Çağ nedir, çağdaşlık nedir, bir din mi, iman mı yoksa zamanenin algılarını yöneten güçlerin oluşturduğu hava mı? Bugün İsrail ve beynelminel yahudi lobisi sosyal medyada istedikleri algıyı oluşturmak, istemediği algıyı yıkmak için akla zarar paralar harcıyor. Böyle olunca toplumların giyinme modalarından tutun da düşünce bazında rağbet gören fikir akımlarına varana kadar onlar belirliyor, onlar yönetiyor. Onların oluşturduğu algılara bir kapılırsan artık; onların telkinine moda diye sarılır, kendi inancını, değerlerini demode bulur terk edersin. Yalnız; oluşturulan bu algılarda Filistinli mazlumları, salih müminlerin inancına uygun ekonomi modellerini, ticaret yapılarını bulamazsın. Düğünlerimiz gibi her türlü kutlamalarımızdan başka sosyal ihtiyaçlarımızda da hiç Müslümanca bir modaya rasgelemezsin. İşte bu yüzden şimdiki çağda toplumları yozlaştıran, kesintisiz sömürü ve zulme dayalı sistemin beyni siyonizm’dir. Bunu görmezsek onların algı tuzaklarına düşersin, inanırsın ve onların istediği şekilde yaşamaya başlarsın da; “Ya hu biz niye inancımıza, kültürümüze göre yaşamıyoruz diye düşünüp sormazsın bile. Kendini çağdaş zannederken değerlerini kaybetmeye başlarsın. Moda denir kızlarımız kadınlarımız göbeğini açar. Faize dayalı ekonomik yapılar kurulur, piyasaların işleyişi inancımızla zıt mecburiyetlerle donatılır ve insanlar kendini bunlara mecbur hisseder; araba alırken faizle alır, ev alırken faizle alır ve hatta öyle bir şuur kaybı yaşar ki; kredi çeker hacca bile gider. Artık öyle bir hale gelinir ki anormal durumlar normalleşir. Öyle de olmadı mı?
Danslı balolu düğünler sıradanlaştı, kredi çekmeler sıradanlaştı, yılbaşı kutlamaları normal karşılanır oldu. Namaz dinin direği iken namazdan uzak kalmak, Ramazan ayında oruç tutmamak hatta sokak ortasında yiyip içmek yadırganmaz oldu. Beynelminel yahudiliğin sion protokollerinde ifade ettikleri planlarında olduğu gibi toplumlar özgürlük ve demokrasi yemi ile tuzağa çekildi. Ölçüsüz, sınırsız demokrasi ve hürriyet ile ahlak çiğnendi, inanç çiğnendi. Teşhircilik zirveye doğru tırmanırken, “bu kadar da olmaz” diyenler suçlandı, dışlandı. “Kendi hayatım, kendi bedenim” kandırmacası baskın geldi. Ya benim inancımı, neslimi koruma, değerlerimi ayakta tutma hürriyetim ne olacak? Yine devrede mahalle baskısı, yine algılar... Toplumumuzu ayakta tutan değerlere saldıran yıkım ekibine her türlü yıkım serbest ama müdafaa ekibi savunmaya, korumaya kalkışırsa suçlu. Algılarla oluşturulan tam da bu işte.
SEN HANGİ ÇAĞDA YAŞIYORSUN?
Bizi yıkıma götüren, yozlaşma içerikli oluşturulan bütün algılara karşı doğru sözü söylemek algı rüzgarıyla sarhoş olmuş yapılarda hiç de hoş karşılanmıyor. Mesela; “Kur’an’a göre faiz almak ve vermek Allaha ve Rasülüne harp ilan etmektir. Şartlar bize zor, Allaha zorluk yoktur, imkansızı mümkün kılar. Allaha sığın faizden uzak dur.” Dediğinde kendince haklı olduğunu düşünerek “Sen hangi devirde yaşıyorsun, dediğin bu çağda mümkün mü?” diyebiliyor. Sen artık onun düşünce dünyasının, mecburiyetlerinin, olmazsa olmazlarının dışında farklı bir evrende dolaşıyor gibi algılanıyorsun. İşin hakikatinde ise kararlı bir duruşla ve temiz bir niyetle işler tersine dönecektir. İnanın. Bunu başaran ya da en başından ticaretine ve hayatına faiz bulaştırmayan nice insanlar bilirim.
Öbür yandan, mümkün olduğunca dinini yaşamaya çalışırken zamanenin rüzgarına dallarını eğenler hatta fazlaca esen rüzgarda gövdesini bile eğip kırılanlar olabiliyor. İçine sığdıramadığı, vicdanlarının kabul etmediği, herkes yapıyor diye yaptıkları günah ve hatalar için savunma ise ya “çocuklar böyle istiyor” ya da “dünürler böyle istiyor…” oluyor. Sen kalkıp ta “teşhircilik oluyor” dediğinde veya “danslı balolu düğün yapmayın, hayırlı işin temelini haramla atmayın” dediğinde de yine aynı cevaplara ve bakışlara muhatap oluyorsun: “Sen hangi çağda yaşıyorsun?”
Oysa; çağ açıp çağ kapatan ve çağa yön veren ecdadın yaptıklarının unutulması ne acı değil mi?
Dansı icad eden Fransızlara Kanuni Sultan Süleymanın "Ben ki, kırk sekiz krallığın hakanı Sultan Süleyman Han'ım… Sen ki, Fransa vilayetinin kralı olan Françesko'sun...” diyerek yazdığı mektupta, icad edilen dansa ; “derhal son verilmediği takdirde, bizzat ordu-yu hümayunumla gelip men'e muktedirim." Derken bugünü görseydi biz torunlarına ne derdi acaba? (Not: Mektuptan sonra yüz yıl Fransada dans yapılamadı)
DÜNYAYI KAZANIRKEN AHİRETİ KAYBETME
Bir başka oluşmuş algı ve toplumsal yaramız ise; parası pulu olanın sözü geçtiği ve rağbet gördüğü bir çağda yaşıyoruz. Önceliğimiz, derdimiz, kaygımız dünyalık oldu. Yunus Emre’nin ifadesiyle; derdi dünya olanın da dünyalar kadar derdi oluyor işte. Oysa Müslümana yakışan öncelikli derdi tasası Allahın rızasını kazanmak olmalı, doğrusu bu. Dünyaya ve dünyalık işlere buna göre şekil vermeli, seçici olmalı. Ama bizler ortama sıkılan dünyevileşme parfümünden etkilendik de çocuklarımıza dünya işlerini kazanırken önceliğin Allahınrızasını kazanmak olduğunu onlara öğretemedik ya da öğretmedik. “Sınavlarda başarılı olsun, en iyi makamlara gelip çok paralar kazansın, ahiret sınavına da ilerleyen zamanlarda vakit olursa hazırlanır bakalım!” Dedik. Olması gerekeni hatırlatana da “ne diyor bu, ne alaka?” İfadesini hissettiren bakışlar eksik olmadı.
Bu muhabbetleri yapan bazı insanlar; kendilerine göre;uyanık, cesur, zamanı iyi analiz etmiş, neyin kazandırıp neyin zarar ettireceğini iyi bilen aklını beğenen akıllı insanlar. Toplumdan dışlanmak istemeyen, herkesin yaptığını yapıp zamana ayak uyduran insanlar. Aklını ve zamanının estirdiği rüzgarı kendine rehber edinmiş bir yapıdır bu.
HER ÇAĞIN DİNİ İSLAM
Bu sözlerime kızanlar olabilir, düşüncelerimi çağı doğru okuyamamış zannedenler olabilir, mümkündür. Ama kabul edilsin ya da edilmesin çağlara, zamana ve şartlara hükmeden gücü ve kudretliyle her şeyi kuşatan bir Allahımız var. Rabbimizin gönderdiği din ise belli bir zamanda yaşanması mümkün olup sonraki çağlarda yaşanması mümkün olmayan bir din değildir. Kıyamete kadar her çağın dinidir ve her çağda yaşanabilecek bir diriliğe, güncelliğe sahiptir, yeter ki biz onu anlayıp çağımızı onda çözmeye, onun hakim olduğu çağın çağdaşı olma kararlılığını gösterelim. İrademizin çağın dayatmalarından daha güçlü olduğunu ve meselenin çağ değil tercihlerimiz olduğunu bilelim. Biz Rabbimiz tarafından imtihan ediliyoruz ve bu imtihan içerisinde bu şartlarla muhatap olurken eksiler ve artılar alıyoruz. İsteyen istediği puanı alsın. Ama şu bir gerçek ki; kişiye “sen ne yaptın?” diye sorulacak. Şimdiden cevabını hazırla istersen.
Sonuç olarak hayatı her daim zamanenin bize bellettiği yanlış bozuk alfabe ile okuyup durmayalım, doğru alfabe ile Rabbimizin istediği yaşantıyı inşa ederek okuyalım.
Bir de hayatı böyle deneyelim, inanın ki mutlu olacaksınız çünkü; huzur dosdoğru Müslümanlıktadır.
Huzurunuz daim olsun…