Bir milletin en büyük kaybı, kendi değerlerini unutması değildir. Asıl kayıp, bu değerlerin ışığını görmesi gereken aydınlarının, gözlerini o ışıktan bilinçli bir şekilde kaçırmasıdır. Bizde de uzun zamandır “Türk tipi aydın” diye anılan bir kesim, İslam’a bakarken onu bir medeniyet kaynağı değil, yalnızca halk geleneğiyle eşdeğer bir unsur olarak görmeyi tercih etti.
Bu zihniyete göre İslam; türbeler, menkıbeler, masallar ve köy odalarında anlatılan halk inançlarıyla aynı yere konulmalıydı. Din, onlar için hiçbir zaman düzen kurucu bir güç olamazdı. Ne devlete, ne siyasete, ne de toplumsal hayata yön verebilirdi. Kısacası din, bireyin vicdanında hapsolmalı; kamusal hayata asla taşmamalıydı.
Peki bu yaklaşımın doğurduğu tablo ne oldu? Batı’ya yönelişi ilericilik, kendi medeniyetine yaslanmayı ise gericilik sayan bir zihniyet doğdu. Oysa Batı’nın düşünce, sanat ve bilimde yaptığı bütün atılımlar, kendi kültür ve inanç köklerinden beslenerek yükseldi. Bizim aydınlarımız ise tam tersine, bu toprakların en büyük medeniyet kaynağı olan İslam’ı bir yük gibi sırtından atmaya çalıştı.
Oysa gerçekler çok açık: İslam, bu milletin tarih boyunca en büyük diriliş kaynağı olmuştur. Devlet kurma iradesinden adalet anlayışına, sanatın ruhundan toplumun düzenine kadar her alanda belirleyici rol üstlenmiştir. İslam yalnızca bireysel bir inanç değil, aynı zamanda bir medeniyet tasarımıdır.
Burada mesele şudur: Türk tipi aydının İslam’a bakışı, kendi milletinin ruhuna yabancı bir bakıştır. İslam’ı yalnızca halk geleneğine indirgemek, onu tarihin dışına itmek demektir. Oysa İslam, hem geçmişimizi anlamanın hem de geleceğimizi inşa etmenin vazgeçilmez kaynağıdır.
Ve dahi: Bir milletin ışığını küçümseyen her yaklaşım, o milleti karanlığa mahkûm eder. Türk tipi aydınların İslam’ı yalnızca halk inançlarıyla sınırlandırması, aslında kendi toplumunun ufkunu daraltmasından başka bir şey değildir.
selam ve dua ile.