Bir Cemaatin Dönüşüm Hikâyesi
“Ne istediler de vermedik?”
Bu sorunun ardında sadece bir pişmanlık değil, toplumsal yüzleşme, aynı zamanda siyasi bir itiraf, tarihî bir ders ve toplumsal bir körlük gizliydi.
Menfaat Ortaklığıyla Başlayan Yol Ayrımı
Bir zamanlar “hizmet ve gönül hareketi” olarak lanse edilen yapının, devletin kilit noktalarına nasıl sızdığına şahit olduk. El ele yürütülen operasyonlar, karanlıkta kalan hedefler ve düşman bellediği kişi ve kurumlara karşı kurulan kumpaslar tek tek gerçekleştirildi.
Ne zaman ki güç paylaşımında anlaşmazlık baş gösterdi, işte o zaman yol arkadaşlığı yerini bir iktidar savaşına bıraktı.
Birbirini besleyen iki yapı, sonunda birbirini yok etmeye çalıştı.
Kutsanmışlık Algısı ve Korku İklimi
Cemaatin etkili kadroları, zamanla kendilerini sadece “doğruyu bilenler” olarak değil, adeta ilahi bir misyona sahip kişiler olarak görmeye başladı. Bu kibir, onları halktan uzaklaştırırken; çevrelerinde suskunluk duvarı örmeye başladı.
İnsanlar, bu yapı hakkında konuşmaktan, sorgulamaktan korkar hale geldi.
Zira karşılarında yalnızca bir dini yapı değil, devletin gücüne paralel hareket eden, organize ve disiplinli bir yapı vardı.
“Paralel Devlet” Tanımının İlk Sahipleri
İroniye bakın ki, “paralel devlet” kavramı ilk olarak 2007 sonrası, cemaat medyasının Ergenekon ve benzeri soruşturmaları hedef alan haberlerinde yer aldı. Nasıl da akıcı bir biçimde uydurulmuştu bu söz.
O dönem bu ifade, cemaatin düşmanlarına yöneltilen bir ithamdı.
Yıllar sonra ise aynı kavram, cemaatin bizzat kendisini tarif etmek için kullanılmaya başlandı.
Söz döndü dolaştı, sahibini buldu.
Ego ve Açgözlülükle Yitirilen Maneviyat
İnsanın iç yolculuğu; tevazu, sabır ve adanmışlık gerektirir.
Ancak yapının üst düzey yöneticileri –başta Fethullah Gülen olmak üzere– bu yolculukta egoya yenik düştü.
Hakikate değil, güce, itibara, dünya nimetlerine yöneldiler.
Sonuç: Bozulan bir sosyal yapı, karartılan adalet, parçalanmış hayatlar ve kaybedilen bir nesil...
Sadece Bir Örgüt Değil, Bir Toplumun Testi
FETÖ’nün çöküşü yalnızca bir örgütün tasfiyesi değil; Türkiye toplumunun, siyasi aklının ve ahlak terazisinin ağır bir sınavdan geçmesiydi. Görünürde bu sınav, yalnız geçmişte yaşanmadı. Hâlâ yaşanıyor.
Bugün aynı soruyu yeniden sorma vaktidir:
“Ne istediler de vermedik?”
Daha da önemlisi: Bir daha istemeye kalkarlarsa, verecek neyimiz kaldı?
Ali Akça
aliakca2009@hotmail.com