Türkiye genç neslini de, Müslüman sosyolojisini kaybediyor.
Hızla intiharın eşiğine sürükleniyor.
Tam da dünyanın bize ihtiyaç hissettiği bir zaman diliminde biz intihar ediyoruz, demiştim. İntihar'dan kurtuluş, hem bizi hem de dünyayı yaşanan anlam krizinden çıkaracak bir medeniyet fikri ve bu fikri hayata geçirecek bir öncü dâhiler yetiştirmekten geçiyor.
Bir neslin yaptığı işi tek başına yapabilecek Gazzali gibi, İbn Arabî gibi, Mevlânâ ve Sinan gibi öncü dehalar yetiştirebilirsek hem bu intihardan kurtuluş hem de yeni bir medeniyetin kuruluş yolculuğu sürecinde bir mesafe katedebiliriz.
Azerbaycan MTO temsilcimiz Vuqar Azizov kardeşimizin bendenizin yazılarımda çerçevesini çizdiğim teorik çözümlemelere dayanarak Osmanlı ruhunun felsefî / metafizik temellerini tartıştığı muazzam yazısının ikinci bölümünü sizlerle paylaşıyorum.
1. “NİZAMİYE MEDRESESİ” VE ÜÇ DEHA
Belki bu başlık garip gelebilir. Gazzali’yi anladık da, İbn Arabi ve Mevlana ile Nizamiye medresesi arasında nasıl bir bağ var sorusu ortaya çıkabilir. Ancak Nizamiye-Osmanlı arasında bir bağ olduğunu dikkate alarak ve bu medrese sisteminin Osmanlı’nın belkemiği oluşundan yola çıkarak diğer iki deha’nın da bir şekilde bu bütünlüğün içinde rol aldığını fark etmek mümkündür. Ki, bu farkı fark ederek Nizamiye medresesinin Osmanlı hayat nizamını nasıl doğurduğunun içini doldurabiliriz.
Selçuklu döneminde kurulan Nizamiye medresesi, İslam medeniyetinin kuruluşu ve olgunlaşması için bir ön zemindir. İslam dünyasında büyük bir devrim yaratmıştır. Bu medreseler, Gazzali’nin etkisiyle şekillense de, İbn Arabi ve Mevlana’nın fikirleri, dolaylı olarak bu sistemin entelektüel ve manevi temellerine katkıda bulunmuştur. Osmanlı medrese sisteminin kökenleri de Nizamiye medreselerine dayandığı için, bu üç dehanın etkileri Nizamiye üzerinden Osmanlı’ya ulaşmıştır. O zaman ayrılıkta özet olarak bu üç dehanın Nizamiye medresesi ve Osmanlı üzerindeki bağını bulmaya çalışalım.