İstismar, “Birinin iyi niyetini kötüye kullanma, sömürme” demektir. Dinî değerlerin istismarı ise, bu değerlerden birini veya bir kaçını çıkarı için kullanmaktır. Bu nedenle dinî değerleri istismar edenler, gösterişe düşkündürler ve görselliğe daha çok önem verirler, böylece insanları kandırdıklarını zannederler, ama bu kandırma fazla uzun sürmez, zamanla hissedilir hale gelir. Bununla birlikte dinî değerlerin istismar edilmesi bir sorundur ve sorun olmaya da devam etmektedir.
Bu istismar örneklerden biri de Sıffin Savaşına aittir. Bilindiği gibi Hz. Ali ile Muâviye arasında meydana gelen bu savaşta Muâviye’nin ordusu tam mağlup olacakken, Amr b. Âs’ın önerisiyle mızrakların ucuna Kur’ân sayfaları takılır, bu davranış da savaş durur ve konu hakeme havale edilir. Amr b. Âs, Muâviye’nin temsilcisi, Ebû Mûsa el-Eş’arî ise Hz. Ali’nin temsilcisi olarak hakem heyetinde yer alır.
Yapılan uzun görüşmelerden sonra hakem heyeti, hem Hz. Ali’yi hem de Muâviye’yi azletmeye ve hilâfet makamına herkesin kabul edeceği bir kişinin seçilmesine karar verir. İki taraf bir araya gelince, Amr b. Âs, siyasî kurnazlığını göstererek, önce kendisinden yaşça daha büyük olduğunu ileri sürerek, Ebû Mûsa el-Eş’arî’nin konuşmasını ister ve kendisinin ondan sona konuşacağını söyler. Ebû Musâ da kararlaştırıldığı üzere; hem Hz. Ali’yi hem de Muâviye’yi hilâfetten azleylediğini söyler. Sıra Amr b. Âs’a gelince o da, Hz. Ali ve Muâviye’yi azlettiğini, fakat Muâviye’yi tekrar halifeliğe nasb eylediğini açıklar. Böylece Muâviye’nin halife seçilmesine vesile olur.
Amr b. Âs’ın, ölüm döşeğinde iken ağladığı ve bunu gören oğlunun, “Niçin ağlıyorsun? Ölümden mi korkuyorsun?” dediğinde, babasının “Hayır ölümden değil, ben asıl ölümden sonraki hayattan korkuyorum. Ben öldüğüm zaman arkamdan kimse ağlamasın. Kimse beni methetmesin” diye cevap verdiği nakledilmektedir. Daha sonra Amr, yüzünü duvara çevirerek “Allah’ım, Sen emrettin biz isyan ettik. Sen nehyettin biz tersini yaptık. Affına sığınıyorum. Allah’ım; gücüm yok, yardım et, suçluyum, özrümü kabul et, senden af diliyorum” şeklinde dua ettiği ve ruhunu teslim ettiği de söz konusu bu rivayetler arasında yer alır . [1] Bu da onun bir vicdan azabı çektiğini gösteriyor.
Onun Kur’an sayfalarını mızrakların ucuna takma önerisi, savaşı durdurmuş ise de dinî birlik ve beraberliği parçalayan yeni fitnelerin ve tefrikların oluşmasına, Haricîlik gibi bir mezhebin doğmasına ve Şiîliğin ilk nüvesinin oluşmasına da sebep olmuştur. Dinî değerleri istismar, bununla da sınırlı kalmamış, tarihin her döneminde az veya çok söz konusu olmuştur. Bunlardan sadece tarihe mal olanlar bilinmiş, olmayanlar ise ortaya çıkartılacağı güne kadar kiramen katibîn meleklerinin kayıtlarındaki yerini almıştır. Bununla birlikte dinî değerlerin istismarı, bazı hikayelere de konu teşkil etmiştir. Bunlardan biri de Libya halk edebiyatına aittir ve internet sitelerinde de yer almaktadır. Hikaye şöyledir:
“Evine gelen adam, evde tek başına yaşayan eşini ağlar halde görür, ağlamasının sebebini sorar. Kadın: “Evimizin önündeki ağaca konan kuşlar beni türbansız görebiliyor; bu durumda Allah’a karşı günah işlemiş olabilirim, onun için ağlıyorum” der. Adam karısının Allah korkusu duyarlılığından çok etkilenir; onu kucaklar ve alnından öper. Daha sonra da kazma kürek hazırlar, karısını rahatsız eden kuşların konduğu ağacı kökünden söker.
Adam çalışan biridir ve işe gidiş dönüş saatleri de bellidir. Günlerden bir gün çalıştığı yerden eve erken gelir. Kapıyı açar, karısına sürpriz yapmak için sessizce içeri girer, ama hayatının sürpriziyle karşılaşır. Kuşların kendisini türbansız görmesinin iffetine halel getireceğini düşünen eşini, yatak odasında bir adamla birlikte görür. Adam gördüğü durum karşısında şaşkındır. Eşine hissettirmeden ihtiyaç duyabileceği birkaç parça eşyayı da alarak evden çıkar; önüne çıkan ilk yoldan dönmemek üzere yaşadığı şehri terk eder.
Uzun bir yolculuktan sonra kendini kalabalık bir halk topluluğunun içinde bulur. Kalabalıkta herkes şaşkındır ve anlaşılmaz bir uğultu vardır. Adam birine yaklaşır ve kalabalığın nedenini sorar. Kraliyet hazinesinin çalındığını ve failinin de bulunamadığını öğrenir. Kral, halkı sarayının önüne toplamış, fail bulununcaya kadar sarayın önünde kalmalarını emretmiştir. Kalabalığın içinde ayak parmakları üzerinde yürüyen biri, adamın dikkatini çeker. Adam, yanındakilere bu kişinin kim olduğunu sorar. Onlar da bu adamın kraliyetin din adamı olduğunu; ayağını tam basarsa, istemeyerek de olsa karınca ezebileceğini düşündüğü için Allah korkusuyla ayak parmakları üzerinde yürüdüğünü söylerler.
Adam: “Allah’ım! Hırsızı buldum beni krala götürün” diye bir çığlık atar. Adamı krala götürürler. Adam kralın huzuruna gelince “Hazineyi çalan hırsız, kraliyetin din adamı, o değilse benim başımı kesin” der. O din adamını getirirler. Kısa bir sorgudan sonra, karınca ezmemek için parmakları üzerinde yürüyen o din adamı, hazineyi çaldığını itiraf eder. Kral, daha önce hiç görmediği bu adama dönerek, “Din adamının hazineyi çaldığını nereden bildin?” der. Adam, “Ey kral! Sevap kazanmak iddiasıyla davranışlarında Allah korkusunu abartanlar, bu abartılarını kendi suçlarını örtmek için yaparlar diye cevap verir.” Bu hikayeyi ilk defa okuduğunda A’raf suresinin 26. Ayetinde yer alan “takva elbisesini giymenin” ne kadar da önemli ve değerli olduğunu bir kere daha anlamıştım.
Hikayeler, insanlara duyguları, olguları ve davranışları algılama ve anlamada eşsiz imkanlar sunarlar. Bu hikaye de bize böyle bir imkan sunuyor. Nitekim çoğu kimse, hayatında bu ve benzeri istismarcı tiplere; yalancı, riyakar, gösteriş düşkünü insanlara şahit olmuştur ve çoğu zaman da hangi insanın samimi, hangisinin riyakar olduğu konusunda tereddüt etmiş yada yanılmıştır. Bu da haliyle vicdan sahibi ve samimi her insanı rahatsız etmektedir. Bu nedenle insanlar hakkında bir karara varmadan önce onları tanımak, bunun için de araştırma yapmak gerekiyor. Nitekim Hz. Ömer de bize araştırma yapmanın önemini gösteren bir örnek sunuyor:
Aralarında bazı ufak nüanslar olsa da rivayetlerden birinde bazı insanlar, Hz. Ömer’in yanına gelir ve ona mescitte gördükleri takva sahibi bir kaç kişiden söz ederler. Bunun üzerine Hz. Ömer onlara, “O mescitte gördüğünüz ve bana ‘takva sahibi insanlar’ diye şehâdette bulunduğunuz kişilerle hiç alışveriş yaptınız mı?” der. Onlar da “Hayır yapmadık” derler. Hz. Ömer, tekrar sorar: “Onlarla yolculuk yaptınız mı?” Bu soruya da onlar, “Hayır Yapmadık” cevabını verirler. Daha sonra Hz. Ömer, “Peki, onlarla komşuluk/arkadaşlık yaptınız mı?” diyerek üçüncü bir soru daha sorar. Onların cevabı yine “Hayır, yapmadık” olur.
Aldığı bu cevaplar üzerine Hz. Ömer, “Demek ki siz onları mescitte boyunlarını sallarken gördünüz ve takva sahibi kimseler sandınız öyle mi? Dikkat edin! Takvâ, boyun sallamakta değildir” der ve onlara insanı tanımak için üç önemli kriterin bulunduğunu da böylece öğretmiş olur.
Kur’an’da ise istismar/ riya ile ilgili olarak şöyle denilmektedir
“Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah, kâfirleri doğru yola iletmez”. [2]
“Şımarıp böbürlenmek, insanlara gösteriş yapmak ve (halkı) Allah yolundan alıkoymak için yurtlarından çıkanlar gibi olmayın. Allah, onların yaptıklarını kuşatıcıdır”. [3]
“Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar.” [4]
Hz. Peygamber de “Ümmetim için gizli şirk ve şehvetten kaygı duyuyorum” dediğinde ona “Sizden sonra da hâlâ şirk olacak mı?” diye sorulur, oda “Evet, fakat bu güneşe, aya, taşa ve puta tapmak şeklinde olmayacak, insanlar ibadetlerini riya için yapacaklar” [5] cevabını verir.
Sonuç olarak, günah işlemek kötüdür, ama bundan daha da kötüsü, günahlarını gizlenmek için dinî söylemlerini ve davranışlarını abartıp öne çıkartma, dinî değerleri istismar ederek kendilerini daha dindar gösterme çabası içinde olma tavırlarıdır. Yanlış olan budur. Zira insan, ne melektir, ne de şeytan! Bu nedenle insan, iyilik de yapar; günah da işleyebilir, hata da edebilir, ama işlediği günahlardan daha kötüsü, bir günahkâr olarak kendini dindar olarak gösterme tavrı ve çabası içinde olmaktır. Günahkâr kişiye gereken gösteriş yapmak veya günahını perdelemek değil, Allah’tan af dilemektir. Zira tövbe etmek, bunun için vardır. Ama günah işleyen ve hata eden insan, sanki hiç günah işlememiş veya hata etmemiş gibi bir halet-i ruhiye içinde olur da bunu, sözlerine ve davranışlarına abartılı bir biçimde yansıtmaya çalışırsa, işte o zaman bu davranış, istismar/riya olur, yalan olur, gösteriş olur. Bu nedenle Allah Teâlâ , bizden samimiyetle ibadet etmemizi istiyor. [6] Hz. Peygamber de “Allah, ancak samimiyetle ve kendi rızası için yapılan amelleri kabul eder” [7] ve “Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar“ [8] buyuruyor.
[1] Ali Bardakoğlu ve diğerleri, Sahabîler Ansiklopedisi, Tercüman Gazetesi, İstanbul 1989, s. 93-95
[2] Bakara 2/264; ayrıca bkz. Nisa,4/38.
[4] Nisâ 4/142; ayrıca bkz. Mâûn 107/6.
[5] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/124.
[8] Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9.