Dün olduğu gibi bugün de insanların yaşadığı önemli sorunlardan biri de itaat ve itaatsizlik konusudur. Zira kimi insan, bu konuda ne yapacağını ve nasıl bir tavır alacağını bilememekte; kimi insan da kategorik bir bakış açısıyla ya itaatin yanında ya da karşısında yer almaktadır. Bu konuda Kur’an’da da itaat ve itaatsizliğe dair bilgilerin yer aldığı görülmekte ve verilen bu bilgilerden de itaatin mutlak olmadığı, belli şartlara bağlandığı anlaşılmaktadır.
Nitekim Kur’an’da, bir taraftan Allah’a, Resulüne ve ulu’l emre itaat edilmesi istenirken, [1] diğer taraftan da bazı kişi ve gruplara itaat edilmemesi istenmektedir. Bunlar arasında kafirler ve münafıklar; [2] kalpleri katılaşmış, nefislerine köle olmuş günahkarlar ve haddi aşan muhteris kişiler, [3] insanları Allah yolundan alıkoyan guruplar [4] ve evlatlarını Allah’a şirk koşmaya zorlayan anne-babalar, özellikle zikredilmektedir. Nitekim, Lokman’ın oğluna yaptığı nasihat, itaat ve itaatsizliğin kapsamını göstermesi açısından dikkat çekici bir örnektir. Lokman, oğluna şöyle der: “Eğer onlar seni, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyde Bana ortak koşman için zorlarlarsa, bu takdirde onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna tabi ol. Sonra dönüşünüz Banadır. Ben size yaptıklarınızı haber vereceğim.” [5]
Allah Teâlâ, Lokman’ın bu sözü ile bize itaat ve itaatsizliğin niteliğine ve kapsamına dair bir mesaj vermektedir. Bu mesaj da Allah’a şirk koşmayı/isyanı ifade eden işlerde anne-babaya itaat edilmemesi, ama dünya işlerinde onlarla iyi geçinilmesi ve onlara itaatsizlik edilmemesidir. Bu mesajdan da itaatin mutlak olmadığı, durumsal olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Hz. Ali’den gelen şu rivayet de bu mesajı destekler mahiyettedir:
“Hz. Peygamber, bir müfrezenin başına birini komutan tayin etmiştir. Yolda (kendisini kızdıran bir sebepten ötürü) bir ateş yaktırır ve kızdığı askerlerin oraya girmelerini emreder. Bunun üzerine bazıları, kendilerini ateşe atmaya hazırlanırken, bazıları da ‘Biz ateşten kurtulmak için Müslüman olduk, şimdi nasıl ateşe gireceğiz?’ diyerek bu emre itaat etmezler. Seriyye dönüşünde bu konu Hz. Peygambere anlatılır. Hz. Peygamber de ateşe girmeye hazırlananlara hitaben ‘Eğer girseydiniz kıyamete kadar çıkamazdınız. Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı olan konularda hiçbir kula itaat edilmez. İtaat ancak maruftadır/Allah’ın uygun gördüğü meşru dairede geçerlidir.’ buyurur.” [6] Bu konuda Hz. Peygamber’in koyduğu genel ilke şudur: “Yaratıcıya (Allah’a) isyan olan bir işte yaratılmışa (kula/ emire) itaat yoktur!” [7]
Allah’a itaat, O’nun emir ve yasaklarına; Peygamber’e itaat ise onun tebliğine ve tebyin ettiklerinedir. Ulu’lemre itaatten kasıt da onun maruf/doğru olan emirlerine uymaktır, yoksa yanlış olanlarına değil. Hz. Ebu Bekir de devlet başkanı olarak seçildiğinde söylediği, “Allah’a ve Resulü’ne itaat ettiğim müddetçe, bana itaat edin! Şayet ben, Allah’a ve Resulüne isyan edersem, artık bana itaat yoktur.” Sözü de mutlak itaatin olmadığını, şartlara bağlı olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, itaat etme konusunda bir problem yoktur, ancak itaatsizlik konusunda kafaların da bir hayli karışık olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bir çok bilim insanı ve düşünürün, bu konuya kafa yorduğu, hatta kitaplar yazdığı bilinmektedir. Bunlar arasında en dikkat çekeni de Nurettin Topçu ile Erich Fromm’dur.
Nurettin Topçu`nun, “Strasburg’da ahlâk felsefesiyle ilgili hazırladığı “Conformisme et révolte” başlıklı doktora tezinde geliştirdiği “isyan ahlâkı” fikrinin, bu konuda önemli bilgileri ve görüşleri ihtiva etmektedir. Nitekim Topçu, bu eserinde konformizme karşı isyanı/itaatsizliği önermektedir. Konformizm ise, “Çoğunluğun düşünce veya davranış biçimlerini, toplumsal normları kabul etme eğilimi” [8] olarak tanımlanmakta; sorgulamadan itaat etmeyi, boyun eğmeyi ve yanlış da olsa toplumun düşünce yapısına uyum sağlamayı ifade etmektedir. [9] Diğer bir ifade ile, konformizm, belli ilkelere göre olumsuzlukları düzeltmek yerine, toplumsal, tarihsel koşullara uyum sağlamayı tercih etmek, bir anlamda haksızlığa, adaletsizliğe, zulme rıza göstermek anlamına gelmektedir. Bu nedenle, konformizm, sosyal bilimlerde yaygın olarak incelenen bir tutum ve davranış tarzı olmuştur. Topçu, işte bu düşünce ve bu davranış tarzına isyan ederek itaatsizliği ve şeklini açıklamaktadır. Fakat onun önerdiği isyan, şahıslardan ziyade, zihniyete, yanlış tutum ve davranışlara, aldırmazlığa, vurdum duymazlığa, boş vermişliğe ve sorumsuzluğadır.
Erich Fromm ise, Yahudi kökenli Almanya doğumlu ve Amerikalı ünlü bir psikanalist, sosyolog ve filozoftur. Ruh bilimine Marksist-sosyalist ve insancıl yaklaşımın önemli temsilcilerinden de biri sayılmaktdır. “İtaatsizlik Üzerine Denemeler” isimli kitabı hakkında verilen şu bilgi de onun itaatsizlik anlayışını yansıtmaktadır:
“Yazarın 1980 yılında, ölümünden hemen önce bir araya topladığı denemelerden oluşan bu metin, yirminci yüzyılın büyük psikolojik ve sosyal düşünürlerinden birinin yapıtlarını özetleyen, etkileyici kişisel bir bildiri niteliğindedir. Dr. Fromm, tam olarak insanca bir yaşam için gerekli öğeleri (ilişki, kök, aşma ve özdeşlik gereksinimleri) belirledikten sonra bunların gerçekleştirilmesini engelleyen sosyal yapılaşmaları eleştirir. Teknik açıdan gelişmiş ulusların yarattığı yeni insan türünü betimler; tüketici insan, sahip olmaya ve tüketmeye kendini adamış, ama yalnız, sıkkın kaygılı bir bebek, tehlikeli derecede itaatkar bir düzen adamıdır. Fromm’a göre, hem kapitalizm, hem de totaliter komünizm, insan hayatını yadsıyan bir endüstri bürokrasisi olma yolundadır. Kapitalizmi, insanların nesnelerden, yaşamanın mülkiyetten, çalışmanın sermayeden önemli tutulduğu gerçek insancı sosyalizm ideallerinden habersiz olmakla, komünizmi de bu ideallere ihanet etmekle suçlar.” [10]
Fromm’a göre “Aramızda milyonlarca, etrafımızda yüz milyonlarca yiyecek bulamayan insan varken, biz tarımsal üretimi sınırlandırıyoruz. Üstelik buna ek olarak, her yıl elimizde kalan fazlalıkları da ileriye saklayabilmek için yüz milyonlar harcıyoruz. Bolluk içindeyiz, ama huzurumuz yok. Daha varlıklı olmamıza karşın özgürlüğümüz daha kısıtlı. Daha çok tüketiyoruz ama daha yoksuluz; daha çok atom silahımız var ama daha korumasızız; daha çok eğitimimiz var, ama adaletimiz ve inançlarımız daha yüzeysel; dine daha fazla inanıyoruz, ama giderek daha maddeci oluyoruz.” [11]
O’na göre, “İnsan, yarattığı makinelerin efendisi olacakken onun uşağı oldu. Oysa, insan nesneleşmek için yaratılmadı. Tüketimin sağladığı doyuma rağmen, insanın sahip olduğu güçler sürekli belirsizlik içinde bırakılamaz. Tek bir seçeneğimiz var; o da makinanın yönetimini tekrar ele geçirmek, üretimi amaç değil, araç haline getirerek insanın gelişimi adına kullanmak. Aksi halde sindirilmiş yaşam enerjileri kendilerini karmaşık ve yıkıcı biçimde ortaya çıkaracaklardır.” [12] “İnsan, aklını yitirmekte ve tümden yok oluş noktasında durmaktadır. Bizi bu kaçınılmaz çürümeden, özgürlüğümüzü yitirmekten, benliğimizin yok oluşundan ancak bu durumun tam anlamıyla farkında olmak ve insanı özgürlük, değer, yaratıcılık, nedensellik, adalet ve dayanışma amaçlarının gerçekleştirebildiği bir yaşam görüşü kurtarabilir.” [13] Mehmet Akif’in isyanı ise şöyledir:
“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım!
Boğamasam da hiç olmazsa yanımdan kovarım
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu
İrticanın şu sizin lehçede ma’nası bu mu?”
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, itaat ve itaatsizlik konusunda biri tutuculuk, diğeri muhafazakârlık olmak üzere iki farklı düşünce ve davranış tarzı söz konusudur. Bunlardan tutuculuk: “Var olan siyasal, toplumsal ve kültürel düzenin olduğu gibi sürdürülmesinden yana olan, bu alanlarda yenileşmeye, değişmeye karşı çıkan tutum, anlayış ve görüşü” ifade ederken; muhafazakarlık da bir toplumun tarihsel olarak sahip olduğu aile, gelenek ve din gibi değer ve kurumlarını temel alan, radikal değişimleri ifade eden siyasî projeleri reddederek ılımlı ve tedrici değişimi savunan, bu değer ve kurumları sarsmayacak bir çerçeve içinde sınırlı bir etkinlik alanı olarak gören bir fikrî geleneği ifade eder. [14]
Bir anlamda tutuculuk, Kur’an’ın eleştirdiği “Atalarımızdan böyle gördük” [15] zihniyetidir, doğruluğu ve yanlışlığı sorgulanıp araştırılmadan peşinen bir fikri, bir düşünceyi, bir davranışı ve bir uygulamayı kabul etmenin adıdır. Garaudy, buna entegrizm diyor ve “dini ve siyasi olsun bir inancı, bir kabulü, tarihin bir önceki döneminde sahip olduğu kültür yapısı ve müesseseleriyle özdeşleşme” olarak tanımlıyor. Müslümanların böyle bir zihniyete sahip olmalarını istemediği içindir ki Hz. Peygamber de “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle isyan etsin (onaylamasın). Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” [16] diyerek kötülüklere karşı çıkılmasını istiyor. Dolayısıyla herkesin, kendi konumuna ve statüsüne göre yapılması gerenleri, şartlarına ve kurallara uygun olarak yapması icap ediyor.
[3] Kehf 18/28; Kalem 68/10-13; Şuarâ 26/151.
[4] Ahzâb 33/64-68, 117, 121.
[7] Ahmed bin Hanbel, Müsned 1/129, No: 1065
[9] https://fr.m.wikipedia.org/wiki/Conformisme
[11] Erich Fromm, İtaatsizlik Üzerine Denemeler, ter. Ayşe Sayın, Mert Yayıncılık bakı yeri ve tarihi yok, s. 74.
[12] Erich Fromm, İtaatsizlik Üzerine Denemeler, s.81.
[13] Erich Fromm, İtaatsizlik Üzerine Denemeler, s.89.
[14] Bekir Berat Özipek, Muhafazakarlık Nedir? Muhafazakar Düşünce Dergisi, muhafazakar.com