Belirsizlik Felsefesiyle Kuşatılan İnsanlık
İnsanlık, bugün tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar belirsizliğin felsefesiyle kuşatılmış durumda.
Her şeyin anlamını yitirdiği, değişimin kutsallaştırıldığı bir çağdayız.
Artık mesele sadece değişmek değil; değişimin kendisine iman etmek…
Ya ruhumuzu koruyacağız, ya da onu seküler bir kültürün ellerinde kaybedeceğiz.
Ya kimliğimizi Müslüman bir zihin dünyasıyla yaşatacağız,
ya da her renge bürünen “seyyar” bir zihniyetin içinde yok olacağız.
Müslüman Toplumun Nesneleşme Serüveni
Bir zamanlar kendi medeniyetini kuran özne olan Müslüman,
bugün başkalarının ürettiği fikirlere mahkûm hâle geldi.
Üretiyor gibi görünüyor ama aslında başkalarının üretimini yeniden dolaşıma sokuyor.
Bu durum yalnızca kültürel değil; ruhsal bir çöküştür.
Müslüman toplum, “özne” olmaktan çıkmış, düşünce transferi yapan bir topluma dönüşmüştür.
“Trans Düşünce”: Zihniyetsizlik Zihniyeti
Çağımızın adı artık “trans düşünce çağı”dır.
Ruhî, kültürel, cinsel, toplumsal tüm alanlarda sürekli bir geçiş hâli yaşanıyor.
Bir kimlikten diğerine geçmek özgürlük değil; köksüzlüğün ideolojisidir.
Bu anlayışın özünde bir paradoks gizli:
“Dünyada tek hakikat, hakikatin aslında olmadığıdır.”
İşte bu yüzden “trans düşünce” ne kutsalı tanır, ne ölçüyü, ne istikameti…
Hakikat, inanç, örf, hukuk — hepsi birer “seçenek” hâline getirilmiştir.
İnançsızlığın Karanlık Aynası
İnançsızlık, insanı özgürleştirmez; vahşileştirir.
Kadim bilge demişti:
“İnsan inançsız kalmaya görsün; tapındığı tanrılarını bile yer.”
Tarih de bunu gösterdi:
Tanrılar birbirini yer, insanlar kardeşini…
İnançsızlık arttıkça insan kabalaşır, kalpler taşlaşır.
Gelenekten Kopan Modern Müslüman
Osmanlı sonrası dönemde Müslüman toplum ikiye ayrıldı:
Bir yanda köklerinden beslenen sahih İslam,
diğer yanda Batı’nın dayattığı, her şeyi “akışkan” hâle getiren modern yaşam biçimi.
Sonunda Batı, amacına ulaştı;
Birçok Müslüman toplum Batı’nın kopyası hâline geldi.
Kimliğini koruyamayan her toplum, başkasının hikâyesinde figüran olmaya mahkûmdur.
“Neden”in Bilimi, “Nasıl”ın Felaketi
Amerikalı yazar Ursula K. Le Guin’in şu sözü bu çağın özetidir:
“Neden sorusu, nasıl sorusundan daha önemlidir.
Einstein ‘neden’ diye sordu ve görecelik kuramını buldu.
Nasıl’ diye düşündüğünde ise, atom bombasını icat ettiğini gördü.”
Biz de yeniden “neden” sormalıyız.
İman merkezli düşünceyi, hikmetle yoğrulmuş ilmi yeniden keşfetmeliyiz.
“Nasıl” sorusunu sormayı ise kalpleri birleştiren, insanı dirilten bir amaca yönlendirmeliyiz.
Çözüm: İman – İlim – Amel Üçgeni
Gerçek kurtuluş, üç kelimede gizlidir:
İman, İlim, Amel.
Bu üçü birleştiğinde Müslüman kimlik yeniden dirilir,
toplum yeniden ayağa kalkar.
Bu sadece bir dua değil; bir medeniyet çağrısıdır.
Biraz sabır, biraz gayret, biraz da samimiyetle…
Hakikat yeniden parlar, belirsizlik dağılır.
Ve sözün özü: Hakikat Sabittir, Zaman Değil
Zaman değişir, insan değişir; ama hakikat değişmez.
Kimliğini hakikate göre kuran kaybolmaz.
Çünkü iman, belirsizliğin karanlığında yön bulmanın tek pusulasıdır.