Fazlasıyla tanımayanlar onun hakkında iyi veya kötü şeyler söyler:
“Çok mütevazı, efendi, ağzı var dili yok, iyilik perisi; ondan kötülük çıkmaz.”
Ya da tam tersine:
“Ne yapacağı belli olmaz, kendi halinde ama içi bilinmez, göründüğü gibi değildir.”
Herkes insanı tarif edecek ne kadar iyi veya kötü varsa hepsini onun için sıralayabilir. Kimi onu över, kimi eleştirir. Ben onu yıllardır dost olduğum ve içini dışını çok iyi bildiğim için hakkında tek bir şey derim: Aşırı. Hatta aşırının aşırısı.
Aşırılığının en barizi temiz kalpliliğidir. Öylesine saf, öylesine iyi niyetlidir ki; en gerçek dışı yalanlara bile tereddüt etmeden inanır. Kimseyi araştırmaz, sorgulamaz. Çünkü o, herkesi kendi gibi dürüst zanneder. Bu dünyada insanların kendini kanıtlamak ya da başkalarına üstün gelmek için yalan söylediğini, yapmadığı işleri yapmış gibi anlattığını aklına ve saf kalbine getirmez. Anlayacağınız onu kandırmak çok hem de çok kolaydır. Hiçbir çaba sarf etmezsiniz. Sadece gidin kendinizden emin bir şekilde ve gözlerinin içine baka baka konuşun hemen inanıverir.
Size para mı lazım. Hiç kendini düşünmeden kendi ihtiyaçlarını öteleyerek size para verir. Çok darda kaldınız, amirinizden veya komşunuzdan veya onunla herhangi bir ortak dostunuzdan sizi küçük düşürecek veya zarar göreceğiniz bir ihtiyacınız mı oldu? Hiç durmayın, düşünmeyin hatta tasalanmayın hemen ona koşun. Çünkü bu halden sizi kurtaracak ondan başkası olamaz.
Hiç vakit kaybetmeden gidin ona kendinizi acındırın. Bu işin sonucunda zarar göreceğini bile bile sizi kırmaz amirinize, komşunuza veya dostunuza koşa koşa gider ve sizin için kendisini feda eder. Daha buna nice örnekleri verebiliriz. Tabii ki onun başından geçen olayları anlatmadan ne kadar aşırının aşırısı bir insan olduğunu anlayamazsınız.
Bir market zincirinde depo sorumlusu olarak çalışıyordu. Malların girişi, iadesi, raflara çıkışı hep ondan sorulurdu. Market müdüründen sonra en yetkili kişi oydu. Maalesef etki yönünden çalışanların en sonundadır. O sadece malların girişini teslim belgesini bilgisayara girişini yapan bir imza ve tasdik etme memuru olarak çalışmaktadır.
Dolayısıyla ürün getiren firma çalışanları onu hiç adam yerine koymadıkları için malları saymasını beklemezler, azarlama ve alaylı tonuyla konuşurlar “Çabuk ol, işim acele, seni bekleyemem.” sözleriyle irsaliyelerine kaşeyi bastırıp yalan yanlış malları koyup başka markete yetişmek için aceleyle giderlerdi.
Reyon görevlileri de çabası. Gelen ürünleri raflara kaldırmaz ortalıkta kalırdı. Bunu gören müdür de neden bu mallar böyle rezil oluyor diye ona fırça atardı.
Bir gün kim 500 milyar ister yarışmasına katılmak için gazete almıştır. (O zamanlar gazetenin şifresiyle yarışmaya katılınıyordu.) Bir firma çalışanı gelir, onun gözünün önünde göz göre göre gazeteyi aldı. O, “Gazete bana lazım. Sakın alma. Ver gazetemi.” dese de tabii adam hazır gazeteyi bulmuş, elini “Amaan sen de.” der gibi elini sallayarak gazeteyi alıp gitti. Onun arkasından bakmakla yetindi. Bu olay onun ne kadar aşırı bir insan olduğunu anlatmakta yetersiz kalmakta. Size onun en aşırı halini anlatayım.
Onun aşırılığını en veciz şekilde şöyle ifade ederiz. “Evet diyeceği yerde hayır, hayır diyeceği yerde evet.” Bu özelliği yüzden iş yerinde ne kadar iyi niyetle çalışsa da performansı düşük göründü, sonunda da kovuldu.
Birkaç işe girmesine rağmen iyi niyetinin aşırılığı sebebiyle hep kovuldu. Ne yapayım ne edeyim derken ticaret hayatına atıldı. Sermayesi pek az olduğundan hem az mal alır hem de pahalı alırdı. Bu sebeple satış yapmakta zorlanır düşük karlarla satış yapmak zorunda kalırdı.
Onun saflığını ve hiçbir şekilde kendini düşünmeyip hep karşısındakini düşündüğünü bilen müşterileri hep yalan dolan ile onu kazıklıyorlardı. Evet yanlış duymadınız. Satıcı kazıklanıyor, alıcı aldatıyor. Alıcıların satıcıyı kandırdığı ender adamlardandı
“Ben bunu şuradan daha ucuza aldım, malın o kadar da iyi değil, bugün param yok yarın getiririm” gibi yalanlarla ya ucuza alıyorlar ya da hiç ödeme yapmadan alıp gidiyorlardı ama parasını hiç getirmezlerdi. Ödeme yapmadıkları gibi bir de yüzsüzlükle tekrar tekrar gelirler mal alırlar yine ödeme yapmazlardı. Böyle insanlara 5-6 kere mal vermiştir.
Yaptığı iş pazarlamadır sıcak satıştı. İstanbul’dan malı alır Anadolu'ya satardı.
Bir müşterisine haddinden fazla mal verince arkadaşları uyardı:
“Bak, ona kimse mal vermiyor. Batacak. Sakın verme!”
O ise,
“Biz Müslüman değil miyiz? Mümin, mümin kardeşinin zor zamanında yanında olmayacak mı?” diyerek mal vermeye devam etti.
Sonuç belli: Müşteri battı, onunla birlikte o da battı. Evini, arabasını, her şeyini kaybetti. Eşi de onu terk etti. Birkaç perişan halde yaşadı.
Ummadığı bir anda memur oldu. Yıllar sonra karşılaştığımızda sohbet ettik. Kaybettiği parayı hatırlatıp sordum:
“O parayı alabildin mi?”
“Ne parası?”
Şaşırarak gülümsedim. “Hani seni kandırarak ürünlerini yok pahasına alıp batırmıştı ya. Sen de çok zor durumlarda kalmıştın.”
“O mu? Ben onu çoktan unuttum. Onu adama iyilik olsun diye vermiştim zaten. Allah’a şükür şimdi yeni bir hayatım var. İyi ki de vermişim, iyi ki batmışım. Şu an eskisinden daha iyiyim.”
Daha hayret etmiş bir şekilde sordum.
“Nasıl yani? Ticarette kat kat fazla kazanıyordun. Şimdi memur maaşıyla geçiniyorsun, evin kira, zor olmuyor mu?”
Verdiği cevap beni çok etkiledi ve böyle insan gerçekten olabilir mi dedirtti.
Gülümsedi:
“Maddi yönden elbette zorlanıyorum. Ticarette daha rahat yaşıyordum. Ama şimdi işimi seviyorum. İnsanlığa hizmet ediyorum, insanlara faydalı oluyorum. Ticaretteyken sadece kendime faydam vardı. Şimdi bütün insanlara yararlı oluyorum.
Mesut AKDAĞ