Kıbrıs’ta Alarm Zilleri
MAKALE
Paylaş
27.02.2024 21:54
380 okunma
Nejmettin Özdemir

Doğu Akdeniz’in güvenliği için stratejik önemi ve kuzey Afrika ile Orta Doğudan gelen deniz ticaret yollarının uğrak noktası olması nedeniyle, tarih boyunca pek çok medeniyete ev sahipliği yapan Kıbrıs adası, bugün dünya devletlerinin enerji kaynakları için verdikleri güç mücadelesine sahne oluyor.

Öyle ki, bölge devletlerinin dışında büyük devletlerin de enerji kaynaklarından pay alma hırsıyla bölgeye askeri güç sevk etmeleri, Kıbrıs ve çevresini bugün dünyanın en yoğun askeri hareketliliğinin yaşandığı mecra haline getirmiş durumda.

TARİHİ SÜREÇ

Osmanlı tarafından 1571 yılında fethedilen Kıbrıs, 1878 yılında İngiltere’ye kiralanmış, 1914’teki ilhak sonucu İngiltere’nin hakimiyetine girdikten sonra, 1960 yılında bağımsızlığını kazanan adada Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğünde, Türk ve Rum toplumlarının birlikte temsil edildiği Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur.

İki toplumun birlikte yaşaması sorunları beraberinde getirmiş, Rumların adadaki Türklere saldırması ve katliamlar gerçekleştirmesi üzerine, Türkiye 1974 yılında, garantörlük hakkına dayanarak Barış Harekatıyla adaya asker çıkararak Türklerin güvenliğini sağlamıştır. Böylece Kıbrıs, kuzey ve güney olmak üzere fiilen ikiye bölünmüştür.

Bu tarihten itibaren, adada iki toplumlu adil bir çözüme ulaşabilmek için müzakereler değişik platformlarda süregelmiş ancak olumlu bir sonuca ulaşılamamıştır.

Bunun üzerine 15 Kasım 1983 tarihinde Türk toplumu, adadaki siyasi varlığını devam ettirebilmek için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’ni ilan etmiştir. Ancak 18 Kasım 1983 tarihinde Birleşmiş Milletler (BM) bu kararı kınamış ve üyelere KKTC’ni tanımama çağrısında bulunmuştur.

Esasen sorun tam da bu noktada başlamaktadır.

BM’NİN KARARI HUKUKSUZDUR

Öncelikle BM’nin üye devletlere yaptığı KKTC’yi tanımama çağrısı hukuki değil siyasidir. Zira, egemen devletlerin iradesine müdahale girişimi hukuki zeminden yoksundur. Bu durum, Batılı güçlerin, BM vasıtasıyla KKTC’nin varlığını siyaseten yok sayma girişimidir.

Öte yandan, Kıbrıs Türk toplumu haklı ve zorunlu gerekçelere dayanarak KKTC’yi kurmakla, self determinasyon (kendi kaderini tayin etme) hakkını kullanmıştır.

Uluslararası hukukta, ulusların kendi siyasal durumlarını, ekonomik, sosyal ve kültürel manada izleyecekleri yolu kendi iradeleriyle belirleme hakkı olarak tanımlanan self determinasyon hakkı, 1966 tarihli “BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi” ile “Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi”nde kabul edilmiştir.

Yine, BM Genel Kurulunun 24 Ekim 1970’te, 2625 sayılı kararı ile kabul ettiği “Devletler Arasında Dostça İlişkiler ve İşbirliği ile İlgili Uluslararası Hukuk İlkeleri Bildirgesi”ne göre, self determinasyon ilkesi, halklar bakımında bir hak ve bu prensibe uyulması diğer devletler bakımından bir yükümlülüktür.  

BM, KKTC’yi tanımamak ve üyelere bu yönde çağrı yapmakla, kendi kuruluş ilkelerine ters düşmüş, egemen güçlerin baskısı altında, yanlı ve hukuka aykırı bir kabulde bulunmuştur.

Oysa, 1990 yılından itibaren Sovyetler Birliğinin dağılma sürecini takiben, Türk Cumhuriyetleri ile Baltık Cumhuriyetlerinin self determinasyon hakkını kullanarak birlikten ayrılmaları ayrıca, Yugoslavya’yı oluşturan toplumların yine aynı hakkı kullanarak federal yapıdan ayrılarak bağımsız devletler kurmaları, dünya devletlerinden ve BM’den bir karşı duruş görmemiş, aksine bu devletlerin tamamı, BM ve üye devletlerce sorunsuz şekilde tanınmıştır.

Yine, İsrail’in 1948’de, kendisine ait olmayan, işgal ettiği topraklarda ilan ettiği devleti, “de facto” olarak tanımlayıp, dakikalar içinde tanıyan da aynı BM ve Batılı devletlerdir.

Bu örnekler, KKTC’ye uygulanan çifte standardı, Batıdan beklenen ikiyüzlü politikayı gözler önüne seriyor.

2004 yılında, zamanın BM genel sekreterinin adıyla anılan Annan Planı gündeme gelmiş ve planın kabul edilmesi halinde, adada iki devletli bir federal yapı kurulması şartıyla KKTC’nin BM tarafından tanınacağı vaadedilmiştir.

Nisan 2004’te her iki toplumda yapılan oylamada Planı Türk tarafı % 65 oyla kabul ederken, Rum tarafı ise % 75 oyla reddetmiştir. Ancak, Batı verdiği sözü tutmamış ve KKTC’yi tanımamıştır.

Bununla da kalınmamış, oylamanın üzerinden bir ay bile geçmemişken 1 Mayıs 2004’te, Annan Planını kabul etmeyen Rum kesimi, sözde tüm adayı temsilen Avrupa Birliği’ne üye olarak kabul edilmiş ve adeta ödüllendirilmiştir.

Bu tarihten itibaren adada iki toplumlu ya da iki devletli çözüm önerileri üzerine yapılan sayısız müzakereden olumlu sonuç alınamamıştır.

SORUNUN DOĞRU TARİFİ

Esasen Kıbrıs sorunu ifadesi, bilinçli şekilde kullanılan yanlış bir tanımlamadır.

Bu tanımlama; görüşmelerle çözülmesi gereken iki taraflı bir sorunun varlığını kabule ve ortak yapıdan ayrılmış olan Türk tarafının çözüm için Rum tarafına karşı sorumlu olduğu ve adımlar atması (tavizler vermesi) gerektiği anlayışına dayanmakta ve bu haliyle uluslararası ilişkilerde sürekli olarak Türkiye’nin önüne konulmaktadır.

Türkiye bu tanımı reddetmelidir. İki toplumun birbirinden ayrılması ve iki ayrı devlet olarak yaşamaları sorun olarak nitelendirilemez. Bir toplum, kendi iradesiyle siyasi yönünü tayin etmesinden ötürü kınanamaz, başka türlü seçim yapmaya zorlanamaz.

Kıbrıs Türkünün ayrılırken Rum kesiminden bir talebi olmamış, onların haklarına tecavüz etmemiş ve onlardan eksiltmemiştir. Ancak, egemenlik ve güvenliğine kast eden eylemler nedeniyle ve haklı olarak, kendi toprağında, kendi devletini kurmuştur.  Bu manada, Rumlarla karşılıklı müzakere edilecek ve çözülecek bir sorun bulunmamaktadır.

Doğru tarifiyle asıl sorun; adadaki iki bağımsız devletten biri olan KKTC’nin haksız şekilde, tanınmaması ve Kıbrıs Türk toplumunun haklarının teslim edilmemesidir.

Halihazırda KKTC dünya devletleri tarafından tanınmadığı gibi, Türk toplumuna uygulanan ambargo ve kısıtlamalar nedeniyle Kıbrıs Türkü, en temel haklarından mahrum bırakılmaktadır. İşte gerçek sorun budur.

KKTC, sınırları belli vatan toprağı, milleti, ordusu, milli meclisi, parası, bayrağı, tüm siyasi ve idari kurumlarıyla bağımsız bir devlet olmanın bütün unsurlarına sahiptir. Hakkettiği tek şey tanınmaktır.

Dünyada hiçbir güç, dili, dini, tarihi, kültürü, gelecek tasavvuru farklı olan ve bir arada yaşama iradesi göstermeyen iki toplumu bir arada yaşamaya zorlayamaz. Bir arada yaşamayı tercih etmemeleri, toplumlar için cezalandırma nedeni olamaz.

Kıbrıs Türkü self determinasyon hakkını kullanmış ve bağımsız devletini kurmuştur. Bu devlet kimsenin malı-mülkü üzerine kurulmamış, kimsenin varlığını gasp etmemiştir. Kıbrıs Türkü öz varlığını devam ettirebilmek için, kendi siyasi iradesiyle tercihini yapmış ve devletini kurmuştur. Kıbrıs Türk toplumunun bu nedenle cezalandırılması, hukuki olmadığı gibi insani ve vicdani de değildir.

Şimdi gereken şey, ada Türklerinin temel insani haklarının teslim edilmesidir. Uygulanan ambargo ve kısıtlamalarla, uluslararası hukuka aykırı şekilde, KKTC vatandaşları insani, siyasi, kültürel ve ekonomik haklarından mahrum bırakılmaktadır.  

O yüzden, sorunun adı Kıbrıs sorunu değil, KKTC’ye yapılan haksızlıklar sorunudur. Şimdi bu sorunun çözümüne odaklanmak gerekir.

(Devam edecek)

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya