BASİRETLİ OLMAK YA DA OLAMAMAK
MAKALE
Paylaş
22.06.2025 22:55
643 okunma
Prof. Dr. Celal Kırca

Bazı insanlar, olaylar karşısında sonuçlarını düşünmeden hareket ederler ve kısa vadeli çıkarlarını, uzun vadeli çıkarlarına tercih ederler. Diğer bir ifade ile “Basireti bağlanmak” deyimine  uygun bir davranış sergilerler. Basiret, bilindiği gibi gerçekleri veya uzağı görebilme, sezebilme yeteneğidir, olayları anlama ve değerlendirmede doğru bir bakış açısına sahip olma demektir.  Basiretsizlik ise araştırmadan ve işin sonunu düşünmeden hareket etmeyi, olaylara yüzeysel bakmayı ve öngörüsüzlüğü, kısaca “manevî körlüğü” ifade eder.  Nitekim   Allah Teâlâ,  “Kim bu dünyada kör ise ahirette de kördür” [1]  sözü ile  de bu manevî körlüğe  dikkat çeker ve   küfür, nifak, hırs, kin gibi olumsuz inanç ve duygulara sahip olan  kimseleri [2]  de  “idraksiz” [3] kişiler olarak  tanımlar. Bu nedenle basiret kavramının Kur’an’da  “görme” anlamı ile birlikte   “hakikati keşfetme, doğru yolu tanıma, gerçeği yanlıştan ayırma yeteneği” olarak kullanıldığı ve insanların gerçek olan ile gerçek olmayanı ayırt etmelerine vesile olduğu için  de  Kur’an ayetlerine “besâir (basîretler)” [4] [4] denildiği görülmektedir. Bu nedenle Kur’an’da yer alan her ayet,  insanları ibret almaya ve basiretli olmaya  teşvik eden bir mesaj taşır. Bu  mesajın   kısa  ifadesi de  şöyledir:

İnsanlardan öyleleri var ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver, derler. Böyle kimselerin ahiretten hiç nasibi yoktur. İnsanlardan öyleleri de vardır ki, “Ey rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ver, öteki dünyada da iyilik ver; bizi cehennem azabından koru” derler. İşte bunlar, kazandıklarına karşılık nasip alacak olanlardır”  [5]

Hz. Musa ile Allah’ın kulu  kıssası da  bize verilen önemli  bir  mesajdır.  Zira  bu kıssada  da olayların ve olguların görünen yüzünden  başka  bir de  iç yüzünün  bulunduğu anlatılır.  Fakat insanoğlu, yaşadıkları olayları  genellikle dış görünüşlerine  bakarak anlamaya çalışırlar. Bu nedenledir ki  Allah Teâlâ, “Bazen hoşlanmadığınız bir şey, hakkınızda iyi olabilir ve hoşlandığınız bir şey de hakkınızda kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” [6]  Sözüyle  bu hakikati ifade eder; acele ile karar vermememizi, işin sonunu iyi düşünmemizi  ve basiretli   olmamızı ister. Örnek olarak  da Hz. Peygamber’i  gösterir ve onu  basiret sahibi  bir peygamber olarak tanıtır. “Sen onları (gerçek fakirleri)  simalarından tanırsın.” [7]  Ayeti ile “And olsun ki, sen onları (münafıkları) konuşma tarzlarından da tanırsın.” [8]  Ayeti de bu konuya işaret eder.

Nitekim Hz. Peygamber’in hayatı boyunca bütün davranışlarında  basiretli ve itidalli bir davranış sergilediği  bilinmektedir. Onun “Müminin ferasetinden sakının! Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.” [9]  ve “Mümin bir delikten iki defa ısırılmaz (geçmez) ” [10] Sözleri de böyle bir  mesaj içerir ve  Hudeybiye anlaşması sırasında  gösterdiği basiret de bunun güzel  bir örneğini  yansıtır. Zira bu anlaşmanın bir maddesinde “Kureyş’ten birisi, velisinin izni olmadan Medine’ye giderse bu kişi iade edilecek; fakat Medineli bir Müslüman Mekke’ye sığınırsa o iade edilmeyecektir.” [11] kuralı da yer almıştı, dolayısıyla bu madde  Müslümanlara çok ağır  gelmiş, hatta  bazı sahabîlerin  homurdanmaya  başladıkları görülmüştü.

Müslümanlar için çok ağır olan bu anlaşmanın yazılması henüz  sona ermişti ki Mekkeliler adına anlaşmayı imza edecek olan Süheyl’in Müslüman olan oğlu Ebû Cendel bir yolunu bulup kaçmış ve ayağındaki zinciri sürüyerek Hudeybiye’ye gelmişti. Bu maddeye göre Ebû Cendel’in iadesi gerekiyordu, bu nedenle  Müslümanlar, Ebu Cendel’i iade etmek istemeseler de   sonuçta  anlaşma  maddesi uygulanacaktı. Süheyl b. Amr,  oğlunu  yaka paça çekerek Kureyşîlerin yanına götürürken Ebu Cendel de “Yâ Rasûlallah! Ey Müslümanlar cemaati! Siz bana işkence yapsınlar, beni dinimden döndürsünler diye mi müşriklere geri çeviriyorsunuz?” diyerek feryat etmeye  başlamıştı.

Müslümanlar, Ebu Cendel’in  bu feryadına, dayanamayarak ağlamaya başladılar. Peygamberimiz, “Ey Ebu Cendel! Şu kavimle (Kureyş müşrikleriyle) aramızda yazılan barış yazısı tamamlandı. Ey Ebu Cendel! Sen biraz daha katlan! Allah’tan da bunun ecrini, mükâfatını dile! Hiç şüphesiz, Yüce Allah senin için ve senin yanında bulunan zayıf Müslümanlar için bir genişlik ve çıkar yol yaratacaktır! Biz şu kavim ile (müşriklerle) aramızda bir barış anlaşması yapmış ve bu yolda kendilerine Allah’ın ahdiyle söz vermiş bulunuyoruz. Onlar da bize Allah’ın ahdiyle söz vermiş bulunuyorlar. Biz onlara vermiş olduğumuz söze vefasızlık edemeyiz. Verdiğimiz sözde durmamak, bize yaraşmaz!” [12] der ve   Cenâb-ı Hakk’ın kendi durumunda olanlar için yakında bir çıkış yolu göstereceğini söyleyerek onu  teselli etmeye çalışır.

Ebû Cendel, babasıyla Mekke’ye gitmez, Medine’ye de dönemez, bu iki şehir arasında yetmiş kadar Müslümanla birlikte Mekkelilerin kervanlarını  basmaya başlar.   Bunların ticaret kervanları için tehlikeli bir güç haline geldiğini gören Kureyşliler, Müslüman olup Medine’ye gidenlerin iadesini öngören maddeden vazgeçtiklerini, özellikle de Ebû Basîr ile Ebû Cendel ve arkadaşlarının Medine’ye kabul edilebileceklerini, Hz. Peygamber’e bildirdiler. Buna karşılık ticaret kervanlarının vurulmasına imkân verilmemesini isterler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem de Ebû Basîr ve arkadaşlarına bir mektup göndererek Medine’ye gelmelerini emreder”.[13]  Neticede Mekkelilerin istediği olmamış, gelişme Hz. Peygamber’in basireti istikametinde olmuştur.

Basiretsizliği de  anlatan pek çok hikaye var. Bunlar arasında   internet sitelerinde yer alan şu hikaye, en dikkat çekici olanıdır:

“Çocuğu olmayan bir kadın, yalnızlığını daha yavru iken yaralı olarak bulduğu ve onun tekrar sağlığına kavuşmasını sağladığı bir gelincikle paylaşır. Onu evinde besler ve dost gibi sever. Gelincik de ona sadıktır, bir an olsun kadının yanından ayrılmaz. Günler ve aylar geçer kadın nihayet hamile kalır ve çocuğunu doğurur.  Çevresinde  bulunanlar “Bu hayvan kıskançtır, bebeğine zarar verebilir!” diyerek onu uyarırlar. Kocası da “Artık bir  çocuğumuz var, onu  gönder” diye  eşine baskı yaparsa da kadın direnir,  “Bu hayvan bana zor zamanlarımda yoldaş oldu. Onu bırakamam!” der.

Bir gün kadın, bebeğini beşiğe yatırıp kapıda komşularıyla konuşurken evin içinden bir ses duyar ve içeriye koşar. Kapıyı açtığında gelinciğin kanlı ağzını  görür ve  çocuğuna zarar verdiğini  düşünür  Eline bir sopa alır   ve gelinciği oracıkta öldürür. Sonra beşiğe yönelir.  Bir de ne görsün? Beşiğin kenarında, ölü bir yılan ve  çocuğu da  sapasağlam.  İşte o zaman gelinciğin ağzında gördüğü kanın, öldürdüğü yılanın kanı olduğunu anlar. Bebeğini yılandan kurtaran en sadık dostunu kendi elleriyle öldürdüğü için diz çöküp ağlamaya başlar. Ama ne fayda!  Artık iş işten geçmiş, araştırmadan ve işin sonunu düşünmeden ömür boyu ızdırap çekeceği bir hata yapmıştır.”

Basiret kavramı ile yakın  anlam içeriğine  sahip olan  kavramlardan biri,  “olayların  iç yüzünü  fark edebilmeyi” ifade eden  “firaset” kavramı, diğeri de “gözlem ve sezgiyle geleceği veya gizli gerçekleri tahmin etme yeteneği” anlamına  gelen  “irfan” kavramıdır.  Bu kavram, “sezgisel zeka” olarak da ifade edilmektedir. Aynı kökten türetilmiş olan “ ârif” kavramı da benzer  bir anlamı içeriğine sahiptir. Bu  kullanışla ilgili olarak Reşat Nuri Güntekin, “Anadolu  Notları” nda   Ömer Seyfettin’den şöyle bir  anekdot nakletmektedir:

“Ömer, mekteplerden birinde edebiyat muallimiydi. Merhumu yakından tanımış olanlar pek iyi bilirler; bazen bir şeyi diline dolar, günlerce onu tekrar ederdi. O zaman da bir şey tutturmuştu: “İlim başka, irfan başka… Ârif başka, âlim başka” diyordu. Derin bilgisi ve çok okumasıyla şöhret almış bir muallim arkadaş,bir gün Ömer’e takılmak istedi: “Ömer Bey, ilim başka, irfan başka, diyorsunuz, ben buna pek akıl erdiremiyorum. Lütfedin de bunu bana bir anlatın!” dedi. Ömer: “Başkadır cancağızım, dedi, kızmazsanız bir misalle anlatayım. Meselâ siz çok okumuşsunuz, âlimsiniz; fakat ârif değilsiniz. Bizim serhademe okumamıştır. Binaenaleyh âlim değildir, fakat âriftir.” Muallim arkadaş biraz bozuldu. Fakat Ömer darılacak bir insan olmadığı için renk vermedi; herkesle beraber güldü, geçti.

Sekiz, on gün kadar sonraydı. Ömer, bir gün muallimler odasına sevinçli bir havadisle geldi: “Müjde, diyordu. Avusturya’dan iki yüz vagon şeker geliyormuş… Şeker, dehşetli ucuzlayacak.” Ömer, sık sık İttihat ve Terakki Merkez-i Umumisine gidip geldiği için diğer bazı arkadaşlarla beraber âlim dediğimiz arkadaş da havadise inandı ve memnuniyet gösterdi. Bir, iki dakika sonra odaya giren serhademeye Ömer, aynı havadisi tekrar etti. Fakat o, pek seviniyor gibi görünmedi, terbiyeli bir tavırla: “İnanma beyim; yem borusudur bu. Avusturya şekeri bulsa kendisi yer!” dedi. Ömer, çocuk gibi ellerini çırparak zıplamağa başladı. Âlim arkadaşa: “Yalan mı söylemişim cancağızım, dedi, bak siz bütün ilminize rağmen bu havadise inandınız. Fakat o, yutmadı cancağızım. Çünkü onda ilim yok amma irfan var.” [14]   Bu hikayeden ve diğer örneklerden  alacağımız ders, insanın hem bilgi, hem de basiret  sahibi olmasıdır.  Bunu elde etmek  zor olsa da imkânsız değildir. Yeter ki insan bunu istesin, iradeli olsun, çalışsın, yılgınlığa ve  karamsarlığa  düşmesin.  Zira “Taşı delen, suyun gücü değil, damlaların sürekliliğidir.”



[1] İsra,17/72.

[2] Bakara 2/18.

[3] A râf 7/179.

[4] Arâf 7/203;Kasas 28/43.

[5] Bakara,2/200-2002.

[6] Bakar,2/216.

[7] Bakara,2/273.

[8] Muhammed, 30.

[9] Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 16.

[10] Buhari, ‘Edeb’, 83, Müslim, ‘Zühd’, 63.

[11] İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, Beyrut 1936, 3/332

[12] M. Asım Köksal, Hz. Muhammed (a.s) ve İslamiyet, İstanbul 1981, 6/202-204.

[13] Asri Çubukçu, Ebu Cendel, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul  1994, 10/118.

[14] Reşat Nuri Güntekin,“Kahveler-II”, Anadolu Notları, İnkılâp ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1965, 1/ 127-128.

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya