“Ya Rabbi, ben senin bana verdiklerine razıyım; Sen de benden razı ol…”
Bir kulun dilinden dökülebilecek en derin, en samimi sözlerden biridir bu. Çünkü hayatın hakikati işte bu cümlede gizlidir: Razı olmak ve rıza kazanmak.
Bugün yaşadığımız dünyaya bakıyorum. İnsanlar makam için, koltuk için, para için, şöhret için birbirini kırıyor. Kardeşin kardeşe düşman olduğu, dostluğun menfaatle ölçüldüğü, insanlığın meta uğruna harcandığı bir çağdayız. Hep daha fazlasını isteyen, hiçbir şeye yetinmeyen, hiçbir nimete şükretmeyen bir kalabalığın içindeyiz.
Ama asıl kazanç, daha fazla mal, daha yüksek makam, daha güçlü bir pozisyon değil. Asıl kazanç, Rabbimizin rızasıdır. Çünkü günün sonunda bütün mal, bütün makam, bütün şöhret toprağın altına kalacak. Bizimle mezara girmeyecek. Mezara girecek tek şey, amellerimizdir.
Ne yazık ki bugünün insanı şükürden çok şikâyeti dillendiriyor. Nimete değil, eksikliğe odaklanıyor. Oysa rıza, sadece bolluğa şükretmek değil; darlıkta da sabır gösterebilmektir. Gerçek razı olmak, Allah’ın verdiği her şeyi hikmetine teslimiyetle kabul edebilmektir.
Toplum olarak da buna muhtacız. Herkes adalet istiyor ama kendi nefsinde adil olmuyor. Herkes huzur istiyor ama kendi hayatında hırs ve kıskançlıkla yaşıyor. Herkes güçlü bir Türkiye hayal ediyor ama kendi payına düşen sorumluluğu almak istemiyor. İşte burada devreye “rıza” giriyor. Rabbimizin bize lütfettiklerine razı olmayı bilirsek, birlik oluruz, bereket buluruz.
Davamız, sadece kişisel bir huzur davası değil; vatan davası, millet davası, bayrak ve ezan davasıdır. İşte bu dava için çalışırken gönlümüzden şu dua eksik olmamalı:
“Ya Rabbi, ben senin bana verdiklerine razıyım; Sen de benden razı ol.”
Çünkü asıl mesele; dünyada ne kadar alkışlandığımız değil, ahirette “Kulum, senden razı oldum” hitabına layık olup olmadığımızdır. Allah hepimizi razı olduğu kullarından eylesin.
Bugün en büyük ihtiyacımız, işte bu şuurdur.
15.09.2025
Hasan Günay