargayı, oysun gözünü” de denilir. Bu iki ata sözü, “Dünya Siyonist Teşkilatı Başkanı” Theodor Herzl’in başkanlığında 27 Ağustos 1897’de İsviçre’nin Basel şehrinde “I. Dünya Siyonist Kongresi” nin başladığı zamandan beri günümüze kadar devam eden, Dünya Yahudilerinin ve özellikle de bunlar içende Tevrat’ da “VAAT EDİLMİŞ TOPRAK” denilen Arap Filistin’inde bir “Bağımsız İsrail Devleti Kurmak” amaçlı “Siyonist Yahudiler” in Osmanlı’ya ve ardından gelen Türkiye’ye, niye Türkiye’ye, çünkü, günümüzün İsrail Genelkurmay Başkanı Yardımcısı Yair Golan 12 Eylül 2017de “PKK BİZE (İSRAİLE) HİZMET EDİYOR” demiştir. Yani anlayacağınız, Filistin’le sınırlı “KÜÇÜK İSRAİL” den, Nil’den Fırat’a kadar “BÜYÜK İSRAİL’ i kurmak için, kandırılmış Kürt kardeşlerimizi “Vekalet Savaşçıları” olarak zaten bu terör örgütünü kurulduğu 1978’den beri İsrail, üstelik de Amerika ile birlikte ve hatta buna Avrupa devletlerinin birçoğunu da dahil edebileceğimiz halde sürekli kullanıyorlar.
I.Dünya Harbi yıllarında 1915 yazında 650 kişilik bir “Siyon Katır Alayı” Çanakkale’de bizim ordumuzla savaşırken, 5 alaydan ibaret 5000 kişilik bir Yahudi ordusu “Kral Davut’un Askerleri” ismiyle 1917 yazında yine İngiliz ordusu saflarında Filistin’de bize karşı neden ve niçin savaşmıştı? İngiltere’ye dayanarak Osmanlı İmparatorluğunu yıkmak süratiyle Filistin’e konmak ve burada, yapılan “projeksiyon planı” na göre, “50 yıl içinde” (1898 – 1948) denilerek 1948’de “İsrail Devleti” ni kurmak içindi. Çok şükür (!) kurdular. Hem de 1492’den beri Türkün ve Türkiye’nin ekmeğini yiye yiye kurdular. Doğrusu, gözlerine dursun! Bu arada, bazı Türkiye Yahudilerini böyle bir suçlamadan tenzih ederiz. Çünkü, onların bir kısmı “velinimetimiz” dedikleri Türkiye’ye hep sadık kalmışlardır. Bütün çektiklerimiz, “Siyonist Yahudiler” den kaynaklanmıştır.
-Bütün bu olanlardan sonra Araplar da hak ettiklerini buldular mı?
-Fazlasıyla buldular. Birçok Arap vilayetinde, Filistin’de de Yahudiler yanında “Halife’ye isyan etmiş Ayrılıkçı İngiliz piyonu Araplarla” da savaştık. İsyanın başı Mekke Şerifi Şerif Hüseyin, etrafına topladığı, paralı askerleri “Arap Bedeviler Sürüsü” nü Hicaz’da ve Filistin’de İngiliz Ajanı Lavrens’in emrine verdi. İngilizler, sahte bağımsızlık vaatleriyle Arapları da kandırdılar ve “Halife’ye isyan ne demekmiş” ettiklerini buldur. Anlayacağınız, Araplar kendi bağırlarına bir hançer gibi saplanacak olan “İsrail Devleti” nin kurulmasına bilerek veya bilmeyerek kendileri de hizmet etiler. Hep ettiler ve bunun cezası olarak zaten 123 yıldan (1898 – 2021) beri hep bunu çekiyorlar. O günden bu günü her gün kan akıyor. Gerçi, “İngilizlere ve Siyonistlere kanarak Türklere, İslam’ın Halife’sine el kaldırdık, pişmanız” diye yakınsalar da, bu gidişle 123 yıl daha üzerlerinde yaşanan zilleti yaşamaya devam edecekleri anlaşılıyor.
-Öyle de olsa böyle de olsa Araplara yine biz Türkler ve Türkiye sahip çıkacağız herhalde?
-Doğru söylüyorsunuz. Zaten neredeyse 123 yıl süreyle hep biz tek başımıza sahip çıktık. Günümüz itibariyle de 8 Mayıs 2012’de Mescid-i Aksa’ daki “İbadet Baskını” sırasında ölen 5 kişi ve yaralanan 200 kişiye yine biz sahip çıktık. Camiye giren İsrail polisi ve askerleri mübarek Ramazanda teravih namazı kolan Filistinli Araplar üzerine plastik mermiler sıktılar. Gaz ve ses bombaları attılar . Atalarımız, “Kaynaktan su için kimseye yılan bile dokunmaz” derler ve ilave ederler, “İbadethanelerinde ibadet eden dinin müminlerine düşmanları bile dokunmazlar” da derler. Ama gelin görün ki, sanki kendileri “İnsanlığın insan olmayan numuneleri” denilebilecek Yahudiler dokunabiliyorlar.
Bütün olup biten rezaletlere, Türkiye’den başka neredeyse hiç tepki gösterenler ve kınayanlar olmadı. Amerika’dan Kıta Avrupası’na kadar bırakanız bütün Hristiyan dünyasını bir yana, 25 Arap devletinin bile neredeyse hiçbirisi ne tepki gösterdi nede kınadı. Zaten Filistin’de bütün bu olup bitenler “Yahudi –Hristiyan Haçlı İttifakı” ile oluyor. Bu sebepten, bu ittifak devletlerinin tepki göstermemesi, kınamaması normaldir. Ama, 100 milyonluk Arap Dünyası ve 1.5 milyarlık İslam dünyasından Türkiye dışında (çok sınırlı da olsa) niye sahip çıkan yok!. Böyle bir Müslümanlık ve Müslüman dünyasız olur mu? Üstlerine sanki “ölü toprağı” serpilmiştir.
Geniş bir tarih perspektifinden bakılırsa, işin daha da garip bir yanı, yaklaşık 1000 yıl önce, Filistin’deki “Mazlum Yahudiler” i Hristiyan Ortodoks Bizans’ın zulmünden biz Müslümanlar kurtarmıştık. 2021 yılında ise o kurtardığımız Yahudilerin torunları, bu sefer de sırf Müslüman oldukları için biz Müslümanlara zulmediyorlar ve giderek onları “soykırım” a tabi tutarak “Müslümansız bir Filistin” hayal ediyorlar. Oldu mu şimdi bu? Yukarıdan beri anlattığımız bütün bu olumsuzluklara “NANKÖRLÜĞÜN DANİSTASINI YAPMAK ” demezler mi?
Süleyman KOCABAŞ
Tarihçi Yazar
kocabassuleyman@gmail.com