“Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın;
Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!..” — NFK
Son dönemde itiş kakış çoğaldı, her şey birbirine karıştı. Algı gerçeklerin önüne geçmiş, boş sözler ummanı doldurmuş. Planlar, reform vaatleri, uzmanlık iddiaları havada uçuşuyor; fakat yol tepetaklak gidiyor gibi. Doğru yol hangisi, Türk insanına uygun olan hangi güzergâh, belli değil. İzler birbirine girmiş, herkes birbirini iteliyor sanki. Bir kibrit mi, yoksa aşırı sıcaklar mı; bir şeyler ormanları yakıyor.
Bu ülkede bütün ekonomi politikaları vatandaşın refahı için uygulanır, öyle denir. Ama bu uygulama dün değil, evvelki gün değil, tam kırk yıldır sürdürülüyor. Akan suları devirdiler, sıra dağları yıktılar; yine de hayat pahalılığı azalmadı, aksine arttı.
Şimdi soruyorum: Mevcut uygulamalar halkın yaşam düzeyini her gün biraz daha zorlaştırıyor gibi görünüyor. İnsan düşünüyor: Yoksa yöntemlerde mi sorun var? Sonra kendi kendime diyorum ki, bunca zamanın ardından hâlâ uygulanan yollar ne zaman halkın refahına gerçek katkı sağlayacak?
Akşam yatıp sabah kalkıyoruz; derken tam yarım asır geçmiş. Gelin, bir başlangıç noktasına dönelim, bir de son durağa bakalım. Cari açık, dış borçlar, enflasyon, döviz kuru, TL’nin değeri… Hepsini tek tek inceleyelim. Büyümemizi ve gelir dağılımını sorgulayalım. Ne görüyorsunuz? Nereden nereye gelmişiz? Bugün kişi başına düşen gelir, yarım asır önceki umutların gerisinde. Enflasyon soframıza oturmuş, döviz kuru hayatımızın direksiyonunu ele geçirmiş.
Bir gün penceremde güneş biraz daha adil doğsa, nazara gelmeden mutlu bir sabaha uyansam… Ama bakıyorum, ortalık mahşer gibi. Her yer çirkin bir inşaat patlamasıyla dolu. Karşı dağ eritilmiş, yerine bina dikilmiş. Sosyal tesis olan arsa, kaşla göz arasında apartmana dönüşmüş. Manzaram kapanmış, ufkun sadece kızıllığı kalmış. Doyumsuz güzel köylerde bile beşer katlı beton evler yükseliyor; biz hayatı güzelleştirmek yerine köyleri bile çirkinleştiriyoruz.
Gitgide eksiliyor hayat. Eskiden penceremin baktığı caddede birkaç araç geçerdi; şimdi insanlar karşıdan karşıya geçmek için dakikalarca bekliyor. Pazara giden vatandaş domatesi tane hesabıyla alıyor, kiralar ev sahibinin değil bankanın hanesine yazılıyor. Emekli maaşı ayın ortasını görmeden tükeniyor.
Artık ötenin ötesinden haber gelmiyor. Gönülden gönüle açılan mutluluk kapıları görünmüyor. Şanlı çark birden durdu; bütün dişliler kilitlendi. Yeni yeni yokuşlar çıkıyor önümüze. Dünya teknolojiyle göğe yükselirken biz hâlâ temeli olmayan tartışmalara saplanıp kalıyoruz.
Saniyelik zaferlerle coşuyoruz; ama gerçekler yüzümüze acı acı çarpıyor. Gelişmeler hızla ilerlerken biz hâlâ ışığa gem vuran kaleyi bekliyoruz.
Ey hayat; ne içerden ne de dışardan bela istiyorum. Dilime mühür vurulmasın, bülbül dil bahçesinden kovulmasın. Sular kıvrım kıvrım ırmaklara kavuşsun, ülkemiz yepyeni bir çağa girsin. At ile it izleri silinsin piyasadan; millet dalga dalga birliğe koşsun.
Bir gün bu ülkeye gerçek ekonomik refah gelsin. Millet bir “oh” desin. Onca acı çektik, inanılmaz derecede kemer sıktık, vergiler altında ezildik. Sabrettik, sabrediyoruz. Ama artık millet yalnızca sabreden değil, emeğinin karşılığını alan bir toplum olmak istiyor. Hayalim budur; hayalim hayatta kalsın.
“Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır.” — Mevlânâ
Ali Akça
aliakca2009@hotmail.com