GENÇLERİMİZ DİNE NEDEN İLGİSİZ?
MAKALE
Paylaş
28.09.2025 17:01
1.331 okunma
Prof. Dr. Celal Kırca

Genellikle her nesil, bir sonraki neslin düşünce, davranış ve  hayat tarzlarını beğenmiyor  ve bir şekilde memnuniyetsizliğini ifade ediyor.  Öyle ki Sümer tabletlerinde  bile “Bu gençlik nereye gidiyor?” yazısının yer aldığı görülüyor.  Bu tabletlerden birinde baba oğluna, “Bana bak, adam ol. Meydanlarda başıboş dolaşma, caddelerde sürtme. So­kakta yürürken çevrene bakınıp durma. Alçakgönüllü ol” dediği yazılı.

Sokrates’in de “Günümüzün çocukları lüksü seviyor, kötü davranışları var, otori­teye baş kaldırıyorlar, yaşlılara saygıları yok, çalışmak yerine laklak et­meyi seviyorlar. Çocuklar artık evlerinin hizmetçisi değil, tiranı… Anne babaları odaya girince ayağa kalkmıyorlar, onlara itiraz ediyor­lar, destek olma yerine laklak yapıyorlar, şapır şupur yiyorlar, bacak bacak üstüne atıyorlar, öğretmenlerine zulmediyorlar.”  Dediği de naklediliyor.

Hesiod ise “Günümüz gençleri öyle umursamaz ki ileride ülke yönetimini ele alacaklarını düşündükçe umutsuzluğa kapılıyorum. Bizlere, büyüklere karşı saygılı olmayı, ağırbaşlı olmayı öğretmişlerdi. Şimdiki gençler kurallara boş veriyorlar. Çok duyarsızlar ve bekleme­sini bilmiyorlar.” [1] Şeklinde gençlerle ilgili şikayetini dile getiriyor. Bu ifadelerden de anlıyoruz ki, geçmişte de gençlerle ilgili bir memnuniyetsizlik söz konusu olmuş.

Günümüzde de durum bundan farklı değil; toplumun geneli, buna benzer duyguları  taşıyor ve gençlerden memnuniyetsizliklerini   dile getirerek farklı konularda farklı şikayetlerde bulunuyor. Bu şikayetler arasında gençlerimizin ateist, deist ve agnostik düşünceleri benimsemeleri ve dine ilgisiz kalmaları benim daha çok dikkatimi çekiyor. Kendi iradesiyle ateist olanlar bir tarafa; gençlerimiz, Allah’a inandıkları halde  neden dine ilgisiz  kalıyorlar veya  dinî değerlerden    uzaklaşıyorlar?  Sorusuna da bir cevap aranması gerekiyor.

Hiç şüphesiz  gençlerin böyle bir tercihte bulunmaları, sebepsiz değil. Bunun  elbette bir çok dinî, psikolojik, sosyolojik ve iktisadî sebepleri söz konusu.  Bu sebepler, sadece gençleri değil, aynı zamanda az veya çok herkesi  etkiliyor. Ancak bu sebepler analiz edilip değerlendirildiğinde gençler için daha derinlerde yatan bazı ciddî  sorunların bulunduğu görülüyor ve bu  sorunların da gözden ırak tutulmaması ve ciddiye alınması  gerekiyor.

Bu  sorunlar arasında aile yapısının gittikçe küçülmesi, beslenme tarzının değişmesi, dinî ritüellerin zayıflaması, kültürel değişimler, değişen arkadaşlık biçimleri, akran baskıları ve  daha da önemlisi sosyal medyanın gücü  ve  bu gücün   gençler üzerindeki etkileri  daha çok dikkat çekiyor ve önem arz ediyor. Nitekim  aile yapısındaki  bu küçülme, parçalanma, değişim, aile içi iletişimin azalması,  birlikte beslenmenin önemini kaybetmesi, boşanmalar, sosyal ilişkilerdeki zayıflık ve  dindarların söz ve davranışlarındaki uyumsuzluk ve tutarsızlık;  aile  bireylerinin kendilerine yabancılaşması, nezaketi, güzel ahlakı, gerçek sevgi ve saygıyı büyük ölçüde  kaybetmesi; dinî değerlerin  metalaştırılması ve buna bağlı olarak manevî ve kültürel değerlerin zayıflaması, gençlerin dine olan ilgilerini  azaltıyor ve  onların din ile   modern hayat arasında  sıkışıp kalmalarına sebep oluyor.

Özellikle  çocukluk  ve ergenlik döneminde gençlerin,  internet  sitelerine takılmaları ve dinî konular da dahil her türlü genel kültürü, daha çok  aile ve okuldan öğrenme yerine internet sitelerinden ve  sosyal medyadan öğrenmeleri, onları dinî veya  dinî olmayan  geleneksel kültüründen  uzaklaştırıyor;  aile içinde her yaş gurubu için adeta ayrı bir kültür oluşturuyor.  Bu  kültür de  düşünceleri, dilleri, davranışları ve  değer yargıları  farklı bir neslin  oluşmasına  zemin hazırlıyor. Dolayısıyla yetişkinlerin, bu yeni nesle kendi kültürel değerlerini aşılamakta zorlandıkları; hatta ebeveyn-evlat arasındaki otoriteyi sarsacak tarzda tâviz verdikleri ve aile otoritesinin yerine, bireysel otoritenin geçtiği görülüyor. [2]

Kazanmadan ve hak etmeden elde edilen bireysel otorite ise gençlerin egolarını yükselmekte, hatta  narsist  bir kişiliğe  dönüştürmektedir. Bu nedenle de gençler, ahlaklı, dürüst ve samimi arkadaş çevresi oluşturamamaktadır. Oluşan arkadaş çevreleri  ise gençleri,  çoğu zaman  kabadayılığa, çeteleşmeye ve  madde bağımlılığına yönlendirmektedir. Kısmen de olsa aile otoritesinin etkisinde kalan gençlerin de ahlaklı, doğru, dürüst ve samimi  arkadaş  bulmada zorlandıkları görülmekte; kimi gençlerin  de odalarına kapanıp yalnız yaşamayı tercih ettikleri ve  arkadaş ihtiyacını  sanal alemden ve sosyal medyadan karşılamaya çalıştıkları  bilinmektedir. Özellikle  hazdan ve zevkten  beslenen seküler bir  hayatın, kutsal değerleri dışlayan  söylemleri ve buna bağlı yaşam tarzları,  gençleri  daha  çok etkilemekte ve  bu da onların dinî duygularını törpüleyerek yaratılış amacından uzaklaşmalarına, yozlaşmalarına, dine ve dinî değerlere ilgilerini  azaltmalarına  sebep olmaktadır.

Ayrıca anne-babaların, hayatı evlatları ile paylaşıp, onları  her konuda eğitecekleri  yerde, sadece refahı  paylaşmaları, onların midelerini  doyursa   da  gözlerini  ve kalplerini  doyurmamaktadır. Dolayısıyla kalpleri ve zihinleri boş kalan bu gençler, kendilerini  boşlukta hissetmekte, ruhları daraltmakta, canları sıkılmakta,  bu nedenle kendilerini  mutlu edecek şeylere  yönelmekte;  egolarının  ve hazlarının peşinde koşmayı, bir hayat felsefesi olarak  benimsemektedirler. Bu hayat felsefesi de onlara hayatın iyi giyinme, iyi yeme, gezme, cinsellik, keyif verici madde kullanmaktan ibaret olduğunu; mutluluğu kendilerine zevk veren şeylerde aramaları gerektiğini telkin etmekte; kuralsız bir hayatı ve sınırsız bir hürriyeti önermektedir. Bu nedenle gençler, duyguların ve ihtiyaçların helal ve meşru yollardan tatmin edilesini isteyen ve  gayr-i meşru  yollara  tevessül edilmesini yasaklayan  dine karşı mesafeli  durmayı  tercih  etmekte, dolayısıyla da deizm  onlara  daha cazip gelmektedir.

Ama gerçek olan şudur ki sınırsız bir hürriyet ve kuralsız bir hayat yoktur.  Kuralları çiğneyerek elde edilen haz ise insana geçici bir mutluluk verse de huzur vermemektedir.  Zira huzur, geçici olanda değil, sürekli olandadır. Bu sürekliliği en iyi sağlayan da dindir. Çünkü din, getirdiği ölçü, denge, ilke ve kurallar ile insana, mutluluktan da öte huzuru sağlayan bir hayat vaat etmektedir. Çünkü inanç, ahlak ve dinî pratikler (dua ve ibadetler) insanın iç huzurunu ve direnç gücünü önemli ölçüde artırmaktadır. Zira Allah’a şükrederek minnettarlık duygusunu geliştirmek, insana huzur vermekte, kalbindeki boşluğu doldurmakta ve onun psikolojik olarak rahatlamasına ve zihninin lüzumsuz yüklerden kurtulmasına da vesile olmaktadır. Çünkü kalpler ancak Allah’ı anmak ve O’nu daima hatırlamakta huzur  bulmaktadır. [3] Bu  da dinin ve dinî değerlerin önemini göstermektedir.

Bunun için de din eğitimin aileden başlaması ve burada çocuklara ilk önce “insan olma” nın öğretilmesi ve bunun  da  eğitim kurumlarında devam ettirilmesi gerekiyor. Topluma da  denetleme görevi düşüyor. Gel gör ki  günümüzde  çatırdayan ve yıkılan mevcut  aile yapısıyla böyle bir eğitimin verilmesi, imkansız görünüyor. Zira  böyle bir aile  yapısıyla gençlere “insan olma” eğitimi verilemiyor. Bu nedenle ailenin içine düştüğü bu çıkmazdan kurtulması, daha sonra da  insan olma çabası içinde olunması icap ediyor. İnsan olmak ise, ahlaklı ve vicdanlı olmak; hasbî olmak, hesabî olmamak anlamlarına geliyor.

Çünkü ahlak, insanlığın mayası ve bilginin de vicdanıdır. Şayet eğitim sistemiz, sadece bilgi  veriyor, fakat  verilen bilgiler ahlak üretemiyorsa;  bu bilgiler insanı yüceltmiyor, bilakis yozlaştırıyor. Dolayısıyla bu maya kaybolduğunda insanlık da kayboluyor; kütüphaneler kitaplarla dolu olsa da ahlak, hikmet, adalet, doğruluk kısaca insanî değerler, insanların semtine uğramıyor. Almanya’da bir lise müdürünün her yıl okul açılırken öğretmenlere gönderdiği şu mektup, bu konuya dikkat çekici bir bakış açısı sunuyor:

“Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar. Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum. Sizlerden isteğim şudur. Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın.
Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır.” [4]

Nitekim dün 2. Savaş sırasında Almanların Yahudilere yaptığı bu zulmü, bugün Siyonist Yahudiler Gazze’de Filistinlilere yapıyor. Siyonist Yahudiler de tıpkı Alman faşistleri gibi okumuş, bilgi sahibi olmuş ve teknik becerileri olan, ama ahlâkî değerlerini yitirdikleri, insanlıklarını  ve vicdanlarını  kaybettikleri için çocuk, kadın, yaşlı  demeden insanlara zulmediyor, öldürüyor ve soykırım yapmaktan çekinmiyorlar.  Zira savaşın da bir ahlakı ve   bir kuralı  bulunuyor. Bu kuralların başında da kadınları, çocukları ve din adalarını öldürmemek, mabetleri ve tabiatı yakıp yıkmamak geliyor. İslâm bunu söylüyor ve bunu emrediyor.  Ama “öldürmeyeceksin” [5] diyen bir dinin mensupları, bugün bu kuralı çiğniyor; yakıyor, yıkıyor ve öldürüyor.

Bu da gösteriyor ki okuyarak sadece teknik bilgi elde etmek, bilgi ve teknoloji üretmek, bir insanın,  insan olabilmesi için  yeterli  olmuyor, aynı zamanda dinî ve ahlâkî değerlere de  sahip olması ve vicdanının sesini  dinlemesi gerekiyor.  Bu nedenledir ki Sokrates, “Atlar at olarak doğar; insanlar insan olarak doğmaz, insan olunur” derken; Erasmus da buna benzer bir ifade ile  “İnsan, insan olarak doğmaz, insan olunur” der. Dinin de temel amacı beşeri, beşerîlikten  kurtarıp insanlaştırmak değil midir?  Bu amacın da gençlerimize anlayabilecekleri bir dil ve üslupla anlatılması gerekmiyor mu?  Zira geleneksel vaaz üslubu ile günümüzün  gençlerine ulaşmak ve  dinî değerleri onlara ulaştırmak mümkün olmuyor.  Bu konuda Mehmet Kaplan, “Nesillerin Ruhu” kitabında şunları yazıyor: “Şahsen eski üslupla, basma kalıp  dinî bir yazı gördüm mü okumaya lüzum  görmüyorum. Çünkü bu, onu yazanın dini yeniden yaşamadığını gösteren en açık delilidir.  Türkiye’de bugün yeni üslupla yazılmış dinî bir edebiyat  yoktur. …. Yenilenmeyen şey, kabuk bağlar, katılaşır, ölür.” [6]

Sonuç olarak, gençlerin dine olan ilgisizliklerinden şikâyet ediyoruz, ama onlara gereği gibi örnek olup olamadığımızı veya dinî değerleri yeterince ulaştırıp ulaştıramadığımızı sorgulamıyoruz. Bu da bizim gençlerle olan ilişkilerimizdeki zaaflarımızı ve yöntemsizliğimizi gösteriyor.

 


[1] Emin Direkçi, Tarihte Bu Gençlik Nereye Gidiyormuş, ekohaber.com.tr

[2] Daha geniş bilgi için bkz. Adnan Ziyalar, “Aile Gençlik İlişkileri”, Devlet Bakanlığı ve Erciyes Üniversitesi, Türk Toplumu ve Gençlik Sempozyumu Bildirileri (3-5 Nisan 1989), Kayseri 1989, s. 127-137.

[3] Ra’d,13/28.

[4] egitimajansi.com

[5] Tevrat, Çıkış 20/13

[6] Mehmet Kaplan, Nesillerin Ruhu, İstanbul 1970, s.145.

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya