Bunun cevabı, kanımca; modern Türkiye'nin kurucularının, "batılılaşma" adımlarını yavaşlatacak unsurların başında din meselesini, ciddi bir etki alanı olarak görmelerinde yatmaktadır. Aşağıda eğitim serencamımızı tarihi basamaklarıyla vereceğim inşallah.
Dini eğitimin verildiği en köklü müesseseler olarak medreseler, başlangıçtaki çok yönlü eğitim sistemini zaman içinde bırakıp, daha bürokratik ve durağan bir yapıya dönüşmüşlerdi. Nitekim eğitimin çeşitlendirilmesi konusunda Sultan 2. Abdülhamit Han da devrim niteliğinde adımlar atmıştır, tıp ve mühendislik fakültelerinin yanı sıra ilk kız liselerinin temeli de onun döneminde atılmıştır. (Bu parantezi, modernleşmenin Cumhuriyetle birlikte başlamadığını, doğal akışı veya mağlubiyetler çerçevesinde zaten modernleşme yolunda adımların 1876'dan bu yana atılmakta olduğunu vurgulamak için açtım)
Derken efendim; 3 Mart 1924'te Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu ile, bütün medrese ve mekteplerle birlikle Kur'an'ın okutulup ezberletildiği okullar da Maarif Vekâleti'ne devredilmiştir. Ardından, 1926 tarihli Maarif Teşkilât Kanunu ile tamamen kaldırılmıştır.
Ancak o günlerin Diyanet İşleri Reisi olan Rıfat Börekçi bir ara yol olarak hiç olmazsa, darülkuranların, Kur'an kurslarına dönüştürülerek on iki yaşın üstündeki öğrenciler için hizmetlerini sürdürmelerine izin verilmesini sağlamıştır.
1928'deki harf inkılâbından sonra gayri resmi hale düşen Kur'an kurslarıyla sıkı bir mücadeleye girişilmiş, bu arada açılan imam ve hatip mektepleri ilgisizlik yüzünden 1929-1930 yıllarında kapanmıştır. (Niçin bu okullara ilgisizlik oluşmuştur veya gerçekten bir ilgisizlik midir söz konusu olan?)
1924'te liselerden, 1927'de ortaokullardan, 1929-1931 arasında kademeli olarak ilkokullarla öğretmen okullarının programlarından din bilgisi dersleri çıkarılmıştır.