BİR KASE KİRAZ VE BİR HAMAM BÖCEĞİ
MAKALE
Paylaş
14.12.2025 18:27
841 okunma
Cemal Akkuş

TOPLUMSAL ALGIDA İYİNİN ve KÖTÜNÜN ASİMETRİSİ, OLUMSUZLUK BASKINLIĞI ve TÜRKİYE ÜZERİNE BİR İNCELEME

Nobel ödüllü psikolog Daniel Kahneman ve meslektaşı Paul Rozin tarafından literatüre kazandırılan "Bir kase kiraz ve bir hamam böceği" metaforu, insan zihninin işleyişine dair çarpıcı bir gerçeği ortaya koyar: Mükemmel bir kase kirazın cazibesi, içine atılan tek bir hamam böceğiyle tamamen yok olurken; bir kase dolusu hamam böceği, içine atılan tek bir kirazla hiçbir şekilde "iyileşmez". Bu asimetri, psikolojide "Negativity Dominance" (Olumsuzluk Baskınlığı) olarak tanımlanan ve evrimsel kökleri hayatta kalma dürtüsüne dayanan temel bir bilişsel mekanizmadır. Bu rapor, söz konusu metaforu merkeze alarak, iyinin ve kötünün toplumsal algıdaki dengesizliğini teorik bir çerçevede incelemekte ve bu asimetrinin Türkiye'nin sosyopolitik, kültürel ve medya iklimindeki yansımalarını kapsamlı verilerle analiz etmektedir.

Türkiye, bir yandan binlerce yıllık kadim töresi, küresel insani yardım sıralamalarındaki liderliği ve dayanışma potansiyeliyle öne çıkarken; diğer yandan yüksek suç algısı, derinleşen siyasi kutuplaşma, sığınmacı karşıtlığı ve kadın cinayetlerinin yarattığı travmatik görünürlükle mücadele etmektedir. Rapor, "Acımasız Dünya Sendromu"nun Türkiye'de nasıl kök saldığını, sosyal medyadaki algoritmik olumsuzluk beslemesinin bu süreci nasıl hızlandırdığını ve güven endekslerindeki erimenin toplumsal sermayeyi nasıl tükettiğini ortaya koymaktadır. Son bölümde ise, "Yapıcı Gazetecilik", toplumsal Bilişsel Davranışçı Terapi yöntemleri ve Hizmet Telafisi Paradoksu'nun devlet yönetimine uyarlanması gibi çözüm önerileriyle, toplumsal algıdaki bu tahrip edici asimetrinin nasıl dengelenebileceğine dair stratejik bir yol haritası sunulmaktadır.

Bölüm 1: Olumsuzluk Baskınlığının Teorik Çerçevesi

1.1. Evrimsel Miras ve Psikolojik Asimetri

İnsan beyni, objektif bir kayıt cihazı değil, hayatta kalmaya programlanmış bir hayatta kalma makinesidir. Daniel Kahneman ve Amos Tversky'nin "Beklenti Teorisi"nde ortaya koyduğu "Kayıptan Kaçınma" ilkesi, bu asimetrinin ekonomik karar alma süreçlerindeki yansımasıdır: Kaybetmenin acısı, aynı miktarı kazanmanın verdiği hazdan psikolojik olarak yaklaşık iki kat daha güçlüdür. Ancak bu ilke, ekonominin çok ötesine geçerek hayatın tüm alanlarına yayılır. Paul Rozin ve Edward Royzman'ın "Negativity Bias" (Olumsuzluk Yanlılığı) üzerine yaptıkları kapsamlı çalışmalar, "kötü"nün "iyi"den sadece farklı değil, ondan niteliksel olarak daha güçlü olduğunu kanıtlamaktadır.

Bu baskınlık, doğal bir zorunluluktur. Atalarımız için lezzetli bir yemeği kaçırmak sadece bir fırsat kaybıyken, çalıların arasındaki bir yırtıcıyı gözden kaçırmak ölümcül sonuçlar doğurabilirdi. Bu nedenle beyin, tehdit içeren uyaranları, ödül içeren uyaranlardan çok daha hızlı, daha yoğun ve daha kalıcı bir şekilde işlemek üzere gelişmiştir. Modern toplumda bu mekanizma, fiziksel yırtıcıların yerini sosyal tehditlerin, ekonomik krizlerin ve ahlaki ihlallerin almasıyla şekil değiştirmiş, ancak gücünden hiçbir şey kaybetmemiştir.

Rozin ve Royzman, bu olumsuzluk baskınlığını dört ana unsurla sınıflandırır:

1. Negatif Potansiyel: Eşit büyüklükteki pozitif ve negatif olaylar arasında, negatif olan sübjektif olarak daha şiddetli algılanır.

2. Daha Dik Negatif Değişkenler: Tehdit edici bir olaya yaklaştıkça hissedilen olumsuzluk, hoş bir olaya yaklaştıkça hissedilen olumluluktan çok daha hızlı artar.

3. Olumsuzluk Baskınlığı: Pozitif ve negatif unsurların birleşimi, aritmetik bir ortalama değil, negatifin domine ettiği bir sonuç doğurur. Kahneman'ın kiraz/hamam böceği metaforunun özü budur; saflık kırılgandır ve kolayca kirlenir, kirlilik ise dirençlidir ve kolayca temizlenmez.

4. Negatif Farklılaşma: İnsan zihni, olumsuz deneyimleri tanımlamak için olumlu deneyimlere kıyasla çok daha karmaşık ve çeşitli bir kavramsal repertuara sahiptir. Acının, korkunun ve tiksintinin binbir tonu varken, mutluluk genellikle daha homojen bir durum olarak algılanır.

1.2. Bulaşma Yasası ve Güvenin Kırılganlığı

Metaforun derinliğinde, antropolojik "bulaşma yasası" yatar. Bir hamam böceğinin kiraz kasesine teması, sadece fiziksel bir tiksinti yaratmaz; o kasedeki "özü" kalıcı olarak değiştirdiği varsayılır. Buna karşılık, "iyi"nin (kirazın) "kötü"yü (hamam böceklerini) dönüştürme gücü yoktur. Bu durum, toplumsal güven ve itibar yönetiminde kritik bir rol oynar. Bir kurumun veya bireyin yıllarca inşa ettiği güven sermayesi, tek bir skandalla yerle bir olabilirken, kötü şöhretli bir yapının tek bir iyilikle itibarını temizlemesi neredeyse imkansızdır.

Bölüm 2:

Anksiyete Algoritmaları – Dijital Çağda Olumsuzluğun Endüstrileşmesi

2.1. Dikkatin Ekonomi Politiği ve "Kötü"nün Viralliği

Günümüz medya ekosistemi, insan beyninin bu değişimsel zaafını bir iş modeline dönüştürmüştür. Dikkat ekonomisinde, kullanıcının ekran başında geçirdiği süreyi maksimize etmek isteyen platformlar, "Olumsuzluk Yanlılığı"nı sömüren algoritmalar geliştirmiştir. Araştırmalar, olumsuz içerikli haber başlıklarının, olumlu olanlara kıyasla tıklanma oranlarını önemli ölçüde artırdığını göstermektedir. Viral haber hikayeleri üzerine yapılan geniş çaplı bir veri analizinde, başlıktaki her bir negatif kelimenin tıklanma oranını %2.3 artırdığı saptanmıştır. Buna karşılık, pozitif kelimelerin varlığı tüketim oranlarını düşürme eğilimindedir.

Bu durum, medya kuruluşlarını ve içerik üreticilerini, etkileşim alabilmek için "hamam böceklerini" çoğaltmaya, dramatikleştirmeye ve sürekli göz önünde tutmaya iter. "Eğer kanıyorsa, haberdir" ilkesi, dijital çağda "Eğer öfkelendiriyorsa, paylaşılır" haline gelmiştir. Stanford Üniversitesi ve Cambridge Üniversitesi tarafından yürütülen araştırmalar, sosyal medya kullanıcılarının negatif içerikli haberleri paylaşma olasılığının, pozitif içeriklere göre yaklaşık 1.91 kat daha fazla olduğunu ortaya koymuştur. Özellikle Facebook kullanıcıları arasında bu oran daha da çarpıcıdır; negatif makaleler hakkında yapılan paylaşımlar, pozitif olanlara göre %98 daha fazladır.

2.2. Yankı Odaları ve Duygusal Kutuplaşma

Sosyal medya algoritmaları sadece negatifi değil, aynı zamanda "biz" ve "onlar" ayrımını keskinleştiren içerikleri de ödüllendirir. Kullanıcıların siyasi karşıtları hakkındaki negatif haberleri paylaşma eğilimi, kendi grupları hakkındaki pozitif haberleri paylaşma eğiliminden çok daha yüksektir. Bu durum, Dış Grup Homojenliği Etkisi ile birleşerek, karşı tarafın tamamen "kötü" ve "tehlikeli" bireylerden oluştuğu algısını pekiştirir.

Algoritmalar, kullanıcıların öfke, korku ve tiksinti gibi yüksek uyarılma yaratan duygularına hitap eden içerikleri ön plana çıkararak, toplumu sürekli bir "alarm" durumunda tutar. Bu süreç, George Gerbner'in Acımasız Dünya Sendromu teorisinin dijital versiyonunu yaratır: Bireyler, dünyayı (ve kendi ülkelerini) istatistiksel gerçeklikten çok daha tehlikeli, güvensiz ve ahlaki açıdan çökmüş olarak algılarlar. Türkiye özelinde bu sendrom, sadece suç korkusuyla sınırlı kalmayıp, siyasi, ekonomik ve kültürel bir "kıyamet" algısına dönüşmektedir.

Bölüm 3:

Türkiye Bağlamı  – Şiddet, Suç ve Tehlike Algısındaki Uçurum

3.1. İstatistiksel Gerçeklik ve Algılanan Felaket

Türkiye'de "kase" ile "hamam böceği" arasındaki asimetrinin en somut görüldüğü alan suç ve güvenlik algısıdır. İstatistiksel veriler incelendiğinde, Türkiye'deki kasten adam öldürme oranları, algılanan "kaos" ortamıyla tezat oluşturacak şekilde küresel ortalamaların altındadır. 2021 yılı verilerine göre Türkiye'de her 100.000 kişide kasten adam öldürme oranı yaklaşık 2.52'dir. Bu oran, Fransa (1.33), Almanya (0.91) gibi Batı Avrupa ülkelerinden yüksek olsa da; Brezilya (19.3), Kolombiya (25.3) veya Meksika (28.2) gibi ülkelerle kıyaslandığında oldukça ılımlı bir seviyededir. Küresel cinayet ortalamasının 100.000'de 5.2 civarında olduğu düşünüldüğünde, Türkiye istatistiksel olarak dünyanın "tehlikeli" bölgelerinden biri değildir.

Ancak toplumsal algı, bu istatistiklerin çok ötesinde bir tehlike tablosu çizer. Medyada, özellikle "üçüncü sayfa" haberlerinde ve sosyal medyada dolaşıma giren şiddet görüntüleri, toplumda suçun her an her yerde olduğu hissini yaratır. Tek bir vahşi cinayetin detaylı ve görselleştirilmiş anlatımı, milyonlarca insanın güvenli gündelik yaşam deneyimini gölgede bırakır. Bu durum, suçun niceliğinden ziyade niteliğiyle ve görünürlüğüyle ilgilidir. Şiddetin "bulaşıcı" doğası, medyanın bu olayları çerçeveleme biçimiyle birleşerek, toplumun "güvenlik kasesini" kirletmektedir.

3.2. Kadın Cinayetleri: Görünürleşen Yara ve Sistematik Güvensizlik

Kadın cinayetleri, Türkiye'de olumsuzluk baskınlığının en haklı ve en travmatik örneğidir. İçişleri Bakanlığı, 2024 yılının ilk 10 ayında 217 kadın cinayeti işlendiğini açıklamıştır. Bu sayı, 2023 yılının aynı dönemindeki 290 cinayete göre %25,2'lik bir düşüşe  tekabül etmektedir. Bakanlık, KADES uygulaması (kadın destek uygulaması), elektronik kelepçe kapasitesinin artırılması ve 158 bin erkeğe yönelik önleyici tedbir kararlarıyla  aktif bir mücadele yürütmektedir. Ancak, tek bir kadının dahi katledilmesi, tüm istatistiksel düşüşleri anlamsız kılacak kadar büyük bir trajedidir ve negatiflik baskınlığı prensibi gereği, toplumda "şiddetin arttığı" algısı hakim kalmaktadır.  

Resmi verilere göre Türkiye'de kadın cinayeti oranları (yaklaşık 1.1 - 1.4 / 1000.000), Amerika kıtasındaki Honduras (7.2) veya Dominik Cumhuriyeti (2.4) gibi ülkelerden düşük olsa da, cinayetlerin işleniş biçimi ve fail profili, toplumsal travmayı derinleştirmektedir.

Türkiye ve Avrupa'da kadın cinayetlerinin çok büyük bir kısmının (%60 civarı) yakın partnerler veya aile üyeleri tarafından işlendiğini göstermektedir. "Ev"in en güvenli yer olması gerekirken bir cinayet mahalline dönüşmesi, güven duygusunu temelden sarsan en büyük "hamam böceği"dir. Faillerin cezasız kaldığına dair yaygın inanç (algı veya gerçeklik), adalet sisteminin çatladığı hissini yaratmaktadır. Her bir kadın cinayeti haberi, sadece bir istatistik değil, tüm kadınlar için potansiyel bir tehdit ilanı olarak algılanmakta ve "iyi"ye dair umutları zedelemektedir. (Aile mahkemelerinin yetkileri, yaptırımlar ve uygulama hataları ayrı bir yazının konusudur)

3.3. Mülteci Faktörü: Dış Grup Homojenliği ve Günah Keçisi İlanı

Türkiye'de yaşayan yaklaşık 3.7 milyon Suriyeli mülteci, olumsuzluk baskınlığının ve "Dış Grup Homojenliği"nin laboratuvarı gibidir. Bazı araştırmalar, mültecilerin suça karışma oranlarının yerlilere göre daha düşük olabileceğini veya kişi başına düşen suç oranlarını düşürdüğünü öne sürmektedir.

Ancak toplumsal algıda bu nüansların hiçbir yeri yoktur. "Dış Grup Homojenliği" etkisiyle, bir mültecinin işlediği tek bir suç, tüm mülteci grubunun karakteristik özelliği olarak genelleştirilir. Medya ve siyasi söylem, suç işleyen mültecileri görünür kılarken, yıllardır sorunsuz yaşayan, ekonomiye katkı sağlayan veya insani değerleri paylaşan milyonlarca mülteciyi görünmez kılar. Bu durum, mülteci grubunun tamamının "kirlenmiş" olarak algılanmasına ve toplumsal kasede bir tehdit unsuru olarak kodlanmasına neden olur.

Bölüm 4:

Türkiye Bağlamı – Güven Erozyonu, Kutuplaşma ve Görünmez İyilikler

4.1. Medyada Güven Krizi ve İkili Gerçeklik

Toplumu bir arada tutan en önemli unsur güvendir; Türkiye'de ise bu unsur ciddi bir erozyona uğramıştır. Reuters Enstitüsü'nün 2024 Dijital Haber Raporu, Türkiye'de haberlere genel güvenin %35 seviyesinde kaldığını belgelemektedir. Bu oran, toplumun medyanın sunduğu "kaseye" şüpheyle yaklaştığını gösterir. Ancak daha vahim olan, güvenin dağılımındaki kutuplaşmadır. İktidar yanlısı kanallar muhalif seçmen tarafından %40-48 oranlarında "güvenilmez" bulunurken, muhalif kanallar da iktidar seçmeni tarafından benzer şekilde reddedilmektedir.

Bu durum, Türkiye'de tek bir "toplumsal kase" olmadığını, bunun yerine birbirine düşman iki ayrı kampın, kendi "temiz" kaselerini ve karşı tarafın "kirli" kaselerini yarattığını gösterir. Hükümetin açıkladığı olumlu bir ekonomik veri, muhalefet bloğu tarafından manipülasyon olarak algılanırken; muhalefetin meşru bir eleştirisi, iktidar bloğu tarafından ihanet veya dış güç oyunu olarak yaftalanır. Bu "Düşman Medya Algısı", toplumun ortak bir "iyi"de buluşmasını imkansız hale getirmekte ve kolektif bir güvensizlik yaratmaktadır.

4.2. Duygusal Kutuplaşma ve Toplumsal Sermayenin Çöküşü

Türkiye, siyasi kimliklerin sadece politika tercihi olmaktan çıkıp, karşı tarafa duyulan duygusal bir tiksintiye dönüştüğü "Duygusal Kutuplaşma"nın yüksek olduğu bir ülkedir. "Öteki" ile kurulan ilişki, Kahneman'ın metaforundaki gibi işler: Karşı mahalleden biriyle yaşanan tek bir olumsuz deneyim, o gruba dair tüm önyargıları doğrular; oysa yüzlerce olumlu etkileşim "istisna" olarak görülüp unutulur.

Türkiye'nin "Sosyal Sermaye Endeksi" üzerine yapılan çalışmalar, "bağlayıcı" sosyal sermayenin (aile, hemşeri, topluluk içi güven) yüksek olduğunu, ancak "köprü kurucu" sosyal sermayenin (farklı gruplar arası güven) düşük seyrettiğini göstermektedir. İnsanlar kendi "kaselerini" (iç gruplarını) temiz tutmaya çalışırken, dışarıdaki dünyayı (diğer grupları) potansiyel hamam böcekleriyle dolu bir alan olarak görürler. Bu durum, toplumsal işbirliğini, ortak sorun çözme kapasitesini ve genel mutluluk düzeyini aşağı çeker.

4.3. İyiliğin Görünmezliği Paradoksu

Bu karamsar tablo içinde büyük bir paradoks gizlidir: Türkiye, verilerle sabitlendiği üzere, dünyanın en cömert ülkelerinden biridir. Küresel İnsani Yardım Raporlarına göre Türkiye, Milli Gelirine (GNI) oranla en fazla insani yardım yapan ülkeler sıralamasında yıllardır zirvede veya zirveye yakın yer almaktadır (örneğin 2020'de %0.98 ile dünya birincisi). Ancak, Charities Aid Foundation (CAF) tarafından yayınlanan "Dünya Bağışçılık Endeksi"nde, bireysel bağış yapma, tanımadığı birine yardım etme veya gönüllülük gibi kalemlerde Türkiye genellikle alt sıralarda (örneğin 146 ülke arasında 120'li sıralarda veya puanı düşük seviyelerde) yer almaktadır.

Bu "Devlet verir, vatandaş izler" paradoksu, iyiliğin kurumsallaşması ve merkezileşmesiyle ilgilidir. İyilik, devletin veya dini kurumların bir görevi (zekat, sadaka, dış yardım) olarak görülürken, sivil toplum aracılığıyla yapılan bireysel iyilikler "Deniz Feneri" gibi geçmişteki yolsuzluk skandallarının yarattığı güven travması nedeniyle şüpheyle karşılanmaktadır. Vatandaş, vergisini veya zekatını vererek görevini yaptığına inanır, ancak "sivil" alanda iyilik yapmaktan imtina eder. Sonuç olarak, Türkiye aslında devasa bir "kiraz kasesi"ne (yardımseverlik potansiyeline) sahipken, bu potansiyel görünürlük kazanamamakta ve toplumsal algıda "iyilik" hak ettiği yeri bulamamaktadır.

Bölüm 5:

"Kiraz" Paradoksu – Misafirperverlik, Direnç ve Saklı Potansiyeller

5.1. Misafirperverlik Endüstrisi ve Hizmet Telafisi

Türkiye'nin "kasesindeki" en parlak kirazlardan biri, kuşkusuz misafirperverlik kültürü ve buna dayalı turizm endüstrisidir. Burada devreye giren Hizmet Telafisi Paradoksu, toplumsal sorunların çözümü için de bir model sunar. Pazarlama literatüründe, bir sorun yaşayan ancak bu sorunu firma tarafından mükemmel bir şekilde çözülen müşterinin, hiç sorun yaşamayan müşteriden daha sadık hale geldiği bilinmektedir.

Türkiye'nin turizmdeki başarısı, krizleri (pandemi, deprem, ekonomik dalgalanmalar) yönetebilme ve "telafi edebilme" yeteneğine dayanır. Bu sektördeki bire bir insan ilişkileri, medyanın yarattığı "acımasız Türk/Türkiye" algısını kıran en güçlü "gerçeklik denetimi"dir. Turistlerin ve ziyaretçilerin kişisel deneyimleri, genellikle medyadaki negatif anlatıları çürütür. Bu durum, Türkiye'nin "yumuşak gücünün" ve toplumsal dokusunun hala sağlam olduğunun bir göstergesidir.

5.2. "İyilik Hareketi" ve Sivil Refleksler

Resmi gönüllülük istatistikleri düşük olsa da, Türkiye'de kriz anlarında ortaya çıkan "enformel dayanışma" muazzamdır. 2023 Kahramanmaraş depremleri sonrasında veya COVID-19 pandemisi sırasında görülen "Vefa Sosyal Destek Grupları", "Askıda Ekmek" uygulamaları ve sivil toplumun mobilize olma hızı, toplumun genlerinde "iyiliğin" kodlu olduğunu kanıtlar. Ancak sorun şudur: Bu iyilikler genellikle "reaktif"tir (tepki olarak doğar) ve kriz bittikten sonra görünürlüğünü yitirir.

Oysa felaketin, yıkımın ve acının hafızası yıllarca canlı kalır. "İyilik Hareketi" gibi kavramlar, bu asimetriyi kırmak için çabalamaktadır. Ancak medyada felaket görüntüleri saatlerce dönerken, enkazdan kurtarılan bir canın veya yapılan bir yardımın hikayesi hızla tüketilmektedir. Toplum, kendi iyilik potansiyelini unutmakta, sadece acısını hatırlamaktadır..

Bölüm 6:

Kaseyi Temizlemek – Stratejik Müdahaleler ve Çözüm Önerileri

Olumsuzluk baskınlığının yarattığı bu karamsar tablo kader değildir. Biyolojik ve gelişimsel mirasımız negatifi öne çıkarsa da, medeni bir toplum inşa etmek, bu dürtüleri yönetebilmek ve "kirazları" görünür kılabilmek demektir. Türkiye özelinde bu dengeyi sağlamak için medya, devlet ve sivil toplum düzeyinde atılması gereken adımlar şunlardır:

6.1. Medya Reformu: Yapıcı Gazetecilik

Medya, toplumun kendine baktığı aynadır ve şu an bu ayna sadece lekeleri göstermektedir.

Yapıcı Gazetecilik Benimsenmeli: Türk medyası, sadece sorunları ve çatışmaları (kanayan yarayı) haberleştirmekten öteye geçmeli; çözüm önerilerini, sivil başarı hikayelerini ve toplumsal ilerlemeyi de (iyileşmeyi) merkeze almalıdır. Bu, "polyannacılık" değil, gerçeğin eksik kalan yarısını tamamlamaktır.

İyiliğin Algoritmik Teşviki: RTÜK gibi düzenleyici kurumlar, sadece "ceza kesen" bir yapıdan çıkıp, toplumsal dayanışmayı, bilimsel başarıları ve kültürel zenginlikleri öne çıkaran içerikleri teşvik eden bir yapıya dönüşmelidir.

6.2. Toplumsal Bilişsel Davranışçı Terapi (CBT)

Bireylerin negatif düşünce kalıplarını kırmak için kullandığı CBT yöntemleri, toplumsal ölçekte uygulanmalıdır.

Bilişsel Yeniden Yapılandırma: Eğitim müfredatına ve medya okuryazarlığı derslerine "Olumsuzluk Yanlılığı" ve "Acımasız Dünya Sendromu" kavramları eklenmelidir. Vatandaşlar, beyinlerinin neden kötüye odaklandığını ve medyanın bunu nasıl kullandığını öğrendiklerinde, algılarını bilinçli olarak düzeltebilirler.

Minnettarlık ve "Tadını Çıkarma" Kültürü: Toplumsal söylemde, sahip olunan değerlerin (güçlü aile bağları, sağlık sistemi, coğrafi güzellikler) farkına varılması ve bunların "tadının çıkarılması" teşvik edilmelidir. Sürekli "neye sahip olmadığımız" değil, "neyi başarabildiğimiz" konuşulmalıdır.

6.3. Dijital Hijyen ve Algoritmik Düzenleme

Dijital alan, hamam böceklerinin en hızlı ürediği yerdir.

Algoritmik Şeffaflık: Türkiye, Avrupa Birliği'nin Dijital Hizmetler Yasası (DSA) gibi standartları takip ederek, sosyal medya platformlarından algoritmalarının işleyişine dair şeffaflık talep etmelidir. Eğer bir algoritma, etkileşim uğruna nefret söylemini ve kutuplaşmayı (negatif içeriği) bilinçli olarak köpürtüyorsa, bu bir halk sağlığı sorunu olarak ele alınmalı ve düzenlenmelidir.

Olumlu İçeriğin Görünürlüğü: Algoritmalar, "köprü kurucu" içerikleri, yani farklı görüşteki insanları ortak paydada buluşturan paylaşımları öne çıkaracak şekilde yeniden kalibre edilmelidir.

6.4. Devlet Yönetiminde "Hizmet Telafisi" Modeli

Devlet, vatandaşla ilişkisinde "Hizmet Telafisi Paradoksu"nu bir strateji olarak kullanmalıdır.

Hata Kabulü ve Şeffaf Telafi: Bir kriz (orman yangını, ekonomik dalgalanma, adli hata) yaşandığında, bunu inkar etmek veya dış güçlere bağlamak (hamam böceğini saklamak), güvensizliği derinleştirir. Oysa hatayı kabul etmek, şeffaf bir şekilde sorumluluk almak ve sorunu "beklentilerin ötesinde" bir hızla çözmek (telafi), devlete olan güveni kriz öncesinden bile daha yüksek bir seviyeye taşıyabilir.

Adaletle Temizlik: Toplumsal kasedeki en büyük kirlilik "cezasızlık" algısıdır. Kadın cinayetlerinde veya şiddet olaylarında adaletin hızlı ve şüpheye yer bırakmayacak şekilde tecelli etmesi, toplumun "temizlik" hissiyatını geri kazanması için şarttır.

Sonuç

Daniel Kahneman'ın kiraz ve hamam böceği metaforu, Türkiye'nin bugünkü ruh halini anlamak için eşsiz bir anahtardır. Biyolojimiz ve mevcut medya düzenimiz, bizi sürekli olarak kasenin içindeki tek bir hamam böceğine bakmaya zorlamaktadır. Bu bakış açısı, Türkiye'yi olduğundan daha tehlikeli, daha umutsuz ve daha karanlık göstermektedir.

Ancak veriler, Türkiye'nin kasesinde hala bol miktarda, lezzetli ve taze kirazların (dayanışma, misafirperverlik, insani yardım, ekonomik potansiyel) bulunduğunu kanıtlamaktadır. Sorun kirazların yokluğu değil, hamam böceklerinin yarattığı "bulaşma" algısının zihinleri esir almasıdır.

Çözüm, hamam böceklerini (sorunları) görmezden gelmek veya inkar etmek değildir; bu sadece kirliliği artırır. Çözüm, hamam böceklerini adalet ve şeffaflıkla temizlerken, spot ışıklarını bilinçli ve ısrarlı bir şekilde kirazlara çevirmektir. Toplum, ancak iyiliğin de kötülük kadar "gerçek", "güçlü" ve "haber değeri taşıyan" bir olgu olduğuna ikna edildiğinde, o kaseden yeniden tat almaya başlayacaktır.

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya