Dünyanın başka bir ülkesinde olsaydı, yüz senedir kendisini meşgul eden, uykularını kaçıran, bütün iç ve dış ataklarında endişe kaynağı olan, her adımını onu hesap ederek atmasına sebep olan, bir ayak bağı gibi attığı bütün adımlarda tökezlemesine neden olan, bu yüzden tarihi düşmanlarına olmadık tavizler vermek zorunda kalan, bu yumuşak karnını keşfeden düşmanların da bu durumdan azami istifade etmek için her fırsatı değerlendirmelerine imkan veren, isyanlara, yüz binlerin ölümüne, katliamlara, zamana yayılmış, düşük yoğunluklu bir kardeş kavgasına yol açan, son elli senedir de kesintisiz bir terör ve şiddet ortamı yaratan, ülkenin maddi ve manevi kaynaklarını tüketen bir sorunun bitme ihtimalinin belirdiği şu günlerde bütün imkanlarını kullanarak böyle bir belanın bir daha memleketin başına gelmemesi için ne gerekiyorsa yapardı.
Üniversiteleri harıl harıl bilimsel araştırmalar yapar, hükümetin önünü açmak, elini güçlendirmek, tarihin, kültürün, medeniyetin, sosyolojinin ruhuna uygun adımlar atmasını sağlamak için akademik projeler üretir, rapor üstüne rapor hazırlardı. Medyası gecesini gündüzüne katar, iktidarın önüne ayağı yere basan modeller koyardı. Memleketin ruhuna uygun adımlarını teşvik ederdi. Muhalefeti, bütün çelişkileri, iktidarla yürüttükleri siyasi, ideolojik kavgaları bir kenara bırakır, var gücüyle hükümetin yanında yer alırdı. Kendi cephesinde çözümler üretir, kamuoyuna sunardı. Ama ülkemize bakıyorum, meclisteki veya meclis dışındaki muhalefet partilerine, ülkemizin üniversitelerine, medyasına, her köşe başında mantar gibi biten vakıf ve derneklerine, ekranları parsellemiş fazla bilmiş inkılap tarihi cesametindeki bilimsellikleriyle ulemasına, Diyanete, muhafazakar STK'lara, Medreselere, Kur'an kurslarına, Tarikatlara, Cemaatlere, Mezhep ve Meşrep mensuplarına bakıyorum... Hiçbirinden deyim yerindeyse çıt çıkmıyor.