İçinde yaşadığımız günler, yıllar, hatta asırlar biriken hatalarımızı anlayıp tekrar dirilebilme sınavlarıyla dolu. Şöyle düşünebiliriz:
Ben Allah’a, peygambere ve ahiret gününe inanıyorum diyen, ama hiçbir hayır ya da ibadet yapmayan, aksine her türlü melaneti işleyen birisine de biz mümin ve müslüman demek zorundayız. Sonra kademe kademe asgari farzları yerine getiren, büyük günahlardan kaçınan ama İslam’ın ve müslümanların uyanıp ayağa kalkması, zilletten kurtulması gibi bir derdi olmayan ve bu dünyada hayatını yaşayan biri de elbette müslümandır. Diğerine göre epey de mesafe almıştır. Bu dertleri dert bilmekle beraber hiç biriyle ilgilenmeyen, kulübesine çekilip tespihiyle, evradü ezkârla yaşayan biri de bu ikisinden daha ileri derecede müslümandır. Ancak eğer tarihte İslam hep böyle müslümanlara kalmış olsaydı şu anda İslam diye bir şey yoktu. O halde bu işin başka bir kademesi daha olmalıdır ki, asıl beka sorunumuzu halletmiş olalım. Bu kademe kendi kadar, hatta kendinden çok geleceği düşünen ve bunun gereğini yapmaya çalışan, bunun heyecanını ve derdini yaşayan müslümanlardan oluşur. Bendeniz öğrendiklerimden öyle anlıyorum ki, bu kademedeki müslümanların bir günü Allah katında, altmış yılını gece gündüz nafile ibadetle, evradü ezkârla geçiren müslümanlardan çok daha değerlidir. Böyle olmanın her alanda farklı gerekleri ve belirtileri vardır ama en azından kendi çocukları ve hatta zürriyeti üzerine titreme, onların müslüman kalmalarını sağlamak için maddi ve manevi çaba sarf etme çok önemli bir belirtidir. Bir önceki yazımda bunun bir ucuna temas etmeye çalıştım. Oradan devam etmek istiyorum.