DEĞER ANLAYIŞIMIZ KUR’AN’LA NE KADAR UYUMLU?
MAKALE
Paylaş
25.05.2025 17:50
543 okunma
Prof. Dr. Celal Kırca

“Bir şeyin önemini belirlemeye yarayan soyut ölçü, kıymet, üstün niteliğe” [1] değer denilmekte; “amaç  değerler” ve “araç değerler”  olmak üzere iki kısma  ayrılmaktadır.  Hayatın temel amaçlarını gösteren değerlere amaç değerler; bu amaçlara insanı ulaştıran her türlü etkinlik, çaba ve gayretlere de  araç değerler  denilmektedir.  Diğer bir ifade ile amaç değerler, insan hayatındaki hedefleri; araç değerler ise insanı bu hedeflere götüren yolu ve vasıtayı ifade eder. Ayrıca değerlerin, konularına göre bilimsel, sosyal, ekonomik, estetik, siyasî ve dinî değerler olmak üzere sınıflandırıldığı  da bilinmekte ve  bunlar arasında dinî değerlerin, insan hayatında ayrı bir yere ve öneme sahip olduğu   görülmektedir. Özellikle  İslâm dininin  ana kaynağı olan Kur’an’da  dinî değerlerden  başka bilim, sosyal ve ekonomik hayata dair araç değerlerin  de  yer alması ve  bu konulara dair önemli  mesajların  verilmiş olması  bunun bariz bir göstergesidir.

Bundan dolayı da Kur’an ile insan arasında ikili bir ilişki, söz konusudur. Bu ilişkilerden ilki Kur’an’ın insanı muhatap alması ve ona  hitap etmesi; ikincisi  ise  insanın bilgi elde etmek için Kur’an’a yönelerek onu okuması ve anlama çabası içinde olmasıdır.  Daha açık bir ifade  ile Kur’an’ın muhatabı insandır, dolayısıyla dinin muhatabı da  insandır  ve bundan da insanın din için değil, dinin insan için olduğunu anlaşılmaktadır. Nitekim Kur’an, kendisini tanıtırken  insanlar için  hidayet, öğüt, rahmet ve şifa; doğru yola ulaştıran  bir mehdi ve  hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayıran furkan olduğunu ve  bu nedenle de insanlara [2], müminlere [3], muttakilere [4] ve muhsinlere [5] yol gösterdiğini  ve  onları muhatap aldığını   söylemektedir.

Din, insan için ise, insan kim içindir?  Sorusu akla gelebilir:  Bu sorunun cevabı da  Kur’an’da şöyle  verilmektedir:

“Onlara  bir musibet  geldiğinde, ‘Biz elbette Allah için varız. Dönüşümüz muhakkak ki O’na olacaktır’ derler.”  [6]

“Muhakkak ki Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” [7]

“Muhakkak ki Ben Allah’ım, Ben’den başka tanrı yok! O hâlde Bana ibadet et ve Beni anmak için dosdoğru namaz kıl.” [8]

Bu ayetler, insanın Allah için var edildiğini ve bu nedenle de rızasını kazanmak için O’nun gösterdiği yoldan gidilmesi gerektiğini ifade eder. Zira Allah için yaşayan, Allah rızası  için  iş yapar ve  yaptığı  her işte O’nun rızasını  amaçlar.  Bu bilince sahip olan insan,  hasbîdir ve  asla hesabî değildir.  Zira Allah rızası onun için bir amaç, onu bu amaca götüren iman, ahlak, ibadet ve hukuk kuralları ise bir araçtır. İnsan, ancak bu araç değerler sayesinde Allah’ın rızasını kazanabilir ve  bunların haricindeki  araçlar  ise insana Allah rızasını kazandırmaz ve O’na ulaştırmaz.   Zira Allah Teâlâ, din olarak İslâm’ı seçtiğini ve ona razı olduğunu söylemektedir. [9]

Ayrıca Kur’an, ibadetlerin  de bir araç, takvanın/ ahlâkî değerlerin ise ibadetler için  amaç olduğunu  söyler. Daha açık bir ifade ile ibadetlerdeki temel amacın da  takva olduğunu   açıklar. Şayet yaptığı ibadetler Müslümana takvalı/ahlaklı olmayı sağlamıyorsa, niyetinde ve samimiyetinde bir noksanlık veya bir  sorun  var demektir. Zira  oruç, namaz  ve kurban ile ilgili  ayetlerde ve Kur’an’ın  genel muhtevasında takvanın ibadetler için bir amaç olduğu  açıkça ifade edilmektedir.

Takva, bilindiği gibi korunmak, sakınmak ve haramlardan uzaklaşmak  anlamlarına gelmekte ve  “Def-i mazarrat, celb-i menâfiden evlâdır”  Mecelle kaidesi de bunu  açıklamakta ve  Hz. Peygamber’in, “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” [10]  sözü de  bunu ifade etmektedir. Bu nedenle Hz. Musa hukuk, Hz. İsa sevgi ve Hz. Muhammed de ahlak peygamberi olarak bilinmekte ve tanınmaktadır. Kur’an’ın verdiği genel  bilgi ve mesajlardan anlaşılan  budur ve Müslümandan da bu bilgi ve mesajlara uygun  bir  davranış beklenmektedir.

Buna rağmen bazı Müslümanların ibadetleri, takvaya  ulaştıran bir araç olarak değil de, bir amaç olarak  algıladıkları ve bu nedenle de  takvaya ve ahlâkî erdemlere gereken önem ve  değeri vermedikleri; ibadetleri   bir hayat tazı olarak değil de ödenmesi gereken  borç olarak algıladıkları  ve bu nedenle de  helal-haram demeden  mal biriktirdikleri ve  rahatlıkla kul hakkı yedikleri görülmektedir. Bundan daha vahimi ise bu kişilerin, ibadetlerini yerine getirmekle günahlarından  ve işledikleri  haramlardan ve özellikle kul hakkından kurtulacaklarını sanmış olmalarıdır. Zira bu kişiler, yedikleri kul hakkını ödemedikçe ve hakkını yediği insanlardan da   helallik almadıkça, işlediği günahlardan ve  kul hakkından kurtulamayacaklarını ya bilmemekte ya da bu bilgiyi göz ardı etmektedir. Böyle bir anlayış ve yaşam tarzına sahip olan kişilerin,  ayrıca toplumu olumsuz yönde etkilediklerini, ahlaki çöküntüye ve çürümeye sebep olduklarını; deizm ve ateizm gibi din karşıtı düşüncelere kapı araladıklarını da unutmuş görünmektedirler. Ne var ki onlar, bunu önemsemese ve unutmuş görünse de Allah asla unutmamaktadır.

Bu anlayış ve davranışa sahip olan kişiler için Mehmet Akif şöyle der:

“Derdin davan sadece, hep nefsi saltanatın
Şimdilik putu sensin, tapılan menfaatin!
Hey kukla kafalı adam, dinle sözümü tut
Bunların dilinde Hak; ama kalbi dolu put

Bu nedenledir ki Allah Teâlâ, “nefsini Tanrı edenleri” [11] şiddetle kınamakta ve şöyle demektedir:

“(Ey Peygamber!) Sen, kendi heva ve hevesini/kötü arzularını tanrı edinen, Allah’ın (doğru yola girmeyi reddettiği için) kendisini saptırdığı, kulağının ve kalbinin üzerine mühür vurduğu, gözüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi böyle birini Allah’tan sonra kim doğru yola ulaştırabilir? Hâlâ düşünmüyor musunuz?

Hz. Peygamber de,

“Mümin, başkasıyla hoş geçinen ve kendisiyle hoş geçinilen kişidir. İnsanlarla güzel geçinmeyen ve kendisiyle güzel geçinilmeyen kimsede hayır yoktur.” [12]

“Kardeşini güler yüzle karşılamak şeklinde olsa bile, hiçbir iyiliği küçük görme.” [13]

“Sizden biri, kendisi için istediğini (Müslüman) kardeşi için de istemedikçe (gerçek anlamda) iman etmiş olamaz.” [14] Der ve iman ahlak ilişkisine  dikkat çeker.



[1] TDK Türkçe Sözlük, Ankara 2005, s.483.

[2] Bakara, 2/185.

[3] Neml,27/2.

[4] Bakara, 2/2.

[5] Lokman,31/3.

[6] Bakara,2/156.

[7] En’am, 6 /162.

[8] Taha,20/14.

[9] Maide, 5/3.

[10] İmam Mâlik, Muvatta, Husnü’l Hulk, 8.

[11] Furkan,2/43.

[12] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/400.

[13] Buharî, İman, 4-5.

[14] Buhari, İman, 7.

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya