Önceki yazımızda, “Tanzimat döneminden beridir, her kurum gibi evlilik kurumu da, küresel emperyalist-kapitalist-Siyonist sistemin kıskacı altındadır” demiştik.
Peki, bu sistem ne yapmış? Herkesin diline pelesenk olmuş söz şudur: Gençler ekonomik problemler yüzünden evlenemiyorlar. Ekonomi bir türlü dar boğazdan kurtulamıyor. Bunun tabii sonucu hayat pahalılığı.
Bu mantık hükümet çevrelerinde dahi dillendiriliyor ve çözüm olarak onlar da parayı ortaya koyuyorlar. Evlenecek gençlere şu kadar para, ilk çocuk için aylık şu kadar para, ikinci çocuk, üçüncü çocuk için şu kadar para. Napolyon da öyle demişti: Para, para, para! Almanlar onların tam tersi yol izlediler. Şair ve mütefekkir Goethe’nin sözünü tuttular: Eğitim, eğitim, eğitim.
Aslında bu benzetmeyle söylemek istediğimizi söyledik ama biz gene de biraz açmaya çalışalım.
Herkese lazım olan en önemli ide adalettir. Adaleti vicdanla,hukuk sistemiyle ve kanunlarla gerçekleştirebiliriz. Adalete hizmeti esas almayan kanun hukuki değildir ve dolayısıyla kanun değildir. Erbabı olanlar bilirler ki, aile kurumunu baltalayan yasal düzenlemeler mevzuatımızda fazlasıyla mevcuttur.
Eğitim kurumlarının hemen hiç birinde “Aile nedir, nasıl olmalıdır? Koca nedir, kadın nedir? Anne olmak nasıl bir şeydir?” gibi konular eğitim şöyle dursun hiç okutulmaz. Mesela, anne olmaya özendirecek hiçbir eğitim hizmeti yoktur.
Hukuk fakültelerinde şahsın hukuku diye bir bahis okutulur. Gerçek kişiler ve tüzel kişiler.
Gerçek kişi, senin benim gibi ete kemiğe bürünmüş, ama en önemlisi, Hâlık’ın, vicdan denen yazılımıyla donanmış insan. Tüzel kişi ise, kâğıt üzerinde, insanlar tarafından kâr amacıyla kurulmuş farazi kişi, yani şirket. Şirketin vicdanı yoktur. Şirketin tek amacı, ne pahasına olursa olsun kârdır.
Şirketler hukukuna ayrılan programlar, gerçek kişi hukukuna ayrılan programlardan kat be kat fazladır. Yani şirkete verilen önem, gerçek kişiye verilen önemden daha fazladır. Ve şirket, “Ekonomi ahlâk kuralı tanımaz” der. Buna mukabil kendi kuralını koymuştur: “Kimse kârını düşünmekten dolayı ayıplanamaz.”
Yeri gelmişken hemen ifade edelim: Toplumun geneline bugün hâkim olan zihniyet, ne yazık ki şirket zihniyetidir. Bu zihniyetin hayat alanlarımızda her gün nasıl tezahür ettiğini acı acı görüyoruz.
Diyelim iki genç evlenmeye karar verdi. Tartıştıkları ilk konu, “ Evlenelim ama nerede oturalım?” Gelin adayı şart koşuyor: Kaynana, kayınbaba istemem, ayrı evde oturalım. Erkek peki, diyor, ikinci şart hemen arkasından geliyor: Ayrı evde oturalım ama aynı apartmanda olmasın, hatta aynı mahallede de olmasın ve hatta mümkünse ayrı şehirde olsun evimiz.
Peki, çocuk meselesi! Çocuk sahibi olma arzusu ya hiç yok, ya da bir çocuk, en fazla iki çocuk. Ekonomik zaruretler açısından çocuk bakımı zor olduğu gibi -o da sistemin ürünü- çocuk bakımı anne-baba için külfet telâkki ediliyor. Tekrarında sakınca yok, gençler bencil, egoist oluyorlar. Çünkü şirket zihniyeti, gençleri külfete katlanmak yerine, zahmetsizce en yüksek ücreti almaya ve ne pahasına olursa olsun hayatı bir zevk cümbüşü halinde yaşamaya özendiriyor. Küresel ekonomiye hâkim Yahudi zihniyeti kendi kârı, kazancı için gençleri tüketime teşvik ediyor ve haz peşinde koşturuyor. Bize inanmayanlar, bu satırları okuduktan sonra reklamları dikkatlice izlesinler. Bakalım neler görecekler? İnsanlar algı operasyonlarıyla nelere ve nerelere yönlendiriliyorlar!