Bütün hazırlıklar tamamlanmış tek eksik damat adayı ve ailesiydi. Bugün özellikle seçilmişti; cuma namazı kılınacak, dualar edilecek ve bu mübarek günün bereketiyle yeni bir yuva kurmak için ilk adımını atacaklardı.
Gelin tarafı Anadolu yakasında, damat tarafı ise Avrupa yakasında oturuyordu. Avrupa ve Asya kıtalarını boğaz köprüleri birbirine bağladıkları gibi İstanbul’un karşılıklı yakalarında yaşayan iki aileyi, bu evlilikle gönül köprüleri kurarak akraba yapacaktı. Bu duygularla tatlı telaşla hazırlıklar tamamlandı.
Akşam olmuş, misafirler beklenmeye başlanmıştı. Heyecan doruktaydı. Bilhassa gelin adayı Aliye’nin kalbi heyecandan küt küt atıyordu. Kapı zili çaldığında ev halkı ve Kapı zili çaldığında, Aliye’nin içinde anlatılması güç bir heyecan fırtınası koptu. Kapı bu sevinç ve heyecanla açıldı ancak kapıda sadece damat adayı Sadık vardı.
Bu duruma şaşıran Aliye’nin babası Hamdi Bey, endişeyle sordu:
“Hayırdır oğlum! Annen, baban ve diğer akrabalarını nerede? Söz kesecektik ya?”
Sadık, mahcup bir tebessümle yanıtladı:
“Şey, merak edilecek bir şey yok Hamdi baba. Bizimkiler heyecandan evde getirecekleri birkaç hediyeyi unutmuşlar. Bu sebeple annem ve babam unuttuğu söz yüzüklerini almak için yarı yoldan geri dönüp Kartal’daki evimize gittiler. İnşallah, en kısa sürede burada olacakladır. Meraklanmayın diye haber vermek için geldim.
Hamdi Beyin yüreğine su serpilmiş şekilde rahatlamıştı.
“Aman bu olsun evladım. Ziyanı yok bekleriz aileni. Kapıda kalma içeri buyur evladım.”
“Beş dakika önce aradığımda evden çıkmışlar. Herhâlde yarım saate burada olurlar.”
Sadık bunları söylerken telefonu çaldı. Babası telaşla konuşuyordu:
“Oğlum, trafik durdu. Boğaz Köprüsü askerler tarafından kapatılmış. Tatbikat dediler ama ben şüphelendim. Aman ha, sakın evden çıkmayın. Siz söz merasimine devam edin, biz de geliyoruz.”
Sadık neye uğradığını şaşırmıştı.
“Baba, Baba! Neler oluyor?
Tam bu esnada Sadık’ın amcası ve yengesi geldiler. Sadık'ın yüzünü solgun gördüler.
“Ne o evladım? Ne olmuş?” diye sordu amcası.
Sadık sessizce,
“Asker” diyebildi sadece.
Sadık, Kara Harp Okulu’nda öğrenciyken FETÖ’cülerin faaliyetlerine ve onların safına katılmadığı için bin bir iftira ile haksız yere okuldan atılmıştı. O günden beri “bunlar devletin başına bir çorap örecekler!” deyip duruyordu.
Amcası durumu yatıştırmak için:
“Yok yok, tatbikattır evladım. Sen kafanı bu mutlu gününde böyle şeylerle üzme. Hadi içeri girelim.”
İçeri geçildi. Hoş geldin, hoş sohbetten ve daha daha nasılsın merasiminden sonra çay faslına geçildi. Gelin adayı Aliye çayları servis yapmak için elinde tepsiyle salona yeni getirmişti ki, deprem olmuş gibi bir anda ev sarsıldı. Sanki evin üzerinden değil de içinden geçmiş gibi bir uçak sesi yeri göğü inletti. Aliye korkudan elindeki çay tepsisini düşürdü. Tüm ev halkının yüreği ağzına geldi ve herkesi bir panik aldı.
Sadık birden ayağa fırladı:
“Demek bunu da yapacaklardı. Bu bir darbeden başka bir şey olamaz. Sizlere demiştim; bunlar devletimize göz dikecek.”
Aliye gözyaşları içinde sordu:
“Ne yapacağız Sadık?”
Sadık ilk anın şokuyla avuçları yukarı gelecek şekilde ellerine kaldırarak bilmiyorum der gibi baktı.
Hamdi Bey hemen televizyonu açtı. Gerçekten de askerler boğazı tutmuş, havaalanını ele geçirmiş ve TRT'ye de baskın yaparak yayını durdurarak "Yurtta sulh, cihanda sulh" parolasıyla askerlerin yönetime el koyduğu bildiriliyordu.
Şoku atlatan Sadık ayağa kalktı:
“Buna izin veremem! Böyle olmamalı. Bu vicdansızlar, böylece ellerini kollarını sallaya sallaya vatana ihanet edip ele geçirmemeli.”
Hamdi Bey, sadığın amcası ve evdeki diğer kadını, erkeği; “Olamaz. Böyle yapamazlar. Bir şeyler yapmamız gerekir.” sözleriyle kendi aralarında böyle konuşurlarken televizyondan Cumhurbaşkanının milleti sokağa çağrı mesajı duyuldu.
Hep birlikte abdest aldılar, kucaklaştılar, helalleştiler. Türk bayraklarını alarak dışarı çıktılar. Hepsi birbirlerine bakarak
“Neye niyet neye kısmet. Bir aile kuralım derken kutsal ailemiz vatanı kurtarmak varmış kısmetimizde. İşte bir aile kurmak için ilk adım atacağımız bu mukaddes cuma akşamında milletimizi ve gençlerimizi vatanımıza nikahlayacağız inşallah.” deyip sokağa çıktılar.
“Ne yapalım? Nereye gidelim?” dedikleri esnada Sadık’ın babası aradı:
“Oğlum, biz arabayı bırakıp köprüye doğru yürüyoruz.”
Sadık da cevapladı:
“Tamam baba, biz de oraya geliyoruz.”
Hemen arabaya binip Fatih’ten Edirnekapı, oradan Mecidiyeköy ve Levent’e geçtiler. Burada halk birikmiş trafik durmuştu. Arabayı olduğu yere bırakıp köprüye doğru yürümeye başladılar. Herkes sokaktaydı. Tekbirler, kelime-i şehadetler, "Vatan sağ olsun!" nidaları gökyüzünü inletiyordu.
Askerler! Evet, gücünü milletten alan, silahı ve mermisini milletin vergileriyle alan askerler! Milleti koruyacakları yerde ihanet kurşunları sıkıyorlardı. Tepeden helikopterler yaylım ateşi atmaya başladılar. Tanklardan ve askerlerden kurşunlar insanları vuruyordu.
Aliye, Sadık, Hamdi Bey, eşi, Sadık'ın amcası ve onun eşi kelime-i şehadet getire getire kurşunlara göğüslerini siper ederek adımlarını attılar. Söz kesimi ile iki sevdalı birleşecekken vatan sevdasıyla ahirette birleşmek üzere ele ele şehadete yürüdüler.
Minareden yükselen selalar uçakların seslerini bastırdı. Halkın tekbirleri kurşunların hedefini sindirdi. Sabah ezanı okunurken bir müjde Büyük Türk Milletine. Bayrak gönderlerde dalgalanırken ihanet başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Devlet, Millet dimdik ayakta kaldı.
Yerde, yan yana boylu boyunca yatan son nefesini vermekte olan Sadık ve Aliye birbirlerine gülümseyerek bakışıp “Nikahımız cennette kıyılacak” son sözleriyle gözlerini kapatırken Türk milleti tam bir bağımsızlık aydınlık sabahına uyanıyordu.