وَاِذِ ابْتَلٰٓى اِبْرٰهٖيمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَاَتَمَّهُنَّۜ قَالَ اِنّٖى جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ اِمَامًاۜ قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّتٖىۜ قَالَ لَا يَنَالُ عَهْدِى الظَّالِمٖينَ
Ne zamanki Rabbi İbrâhim’i bazı emirleriyle sınayıp da İbrâhim onların gereğini eksiksiz yerine getirince, Yüce Allah ona “Ben seni insanlara önder yapacağım” buyurmuştu. İbrâhim, “soyumdan da önderler olacak mı?” diye sorunca Rabbinin cevabı “Benim vaadim zalimler için geçerli değildir” şeklinde oldu.
(Bakara 124)
Lider de olsa her insan gibi Hz. İbrahim de ailesine karşı merhametiydi ve düşkündü. Merhameti o kadar genişti ki Sodom Gomore kavminin cinsel sapıklıkları ve zulümleri dolayısıyla helak edileceklerini öğrendiğinde onları irşat için içlerinde bulunan yeğeni Lut’un akibeti hususunda meleklerle bile mücadeleye girişmişti. Melekler ona Hz. Lut ve inananlar için güvence verince, sakinleşmişti.
Bu merhamet ve samimiyetiyle İlahî sınamaları başarıyla tamamlayan Hz. İbrahim’e Yüce Allah lütuf olarak “Ben seni insanlara imam/lider kıldım” dediğinde hemen ailesini anıp “Peki, soyumdan da liderler olacak mı?” diye soruvermişti. Yüce Allah cevaben “Benim vaadim zalimler için geçerli olmayacaktır” şeklinde gelmişti. Demek ki soy sop bağıyla yakın olanlar değil hakkın yanında duran, hakikati haykıran; iyi, güzel ve yararlı işler yapan, zulme karşı çıkan ve insanlara kötülük peşinde koşmayanlar için Yüce Allah’ın vaadinin geçerli olacağı bildirmiştir.
Zira Yüce Allah’ın katında aile, soy, sop, kabile ve millet ayrıcalığı yoktur. Zaten bu özellikleri ve konumları onlara veren bizzat kendisidir. Bu yüzden bütün insanlar onun nezdinde eşittir. O, herkese imkân ve şartları sağlar, çalışanlara karşılığını verir, hedefledikleri gayeye ulaştırır; sonuçta kullarını yaptıklarıyla yargılar; iyi şeyler yapanları ödüllendirir, kötü şeyler yapanları ise cezaya çarptırır.
Bu, Yüce Allah’ın değişmez sünnetullâhıdır ve “O’nun sünnetinde asla değişme bulamazsın.” (Fâtır 43) Bunan anlamı O, kafire mümin, mümine kafir muamelesi yapmaz. İman edip güzel işler yapana mükafatını verir, küfrü seçip kötü işler işleyene hak ettiği cezayı keser. Çünkü sünnetullah, kullarının davranışlarına göre Yüce Allah’ın onlara yönelik muamelesidir. Bu muamelede merhamet, adalet ve hikmet ölçüsü geçerlidir. Merhamet inanmış iyi kullarına ziyadesiyle lütufta bulunmak; adalet, hak edene misliyle ceza kesmek; hikmet ise herkese hak ettiğini vermek, layık olduğu şekilde muamelede bulunmaktır.
Bu demektir ki, ilahî sistemde ırkçılığa yer yoktur. Nitekim Yüce Allah, Hz. Âdem kıssasında İblis’in kökeni, Hz. Nuh’un oğlu ve Hz. İbrahim’in soyu üzerinden ırkçılığın yanlışlığını açıkça belirtmiş; üstünlüğün kişinin kökenine, ailesine, kabilesine ve milletine göre değil takva ve ihsan doğrultusunda yapıp ettiklerine bağlı olduğunu bildirmiştir (Hucurât 13).
Zaten hak din ile diğerlerini ayıran temel ayrım noktalarından biri de kimseye ayrıcalık tanınmamış olmasıdır. Dinin emirlerinden muhatap olan herkes sorumludur. Kişi ancak bedenî ve malî durumuyla bazı sorumluluklardan muaf tutulur. Sözgelimi malî durumu yeterli olmayan kişi zekât ve hac ibadetiyle sorumlu tutulmaz. Aynı şekilde hasta olan kişiler de oruç ve hac ibadetiyle sorumlu tutulmazlar. Onlara durumlarına uygun alternatif öneriler sunulur.
Üstelik peygamberler bile getirdikleri dinin emirleriyle yükümlüdürler ve ilk uygulayıcıları de bizzat kendileridir. Bu yüzden peygamberler örnek kişiliklerdir. Âlimler, peygamberlerin işte bu örnek kişiliğine vâristirler. Zaten âlim ilmiyle âmil kişidir, yani söylediğiyle yaptığı tutarlı olandır. Buna göre gerçek müslüman inanç, ibadet, davranışlar ve ahlak noktasından tutarlı kişilik örneğidir.
Sonuç olarak lider kendi ailesi bile olsa soy sop yakınlığına göre değil din, inanç, amel ve ahlak durumuna göre dava erlerine muamelede bulunur ve davasını onlarla yürütür. Ailesinden bu özelliklere sahip kişiler varsa onlar da dava erlerinin yanında ve safında yerlerini alırlar, sayılan özellikler çerçevesinde muamele görürler.
4 Safer 1447 / 29 Temmuz 2025