DOĞRULUK ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
MAKALE
Paylaş
27.10.2025 11:44
65 okunma
Prof. Dr. Celal Kırca

Doğruluk, en temel ahlâkî erdemlerden biridir; hem insanlar arasındaki güvenin, adaletin ve barışın temelini,  hem  de toplumsal  ve sosyal hayatın ahlâkî omurgasın oluşturur. Dolayısıyla doğruluğun olmadığı yerde, güven, adalet, barış ve toplumsal düzen olmaz. Ne hazindir ki  modern çağda  oluşan  ve gelişen  karmaşık, hızlı ve çıkar odaklı hayat tarzında,  insanların gittikçe  doğrulukla ilişkilerini kestiği, doğruyu söyleme yerine doğru görünmeyi  ya da hakikati savunma  yerine  algı yönetmeyi tercih  ettiği ve bunda  da çıkarın  daha etkin olduğu görülüyor. Nitekim modern toplumda, bir taraftan sınırsız özgürlük kutsallaştırılırken; diğer taraftan da sorumluluk  bilincinin  giderek  kaybolmaya  başladığı, daha da  önemlisi doğruluk ilkesinin,  evrensel bir ahlak kuralı olmaktan çıkartılıp bireysel tercihlere bağlı bir davranış tarzına dönüştürüldüğü  müşahede edilmektedir.

Nitekim günümüzde “doğru sözlü insan” idealinin yerini, “başarılı insan” anlayışının aldığı; davranışların ise “gerçeklik” üzerine  kurulmadığı,  bunun yerine hoşa giden yorumların, beğenilerin ve  duyguların  öne çıkartıldığı ve  bunun  da “post-truth” yani “gerçek-ötesi”  olarak kavramlaştırıldığı biliniyor. Dolayısıyla hakikatin/ gerçeğin yerini algının, doğrunun yerini duygusal tatminin aldığı; doğruyu bilmenin değil de inandırıcı olmanın daha geçerli  bir tavır olduğu;  ayrıca  ekonomideki rekabet baskısının, insanları küçük veya büyük yalanlara ve sahtekarlıklara  yönelttiği;  “Başarı için her yol mübahtır” anlayışının ise dürüstlüğü zayıflattığı ve  güven duygusunu  devre dışı bıraktığı görülüyor. Bu nedenle günümüzde doğruluk, eskiden olduğu kadar “ahlâkî bir ilke” olarak değil, çoğu zaman “duruma göre değişen bir strateji” olarak anlaşılıyor. Diğer bir  deyişle insanlar, doğruyu söylemeyi değil, “işine geleni” söylemeyi tercih ediyor.  Neticede doğruluk, vicdanî  ve ahlâkî  bir davranış olmaktan çıkartılıyor ve  pragmatik bir zemine kaydırılıyor. Bu nedenle de insanlar,  doğruyu  gerçeklikte değil, çıkarlarda  arıyor.

Halbuki doğruluk, hem bireysel hem toplumsal başarının uzun vadeli  zeminini  oluşturan önemli ahlâkî bir  ilkedir. Çünkü dürüstlük, içten dışa doğru yansıyan bir duyguyu ifade etmekte ve  güveni  sağlamaktadır.  Zira  güvenin yitirildiği, ya da güvensizliğin egemen olduğu bir toplumda ne ekonomik istikrar ne de sosyal barış kalıcı olabilir. Bu nedenle insan, ilk önce kendine dürüst olmak zorundadır.

İnsan, kendine karşı dürüst değilse veya  dürüst olamıyorsa; doğru olma ve  doğru söyleme  yerine  çıkarı için doğru  görünmeyi  tercih ediyor demektir. Oysa  erdemli insanın, her zaman  doğruyu söylemesi ve savunması gerekiyor. Zira çevremizdeki insanlara, ailemize veya arkadaşlarımıza karşı gerçeği söylemek, vicdanî   ve ahlâkî bir sorumluluktur ve oldukça değerlidir.

Ne hazindir ki  günümüzde dürüstlüğün, doğrunun, hakikatin çöküşü yaşanmakta ve buna da gündelik hayatın her alanında rastlanılmaktadır.  Bu nedenle dürüstlüğün günümüzdeki  bu çöküşü, sıklıkla dillendirilmeye başlanmış; sözü edilen bu duruma  da Post-Truth; yaşanan döneme de Post-Truth Dönemi denilmiştir. Bu kavrama, tartışmalı Türkçe karşılığıyla ifade etmek gerekirse, “Çıkarcı Doğruluk Çağı”  denilmesi  daha  uygun olacaktır. [1]

Güven, İnsanlar arası ilişkilerde olması gereken  en temel ilkelerden biridir.  Daha açık bir  ifade ile insanlar arasında esas olan, insanların birbirlerine güvenmeleri, ihanet etmemeleri,  verdikleri sözde durmaları ve asla  yalan konuşmamalarıdır. Teoride  doğru olan bu ilkenin, maalesef insanların çıkarları söz konusu olduğunda uygulanmadığı; bu nedenle de güvenin yerini güvensizliğe  bıraktığı, özellikle de Müslümanlar arasında  gittikçe azaldığı görülmektedir.  Nitekim  “Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV)” nın yaptığı  bir araştırmada Türkiye,  düşük düzeyde  güvenenler arasında yer almakta ve birbirlerine güvenenlerin oranı  yüzde 8 olarak   açıklanmaktadır. Bu kategoride  Gana  ve Peru yüzde yedi, Malezya ve Kolombiya yüzde dokuzla 29 ülke arasında en sonlarda  yer alıyor.   Rusya, Hindistan yüzde yirmi altı  oranı ile orta düzeyde;   Yeni  Zelanda yüzde elli iki, Çin yüzde elli beş ve İsveç  ise yüzde altmış üç  oranıyla yüksek düzeyde  güvenenler arasında   bulunuyor. [2]

Neden Müslüman Türk insanı  birbirine  güvenmez, ya da güvenmek istemez?    Hiç şüphesiz bunun bir değil, birden çok sebebinin olduğu, söylenebilir. Güvensizlik,  bilinmesine rağmen  neden mesele edilmez ve çözüm yolları aranmaz? Bu sorunun cevabı da hem günümüz,  hem de geleceğimiz için  düşündürücü olacaktır.

Güven, toplum hayatının en değerli  hazinesi ve sermayesi olduğu halde,  günümüzde bazı insanların, doyumsuzluk, bencillik, empati yoksunluğu, vicdanlarının kararması, çıkarlarını öncelemesi vs. gibi sebeplerle gerçek olmayan şeyleri, gerçekmiş gibi sunmaları, savunmaları ve bu yolla toplumda algı oluşturmaya çalışmaları, ciddî bir  sorun  oluşturmaktadır. Zira bu durum, güvensizliğe  ve güven bunalımına sebep olmakta; insanları yalnızlaştırmakta, birbirinden uzaklaştırmakta, dolayısıyla ahlakı, toplumsal dayanışmayı, birlik ve beraberliği  zayıflatmakta ve  ortak  bir  tutum ve davranışın oluşmasına engel olmaktadır. Bu nedenle  kaybolan güveni yeniden kazanmak  ve inşa etmek,  gereklilikten de  öte bir zorunluluk arz etmektedir.

Güveni yeniden inşa etmenin yolu ise ilk önce bireysel ahlakın tesisinden ve adaletin güçlenmesinden geçmektedir. Bunun için de  her bireyin,  dürüstlük ve sorumluluk bilincini geliştirmesi; kurumların  da adil ve güvenilir bir yapıya kavuşturulması icap etmektedir. Çünkü güven olmadan, bir toplumda gerçek anlamda huzurdan söz etmek mümkün değildir.  Zira güvenin kaynağı dürüstlüktür. Güvensizliğin kaynağı ise  yalan, aldatma kandırma ve sözünde durmamadır. Bu da toplumun ahlâkî ve  sosyal yapısını  derinden sarsmakta ve  çürümesine  sebep olmaktadır. Birbirine güvenmeyen bireylerden oluşan bir toplumda ise birlik ve beraberlikten söz edilemez. Birlik ve beraberliğini kaybeden toplumlar ise acı akıbetten kurtulamazlar.

Doğruluk,  İslam ahlakının temel taşlarından biri ve belki de en önemlisidir. Bu nedenle  doğruluk, hem inançta hem de davranışta dürüst olmayı gerektirir. Mümin, yalnızca diliyle değil, kalbiyle, niyetiyle ve amelleriyle de doğru  olan insandır. Kur’an ve hadislerde, doğruluk, imanın ayrılmaz bir parçası olarak ele alınır. Nitekim “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin.” [3]   ayeti,  bunu ifade eder.  Başka bir ayette  ise, “Bu, Allah’ın doğru sözlüleri ödüllendirmesi içindir.” [4] denilmekte,  doğruluğun, ahirette kurtuluş  vesilesi  olduğunu  açıklamaktadır. Hz. Peygamber de “Doğruluk, insanı iyiliğe, iyilik de cennete götürür.” [5] buyurarak, doğru olmanın hem bireysel hem de toplumsal   mutluluğun ve huzurun anahtarı olduğunu  vurgulamıştır.  Nitekim onun, hayatının her döneminde el-Emin/ güvenilir ve es-Sâdık/ doğru sıfatlarıyla anıldığı ve bu yönüyle de ümmetine örnek olduğu unutulmamalıdır.

Bu nedenle İslam’da doğruluk, yalnızca sözde değil, hayatın her alanlarında geçerli bir ilkedir. Bunlar arasında inançta doğruluk, en başta gelendir.  Bunu sırasıyla niyette doğruluk, amelde doğruluk, ticarette doğruluk, ictimaî hayatta doğruluk takip etmektedir.  Zira sözünde durmak, emanete riayet etmek ve adaleti gözetmek,  güvenin temelidir;  güven de toplumsal barışın ana unsurudur. Yalanın, hilenin ve riyanın çoğaldığı bir toplumda iman zayıflar, adalet bozulur ve insanlar birbirine yabancılaşır. Bu nedenle İslam, doğruluğu sadece bireysel bir erdem olarak değil, toplumsal bir görev olarak da görür.

Sonuç olarak, İslam’da doğruluk, insanın imanından ve vicdanından toplumsal hayata  uzanan  ve yansıyan ahlâkî  bir ilke olarak ifade edilir.  Bu nedenle  Müslüman; doğru sözlü, dürüst, samimi ve güvenilir bir insan olarak hem Allah’a, hem de insanlara karşı sorumluluğunu yerine getirmekle  yükümlüdür. Zira Müslüman, Hz. Peygamber’in  tanımıyla “Elinden ve dilinden  diğer Müslümanların güvende olduğu kişidir” [6] Çünkü güven  ve  doğruluk, imanla başlayan ve cennetle sonuçlanan bir yolculuktur.

 


[1] Zehra Nilgün  Arkan,  Post-truth  Kavramı Üzerine Türkçe Karşılık Denemesi, İstanbul Kent Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi Cilt: 3 Sayı: 2 Yıl: 2022, s. 14.

[2] www.tepav.org.tr 

[3] Ahzâb, 33/70.

[4] Mâide, 5/119.

[5] Buhârî, Edeb, 69.

[6] Buharî, İman,4.

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya