Bir davanın sahîh temeller üzerine oturtulmadığı yerde, fikir de, hareket de, gelecek de sürünür. Bugün, dinî düşünce dünyamızda yaşanan en büyük kriz, bir anlam inşası yerine bilgi depolama yarışına dönüşmüş zihinsel atalettir. Söylemler çoğalıyor; lakin kelimelerden fikir, fikirden yön, yön’den medeniyet doğmuyor.
Bir zamanlar, fikrin ateşiyle yürüyen öncü zihinler vardı. Ellerinde kitap, gönüllerinde dava, zihinlerinde bir medeniyet tasavvuru... Okurlar, düşündüler, yazdılar, konuştular. Batı’ya karşı bir duruşun, kendi medeniyet kodlarımızla yeniden var olmanın yollarını aradılar. Fakat bu arayış zamanla içi boş ezberlere dönüştü. O büyük yürüyüşün dili, kuru bir tekrara, duygusal hikâyelere, menkıbe anlatıcılığına, hazır cevaplı gösterilere yenildi. Netice? İleriye değil, geriye doğru bir düşüş.
Asıl kırılma noktası burada başlar: Din, literal manaya sıkıştığında hayatın dışına itilir. Oysa din, sadece tekrarlanacak kelimeler bütünü değildir. Bir anlam haritasıdır. Hayatı kuşatmak, insana yön vermek, toplumu dönüştürmek için gönderilmiştir. Fakat bugün ne yazık ki çoğu anlatıcı, geleneğin derinliğini çağın ihtiyaçlarına tercüme edemiyor. Kendini büyüklerin gölgesinde eritmiş, şahsiyetini kaybetmiş bir aktarım memurluğu hâkim.
Oysa mesele, sadece doğruyu tekrar etmek değil; onu zamanın ruhuyla yeniden inşa edebilmektir. Hakikat, her çağda yeni bir dile, yeni bir sunuma muhtaçtır. Zira zaman değişir, toplum değişir, ihtiyaçlar değişir. Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir. Bu yüzden, sadece nakleden değil; üreten, düşünen, arayan, yeniden kuran zihinlere ihtiyaç var.
Geçmişin büyükleri, her ne kadar bizim için örnek teşkil etse de; onların söylemleri, jestleri, duruşları kendi çağlarına aitti. Bugün, o sözleri taklit ederek değil; o sözlerin arkasındaki ruhu anlayarak yürümek gerekir. Aksi hâlde her şey bir gösteriye, içi boş bir geçmiş romantizmine dönüşür. Bu da zihinleri kurutur, toplumu hareketsizliğe mahkûm eder.
Ne yazık ki, günümüzde toplumsal çelişkiler, şahıslar ve duygular üzerinden yürütülüyor. Hâlbuki bir medeniyet fikri, teori ile inşa edilir; hissiyatla değil. Sahabe dönemindeki ihtilaflarda bile şahıs merkezli bir çatışma değil, hakikate ulaşma arzusu vardı. Bugün ise hakikat, şahısların gölgesinde kalıyor; dava, çıkarların vitrini oluyor.
İşte bu yüzden toparlanamıyoruz. Çünkü biz, iman merkezli bir inşa anlayışını yitirdik. Bilgiyi imanla yoğuramadığımız için, fikir üretmiyoruz. Kalbî olanı zihinsel olana dönüştüremiyoruz. Nakil, zihinleri baskı altına alıyor; tefekkür ise susuyor. Kuru bilgi yığınının altında ezilen akıl, ufkunu kaybediyor.
Oysa bilgi; insanı dönüştürmediği, ona istikamet kazandırmadığı sürece yükten ibarettir. Eğitim, sadece belleği doldurmak değildir; zihni açmak, kalbi uyandırmaktır. Aksi hâlde dâvâ, bir tabela; toplum, bir seyirlik kalabalık olur.
Bugün bize düşen görev, yeniden inşâ etmektir. Sadece eskiyi aktarmakla değil; onu anlayarak, çağın diline tercüme ederek, yeni bir teorik zemin oluşturmakla mümkündür bu. Dava, ancak sahîh sütunlar üzerine oturursa yürür. Aksi hâlde ismimiz baki kalır, ama misyonumuz yiter. Tıpkı bugün pek çok yüce değerin, sadece adının kaldığı; ama fikrî ruhunun belleğimizden silinip gittiği gibi.
Vakit, kuru tekrarı bırakıp, yeni bir düşünce iklimi kurma vaktidir. Çünkü hakikat, sadece anlatılmaz; inşa edilir.
selam ve dua ile.