
Şumnu Cezaevi’nde mahkum, Osman Hüseyin’in (Gülmen) ailesiyle vedalaşması ve son sözleri (1951)
1944 yılına kadar Bulgaristan’da, Şumkacılar (Komünist Partisinin sivil militanları) ile Çarlık hükümet güçleri arasında uzun süren iç savaşlar olmuştur. 1944 yılında, 2. Dünya Savaşı’nda zayıf düşen Bulgaristan hükümetinin durumundan da yararlanan Komünist Partisi, Rusya’nın da desteği ile iktidarı ele geçirmiştir.

Komünist Partisi iktidarının ilk yıllarında Bulgaristan Türkleri’ne, kısa zaman sonra tamamen kağıt üstünde kalan halkların kardeşliği, eşit vatandaşlık gibi parlak vaatlerde bulunmuştur. Çok kısa süren bu dönemin hemen ardından, milliyetçi Türk öğrencileriyle beraber hocalarını, uydurma, senaryo suçlamalarla mahkemelere sevk etmişler, idam da dahil müebbet hapis gibi çeşitli cezalara çarptırmışlardır.
Kadir Hoca oğlu Hüseyin, 1951 göçüne kadar tamamı Türklerden oluşan Elena Kazası Arıkköy’de (Sredno Selo) altısı erkek, dördü kızıyla birlikte yaşamını sürdürmektedir.
Kadir Hoca oğlu Hüseyin’in büyük oğlu Osman (Gülmen) (1926), Bulgaristan’da iktidar değişikliğinin yaşandığı ilk yıllarda, 1948 yılında Osmanpazarı’nda (Omurtag) bulunan lise ayarında beş yıllık Türk Okulu Nüvvap’ta öğrencidir.
Burada öğrenci iken Osman da uydurma senaryolar sonucu, arkadaşları ve hocaları ile beraber, 24.03.1948 günü Varna Cezaevine tıkılmış ve uzun süren mahkemeler sonucunda, diğer hoca ve arkadaşları çeşitli cezalara çarptırılmış, kendisi de önce müebbet, sonra 15 yıl hapse mahkum edilmiştir.
Gençlik yıllarımda annem merhumdan dinlediğime göre ; Varna Cezaevinde tutuklandığı ilk günlerinde, Arıkköy’e, babası Hüseyin’e, oğlu Osmanın işlediği suçlardan (!) dolayı Varna Cezaevinde tutuklu olduğunu bildirmek üzere, Bulgar Emniyetinden görevli gelir. Görevli, oğlu Osman’ın durumunu kısaca bildirdikten sonra, işkencelerde kana bulanmış elbiselerini, babasının önüne atıp döner gider. Çevresinde dayanıklılığı ile bilinen baba Hüseyin, bir anda neye uğradığını şaşırır, bayılır ve olduğu yere yığılır kalır. Bu olaydan sonra kendisi, kalıcı olarak sara hastası olmuştur.
1950 yılına gelindiğinde Bulgaristan Türkleri’nin çoğu pasaportlarını çıkartarak, göç hazırlığına başlamışlardır. Fakat, oğlu cezaevinde olan baba Hüseyin’in, O’nu bırakıp Türkiye’ye göç etmeye hiç niyeti yoktur.
Bundan sonrasını 2006 yılında ikinci baskısı yapılan, “Bir Bulgaristan Türkü’nün Anıları ve Düşünceleri” kitabının, 93 ve 94. Sayfalarından aynen aldığım, kendi kalemine bırakıyorum.
…………………………………….
BÜYÜK GÖÇ
1950 yılında Bulgaristan Türkleri’ni bir göç dalgası sarmıştı. Bütün Türkler göçe hazırlanıyorlardı. Bir gün babam ziyaretime gelmişti. Göç meselesini sordum. Kendisinden başka bütün komşular müracaatlarını yapmışlardı. Babama “Siz niye müracaat etmediniz” diye sordum. Cevap olarak : “Seni burada bırakıp nasıl gideriz ?” dedi. Ben ısrar ettim. “Beni düşünmeyin, ben başımın çaresine bakabilirim. Sizin burada kalmanız benim durumumu değiştirmez. Ancak diğer kardeşlerimi olumsuz yönde etkiler. Benden başka daha dokuz kardeşim var. Benim yüzümden ailemiz büyük bir damga yedi, bırakın her hangi bir mevkii almayı onlara çobanlık bile vermezler. Sizin bir tercih yapmanız lazım. YA BİR VEYA ON KURBAN VERECEKSİNİZ. Ben zaten kurban olmuşum, diğerlerini de mi kurban edeceksiniz ? Eğer burada kalırsanız büyük vebal altında kalırsınız, onun için hiç tereddüt etmeden hemen girişimde bulunarak bu fırsatı değerlendirin” dedim. Babam sert mizaçlı biriydi, asla onun göz yaşını görmemiştim, o anda kendisini tutamayıp gözlerinden akan yaşlara şahit oldum.
Köye dönünce müracaat etmişler, pasaportlarını çıkarıp vizelerini almışlar, artık yola çıkacaklar, son olarak ziyaretime geldiler. Babam, annem, dedem ve kardeşlerimden biri gelmişlerdi. Fazla bir şey konuşamadık, on dakika o kadar çabuk geçmişti ki, iki laf etmeden zil çaşmıştı. Özellikle annemin göz yaşlarını unutamam. Mecburen ayrıldık. Kışın şiddetli olduğu bir sırada yola çıkan ailemiz son mektubu tren istasyonundan atmışlardı.Mektup 02.02.1951 tarihini taşıyordu. Bundan evvel de göçler olmuştu ancak bu kadar büyük çaplı hiç olmamıştı. Özellikle bizim bölgedeki Türk köyleri hemen hemen boşalmıştı.
……………………………………
Muttalip USLU
ANTALYA