Okumaya başladığınız yazının ana fikrini -mübalağalı bir metafizik anlatımla söylersem- atomlarına kadar anlaşılması için daha yazının doğum öncesi aşamasında özetlemeye çalışayım:
21. Yüzyıl'ın ilk çeyreğinde icat ettiğimiz yapaylık; (yalnızca Yapay Zekâ'dan söz etmiyorum) bir başka deyişle teknolojinin ürettiği 'neo-kültür ve ahlâk', bizim Frankensteinımız olabilir. Yani en büyük meydan okumayı içeren entelektüel mahsulümüz, bizi yavaş yavaş yok edebilir.
İmdi... Bu ana fikir ekseninde ayrıntılara girebiliriz: Yirminci Yüzyıl, bilhassa onu yaşayanlar açısından anlatacak pek çok hikâye ile doludur. Esasında 25 sene önce geride bıraktığımız yüzyılı, insanlık tarihinin paradoksal biçimde hem en vahşi; hem de en mutlu dönemi olarak nitelendirmek yanlış olmayacaktır. 2000 senesi; bu tuhaf, bir yandan çok verimli, bir yandan da -iki büyük savaşı göz önüne alırsak- ilençli yüzyılın bitişi olarak insanlığa umut vermişti. Ancak şimdi 2000'e göre bilgi ve refahla ilişkimiz açısından çok daha iyi durumda olduğumuz söylenemez.
20. Yüzyıl, iki büyük savaşın da aralarında bulunduğu çeşitli sebeplerle (ancak daha önemli sebep üretimin patlaması) dünya nüfusunun en çok arttığı yüzyıl olmuştur. Bugün dünya nüfusu 8,5 milyara dayanmıştır ve insan evladı denilen tür; gezegene hiç olmadığı kadar geniş derecede yayılmıştır. Bunun yalnızca 225 yılda olduğunu söyleyelim: Şöyle ki; 1 milyara 1804, 2 milyara 1927, 3 milyara 1961, 4 milyara 1971, 5 milyara 1987 yılında ulaşılmıştır. Yüzyılın ve aynı zamanda bin yılın son senesinde, 1999 sonunda ise 6 milyara erişilmiştir.