Dünya coğrafyası, zaman zaman hitabetin ihanetini yaşayarak bedel ödemiş; bugün de insanlık ve ülkem hitabetle hipnozlanılmaya devam ediyor.
Hitabet, bir yanı ile sihirli, bir yanıyla da zehirli bir sanattır. Teknolojinin de desteği ile bugün ses, söz, görüntü büyüleyici hale geldi.
Kullanılabilecek tüm kutsalları, doğruları hitabetin malzemesi yaptık. Kimseye ‘’ doğru’’ söz bırakmadık. Ama doğruluğun , adaletin yaşanırlığını göremedik, göremiyoruz.
Tarihen cinayetler, isyanlar; hep hürriyet, adalet, demokrasi adına yapılmadı mı?
Değerlerimizi modellemeyi bırakın; adeta değerleri ile savaşan bir ülke olduk. Suç istatistikleri bunu gösteriyor.
Kriptonun, laf cambazlığının, hedef şaşırtmanın, hatta bugün, aklın üstünü örten bilimsel takiyyenin de en profesyonellerini yaşıyoruz. Meselâ aşılar, ilaçlar, gübre, uzayın spreylenmesi, dünyayı saran uydular…
Benim sosyal, ahlaki direncim değerlerimdir. Değerlerim, kutsallarım iki yüzlü hitabetin ve siyasetin malzemesi yapıldığında ben savunmasız kalıyorum.
Hitabet dün de bir çeşit afyondu, bugün de.
Ayrıca çok kanılgan bir millet olduğumuzu; özellikle son iki yüz yılda çok aldatıldığımı, önüme rolünü çok iyi oynayan liderler, aydınlar çıkartıldığını da ifade etmeliyim. Bugünü besleyen dünü çabuk unutuyoruz. Meselâ; cani, bebek katili Apo, bugün kurucu önder oldu…
Bu unutmayı Hasan Sabbah’ ta, Lenin’de, Hitler’de, Moon Tarikatı’nda , FETÖ’ de, Adnan Oktar’ da gördük. Sonuç !??...
Bu liderler sözün büyüsü ile milyonları ardı sıra sürüklemiştir. İşin daha acısı hitabetin duygusal ikliminde aklın, sorgulamanın üzeri örtülmüş; taraftarlar mankurtlaştırılmıştır.
Tarih göstermiştir ki iyi bir hatip olmadan, iyi bir hain olamıyorsunuz. Yine tarih göstermiştir ki kelâmla kemâlet olmuyor .
Hitabet, çoğu kere aklın, muhakemenin, sorgulamanın üzerini örter. Hitabetle tâbi olma üst düzeye çıkar.
Bugün dinî ve beşeri kelâmla essahtan uyuşturuluyoruz, hipnozlanıyoruz. Hem de öz değerlerimizle. Cihat, mücadele, dünyayı ve beşeriyeti imar ruhumuz pasifleştiriliyor. Hayata, ahirete dair cehdiniz, coşkunuz yoksa yaşamıyorsunuz demektir. Yaşamak, hayatta iz bırakmak, üremektir.
Hele kutsallarınız, doğrularınız istismar ediliyorsa, hitabet iyiden iyiye ninniye dönüşür. Bugün hitabetle algı oyunları yapılıyor. Takiyye altın çağını yaşıyor. Ayrıca reklam ve tanıtımlarla zehir olan içecek ve yiyecekler bal diye anlatılıyor.
Yönetimde hesap verilirlik, şeffaflık olmazsa ‘’ cambaza bak cambaza ‘’ oyununu oynarız.
Küresel Çete ülkemizde iktidarı da muhalefeti de dizayn ederek bize bu oyunu seyrettiriyor.
Emekli emeklemeye devam edecek, ülkenin zenginlikleri, madenleri, kıyıları, yaylaları yabancı sermayeye satılacak; zengin daha zengin, fakir daha fakir olacak; ahlak, eminlik, dürüstlük yerlerde sürünecek ve biz de bir ‘’umut’’ diye bekleyeceğiz, ‘’ululemre’’ itaat edeceğiz.
Hapishaneler, hastaneler, adliyeler gırtlağa kadar dolu, boşanmalar uçmuş, toplum ahlâki kriz ve bir ruh depremi yaşıyor; ama biz halâ sözün sihirindeyiz.
‘’Konuşan Türkiye’’ olalım da biraz da doğruları, adaleti yaşayan; helâlê harama dikkat eden; gözünün önündeki istatistikleri gören; özellikle ABD’ye, Siyonizme boyun eğmeyen bir Türkiye olalım.
Dün söylediğimizi bugün yalanlamayalım. Dünyalık bizi aldatmasın. Nisa, kasa, masa imtihanında dosdoğru olalım.
Değerleriniz temsil makamlarında yaşamıyorsa, değerler iki defa öldürülüyor, demektir. Çünkü TUZ KOKARSA SÖYLEM ZEHİRE KESER. İktidar güneşi, makam güneşi sizi zehirlemişse keçeleşirsiniz. Basiret ve ferasetiniz kitlenir. Çünkü kalbiniz yara almış, gözünüz körleşmiştir.
Küresel sermayenin talimatı olan İstanbul Sözleşmesini bir gece yarısı iktidar ve muhalefetin alkışları ile kabul edeceksin; 6284, 7552 gibi yasaları çıkaracaksın, masum kadın hakları adıyla ihaneti perdeleyeceksin, sonra da ‘’aile’’ diyeceksin.
Küresel sermaye , Siyonist Çete, Gazze’deki katliamı kınayanları bile cezalandıracak kadar azgınlaşacak ve ben halâ konuşacağım.
Siyonist Çete; Ümmetçiliği, İslâm Birliğini, Osmanlıcılığı gündemine alacak; Telaviv’ deki (1958) İlahiyat Fakültesi harıl harıl İslâm coğrafyasına ‘’din adamı, araştırmacı, bilim adamı…’’ yetiştirecek; Siyonist ve Vatikan talimatlı ‘’bilim’’ adamlarıyla İslâmda ihtilaflar, tahribatlar, sahte mezhepler, tarikatlar, klikler oluşturulacak ve ben halâ konuşacağım.