Soğuk bir ifade kaplar etrafı… İçimiz dışımız buz kesilir bir anda. Onun adı geçtiğinde çoğumuz ürpeririz. Hele ki “ölüm” dendi mi, ya oradan kaçarız ya da hemen konuyu değiştiririz.
Halbuki büyük zatlara baktığımızda, ölümü bambaşka bir şekilde karşılarlar. Onlar, ölümü büyük bir huzurla, güvenle kabul ederler. Hatta tam tersine, kalplerinde bir sıcaklıkla, bir kabullenişle yaşarlar. Çünkü onlar için ölüm son değildir. Bu geçici dünyanın acılarının, kederlerinin ve sıkıntılarının bittiği; ebedî huzura açılan bir kapıdır ölüm. Buna gönülden inanmışlardır.
Onlar için ölüm, soğuk ve hiçlik değildir. Hayat dediğimiz şey de gelip geçmekten ibaret değil midir? Bir gün var, ertesi gün yok… Bir gün sevinç, ertesi gün hüzün… İşte bu yüzden hayat, aslında ölümün gölgesinde yürüyen bir yolculuktur.
Boşuna dememişler: “Hayat memat meselesi.”
Bu deyim, yaşadığımız olayların ne kadar önemli olduğunu, kimi zaman bizi ayakta tuttuğunu, kimi zaman da hayatımızın dönüm noktası olduğunu anlatır. Hatta bazen ölümle burun buruna geldiğimiz anlarda bile, arkasında mutlaka bir çıkış yolu, bir güzellik gizlidir.
Fakat biz çoğu zaman hayatı ve ölümü sadece bu dünya penceresinden, yani maddi yönden değerlendiririz. Bu yüzden yaşadığımız sıkıntılar bize ağır gelir, derin izler bırakır. Deprem misali ruhumuzu sarsar, bizi depresyonlara ve çıkmazlara sürükler.
Şu hayat dediğimiz yaşama gelip geçicilik gözüyle bakabilsek, en büyük acıların bile ardında ve içinde bir sevinç ve güzellik görebiliriz.
Kötü ve hüzünlü bir olay karşısında “Ölümlü dünyada yaşamiyir muyuz, şunun neresinde ne olacak ölümlü dünya değil mi?” demez miyiz? Bazen atalarımız büyüklerimiz “Ölümlü dünya!” diyerek teselli etmesi de bu yüzdendir.
Evet, ölümlü dünya… Yani elbet öleceğiz. Fakat ben bu söze farklı bir mana yüklemek istiyorum: Aslında hepimiz bir bakıma ölü bir hayat yasiyoruz. Bu dünyada yaşadığımızı zannediyoruz ama hakikatte ölü bir hayat sürüyoruz.
Nereden mi çıkarıyorum bunu? Hepimizin Tebareke olarak bildiği Mülk Suresi’nin ilk ayetlerinden: “Mülkü elinde bulunduran Allah ne yücedir, O her şeye kadirdir.” ayetiyle başlayan surede, Allah’ın bütün âlemi eksiksiz ve noksansız bir kudretle yarattığı, en küçük varlıktan en büyüğüne kadar her şeyin ihtiyaçlarını anında karşılayacak sonsuz bir güce sahip olduğu anlatılır. Bu sonsuz kudretin ardından ise şöyle buyrulur: “O, hanginizin daha güzel amel edeceğini sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.
Dikkat edin! Ayette önce ölümden, sonra hayattan söz edilir. Çünkü ölüm ve hayat, bu dünyada daha güzel ameller işleyip gerçek hayata, yani ahirete hazırlanmak içindir. Kur’an’ın ifadesiyle bu dünya bir oyun ve eğlenceden ibarettir; asıl hayat ise ahiret hayatıdır.
Bu sebeple dünya, şeytanın ve nefsin aldatıcı hırslarına karşı bir imtihan yeridir. Biz ise çoğu zaman bu geçici dünyaya kök salıp ölümü bir son gibi görürüz. İşte bu yüzden ölüm denince betimiz benzimiz atıyor, soğuk bir hâlâ bürünüyoruz ve ölüm hiç aklımıza getirmemek için kaçıyoruz.
Hâlbuki ölüm, bir son değil; ebedî diriliş'in başlangıcıdır.
Mesut AKDAĞ