Bir önceki yazımızda İslam’ın devleti olur mu, diye sormuştuk. Şimdi de devletsiz İslam olur mu, diye soralım.
İslam’ın bir devlet kurmayı doğrudan emretmediğini söylemiştik. Buna bağlı olarak bir devlet şekli teklif etmediği de anlaşılmış olur. Bunun asıl sebebi, daha önce de söylediğimiz gibi, devlet şeklinin şartlarla alakalı olması ve şartlar değiştikçe de zorunlu olarak devletin şeklinin ve yapılanmasının da değişeceği gerçeğidir. Allah bunu ulemanın aklına, istinbat ve içtihatlarına bırakmıştır. Yeter ki Kuranıkerim’de zikredilen temel prensiplere uyulmuş olsun.
Yönetim söz konusu olduğunda bu prensipler nelerdi? Her hak sahibinin hakkını tastamam alabilmesi, adalet, şura, işi ehline verme. Bunları hakkıyla gerçekleştiren herhangi bir yönetim İslam’ın yönetimidir. Bu da dinin, canın, aklın, malın ve ırzın korunması demektir. Bunları bugünkü karşılıklarıyla açarsak; düşünce ve inanç özgürlüğü, yaşama hakkı, mülkiyet hakkı, namus ve haysiyetin korunması diyebiliriz. İşte bir ‘İslam Devleti’nin ya da ‘Müslümanların devletinin olmazsa olmaz omurgası budur. Buna ‘İslam Devleti’ denmesini tartışabilirsiniz.
Ancak daha önce de söylediğimiz gibi, tarihi gelişmelere paralel olarak fakihler bu yapılanmanın fıkhını geliştiremediler. Neden böyle oldu? Bunun sebepleri doktora tezi olacak kadar geniş bir meseledir, ama kısaca şunları söyleyebiliriz: Çünkü Raşit Halifeler döneminde sahabenin henüz hayatta olmasıyla ve halifelerin şuraya önem vermeleriyle buna gerek duyulmuyordu. Zaten o dönemde fıkhın diğer alanları da bağımsız bir ilim olarak kurulup gelişmemişti. Sonra yönetim ‘ısırıcı krallara’ geçti, saltanat ve monarşi başladı. Yönetimi eleştirenler korkutulup sindirildi. Bunun yanında yönetimin alimleri yanlışların engellemesini isteyen naslar yerine, itaati öne çıkaran ve bunu mutlaklaştıran naslara vurgu yaptılar ve yöneticilere, kim olurlarsa olsunlar laf söyleyenleri tepelediler. Oysa kötülüğün ortadan kaldırılması, iyiliğin ikamesinden daha önemli ve öncelikli idi. ‘Def-i mazarrat celb-i menafiden evladır’.