KIZIL ELMA'DA ABD DİŞ İZİ
MAKALE
Paylaş
16.08.2025 23:39
342 okunma
Cemal Akkuş

ZENGEZUR KORİDORU ÜZERİNDEKİ HEGEMONYA MÜCADELESİ VE TÜRKİYE İÇİN STRATEJİK ÇIKIŞ YOLLARI

Kızıl Elma Ülküsü: Jeopolitik Bir Zorunluluk

Türk milletinin kolektif hafızasında yaşayan Kızıl Elma, basit bir mitolojik anlatının çok ötesinde, dinamik ve yaşayan bir jeopolitik zorunluluğu ifade eder. Tarihsel süreçte fethedilecek bir hedefi, ulaşılacak bir coğrafyayı simgeleyen bu ülkü, Ziya Gökalp gibi mütefekkirlerin düşünce dünyasında modern bir forma bürünerek Turan coğrafyasının, yani Türk Dünyası'nın kültürel, ekonomik ve nihayetinde siyasi bütünleşme idealine dönüşmüştür. Bu ideal, yayılmacı bir fantezi değil, Türk milletinin bekası, refahı ve güvenliği için coğrafyanın dayattığı stratejik bir gerekliliktir. Tarih boyunca Türk cihan hakimiyeti mefkûresinin bir yansıması olan Kızıl Elma, 21. yüzyılda, Türk devletlerinin Adriyatik'ten Çin Seddi'ne uzanan geniş bir coğrafyada entegrasyonunu ve küresel bir güç merkezi haline gelmesini hedefleyen bir vizyon olarak yeniden yorumlanmalıdır. İkinci Karabağ Savaşı'nda elde edilen parlak zafer, bu soyut ideali somut bir gerçeğe dönüştürmek, Türk Dünyası'nı karadan birbirine bağlamak için yüz yıldır beklenen tarihi bir fırsat penceresi aralamıştır.

Zengezur Kilidi: Türk Dünyası'nın "Boğazındaki İlmik"

Kızıl Elma ülküsünün somutlaşmasının önündeki en büyük coğrafi ve stratejik engel Zengezur'dur. Bu dar kara parçası, Türkiye ile Azerbaycan ve onun üzerinden de Türk Cumhuriyetleri arasındaki fiziki bağlantının kilit noktasıdır. Tarihsel olarak kadim bir Azerbaycan toprağı olan Zengezur'un Sovyetler Birliği tarafından Ermenistan'a verilmesi, basit bir idari sınır değişikliği değil, Türk Dünyası'nın coğrafi bütünlüğünü parçalamayı hedefleyen kasıtlı bir stratejik amputasyondur. Bu hamle, Türk Dünyası'nın "boğazına geçirilmiş bir ilmik" olarak tanımlanabilir; zira bu ilmiğin ucu, düne kadar Moskova'nın, bugün ise başka emperyal merkezlerin elinde bulunmaktadır. Zengezur'u kontrol etmek, Türk entegrasyonunun geleceğini kontrol etmekle eş anlamlıdır. Bu koridor, sadece bir ulaşım hattı değil, aynı zamanda Türk milletinin stratejik kaderini belirleyecek jeopolitik bir şah damarıdır.

2020'de Azerbaycan ve Türkiye'nin ortak kahramanlığıyla kazanılan ve bu asırlık emperyal kilidi kırma fırsatı sunan tarihi zafer, sistematik bir şekilde akamete uğratılmaktadır. Washington Anlaşması olarak sunulan ve "Trump Rotası" (TRIPP) adıyla pazarlanan proje, bir barış girişimi olmaktan ziyade, zayıflayan Rus hegemonyasının yerine daha sofistike ve tehlikeli bir Amerikan hegemonyasını ikame etmeyi amaçlayan emperyal bir manevradır. Bu hamle, sadece savaşın stratejik kazanımlarını boşa çıkarmakla kalmamakta, aynı zamanda Türkiye'nin jeopolitik kuşatmasını tamamlayarak milletin Kızıl Elma'sının üzerine silinmez bir Amerikan "diş izi" bırakmaktadır. Bu analiz, Zengezur meselesini tarihsel, hukuki ve jeopolitik boyutlarıyla ele alacak, mevcut anlaşmanın ardındaki stratejik yanılgıları ortaya koyacak ve Türkiye'nin bu yeni emperyal oyunu bozarak stratejik inisiyatifi yeniden ele geçirmesi için proaktif ve somut politika önerileri sunacaktır.

Bölüm 1: Çatışmanın Kökenleri – Zengezur'un Hukuk Dışı Devri ve Emperyalist Oyun Kuramı

Zengezur'un Ermenistan'a ait olduğu yönündeki iddialar, tarihsel ve demografik gerçeklerle taban tabana zıttır. Bölge, kadim bir Türk yurdu olup, bu gerçeklik hem toponomik (yer adları) kanıtlarla hem de Rus İmparatorluğu dönemine ait nüfus kayıtlarıyla sabittir. 1868'de kurulan Yelizavetpol Gubernatörlüğü'ne bağlı bir kaza olan Zengezur, tarih boyunca ezici çoğunlukla Azerbaycan Türklerine ev sahipliği yapmıştır. 1897 tarihli Rus nüfus sayımı, bölgedeki 137,871 kişilik nüfusun 71,206'sının Azerbaycan Türkü, 63,622'sinin ise Ermeni olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bölgedeki Ermeni nüfusunun önemli bir kısmı dahi, 19. yüzyılda Rusya'nın İran ve Osmanlı İmparatorluğu'ndan getirip yerleştirdiği göçmenlerden oluşmaktadır. Ermenilerin, bölgedeki Alban Hristiyan mirasını ve yüzlerce Türk-İslam eserini tahrip ederek veya "Ermenileştirerek" kendilerine sahte bir tarih yaratma çabaları, bu topraklardaki kalıcı Türk varlığını silmeye yönelik sistematik bir politikanın parçasıdır. 200'den fazla Türk köyünün ve 800'den fazla tarihi-kültürel anıtın yok edilmesi, bu kültürel soykırımın en acı delilidir.

Zengezur'un Ermenistan'a devri, Sovyet Rusya'nın bölgeye yönelik uzun vadeli emperyal stratejisinin bir ürünüdür. Bu karar, 30 Kasım 1920'de Rusya Komünist (Bolşevik) Partisi Merkez Komitesi Kafkasya Bürosu tarafından, Azerbaycan halkının iradesi hiçe sayılarak alınmıştır. Bu, Türkiye ile Azerbaycan ve diğer Türk halkları arasında bir "tampon bölge" oluşturarak Pantürkist bir birleşmenin önünü kesmeyi amaçlayan bilinçli bir jeopolitik hamleydi. 19. yüzyıldan itibaren bölgeye yerleştirilen on binlerce Ermeni, 20. yüzyılın başlarında Andranik Ozanyan gibi eli kanlı çetecilerin liderliğinde sistematik katliamlara girişmiştir. 1918-1920 yılları arasında 115 Müslüman köyü haritadan silinmiş, kadınlar ve çocuklar da dahil olmak üzere binlerce sivil vahşice katledilmiştir. Bu terör ve şiddet ortamı, bölgenin demografik yapısını zorla değiştirmiş ve Sovyetlerin toprak devri kararına zemin hazırlamıştır.

Zengezur meselesinin hukuki boyutu, emperyalist siyasetin uluslararası hukuku nasıl kendi çıkarları doğrultusunda bir araç olarak kullandığının en bariz örneklerinden biridir. Batılı güçler ve Ermenistan, bugün sınırların belirlenmesinde Sovyetler Birliği'nin dağıldığı andaki idari sınırların esas alınması gerektiğini savunmaktadır. Ancak bu ilke, mevcut bağlamda barışı ve istikrarı sağlamak için değil, bir asır önce işgalci bir güç olan Sovyet Rusya tarafından işlenen bir haksızlığı ve hukuksuzluğu meşrulaştırmak için kullanılmaktadır.

Zengezur'un devri, işgalci bir gücün (Sovyet Rusya) ve onun güdümündeki kukla bir yönetimin kararıdır; dolayısıyla Azerbaycan halkının egemen iradesini yansıtmaz ve meşruiyetten yoksundur. Sovyetler Birliği gibi bu sınırları çizen devletin artık var olmadığı bir ortamda, onun ardında bıraktığı haksız mirasın halef devletler için mutlak ve değiştirilemez bir hukuki norm olarak dayatılması kabul edilemez. Bu, uluslararası hukukun ruhuna aykırıdır ve tarihi hakkı yok sayan bir dayatmadır. Nitekim, 1991 sınırlarını esas alan herhangi bir barış anlaşmasının Azerbaycan için bir hezimet ve tarihi bir ihanet olacağı yönündeki eleştiriler bu haklı zemine dayanmaktadır.

Gerek Anglo-Sakson gerekse Rus emperyal geleneği, kontrol etmek istedikleri coğrafyalarda kasıtlı olarak sorunlu sınırlar, etnik anklavlar ve "dondurulmuş çatışma" potansiyeli taşıyan bölgeler yaratır. Bu stratejinin amacı, bölge ülkelerini sürekli bir güvenlik ikilemi içinde bırakmak, birbirleriyle kalıcı bir barış tesis etmelerini engellemek ve nihayetinde güvenlik ve arabuluculuk için kendilerine bağımlı kılmaktır. Zengezur'un Azerbaycan'dan koparılması, bu oyunun Kafkasya'daki en başarılı uygulamalarından biridir. Yaratılan bu sorun, Ermenistan'ı sürekli olarak bir dış hamîye (önce Rusya, şimdi Batı) muhtaç bırakırken, Türkiye ve Azerbaycan'ın bölgesel bir güç merkezi olarak bütünleşmesinin önüne set çekmiştir. Bu sayede bölge, kendi kaderini tayin etme yeteneğinden mahrum bırakılmış ve dış güçlerin satranç tahtası haline getirilmiştir.

Bölüm 2: Değişen Satranç Tahtası – İkinci Karabağ Savaşı Sonrası Yeni Güç Dinamikleri

44 Gün Savaşı olarak da bilinen İkinci Karabağ Savaşı, sadece Azerbaycan'ın işgal altındaki topraklarını kurtardığı bir askeri operasyon değil, aynı zamanda Güney Kafkasya'daki güç dengelerini kökten değiştiren bir dönüm noktasıdır. Türk SİHA'ları başta olmak üzere Türk savunma sanayiinin teknolojik üstünlüğü ve Türkiye'nin Azerbaycan'a sağladığı sarsılmaz stratejik destekle kazanılan bu zafer, yaklaşık 30 yıldır devam eden statükoyu yerle bir etmiştir. Bu zafer, bölgede Rusya'nın aracılık tekelini kırmış ve Türkiye'yi Kafkasya'da oyun kurucu bir aktör olarak masaya oturtmuştur. En önemlisi, savaşın sonucunda ortaya çıkan yeni jeopolitik durum, Zengezur kilidini açmak ve Türk Dünyası'nın fiziki birliğini sağlamak için eşi benzeri görülmemiş bir tarihi fırsat sunmuştur. Azerbaycan'ın askeri ve diplomatik üstünlüğü, bu asırlık sorunu milli menfaatler doğrultusunda çözme gücünü Bakü'ye vermiştir.

Ancak zaferin kendisi, paradoksal bir şekilde yeni bir zafiyeti de beraberinde getirmiştir. Türkiye-Azerbaycan ittifakının ezici başarısı, bölgedeki Rus hegemonyasını zayıflatarak bir güç boşluğu yaratmıştır. Jeopolitikanın temel kuralı gereği, doğan bu boşluk, daha güçlü ve sofistike bir hegemon olan Amerika Birleşik Devletleri'nin dikkatini çekmiştir. Rusya'nın engelleme kapasitesinin azaldığını ve Türkiye-Azerbaycan ekseninin inisiyatifi ele aldığını gören Washington, sürece sadece bir arabulucu olarak değil, stratejik koridorun tamamını kendi küresel çıkarları için devşirecek bir aktör olarak dahil olmuştur.

Yıllardır sorunu çözmek yerine dondurmayı tercih eden ve Rus çıkarlarına hizmet eden AGİT Minsk Grubu fiilen işlevsiz kalmıştır. Müzakere masasının Moskova'dan Brüksel ve Washington'a kayması, Kremlin için büyük bir prestij ve nüfuz kaybı anlamına gelmektedir.

Rusya'nın Ukrayna'daki savaşa saplanması, askeri, ekonomik ve diplomatik kaynaklarını tüketerek Kafkasya gibi "yakın çevre" olarak gördüğü bölgelere odaklanma kapasitesini ciddi şekilde azaltmıştır. Azerbaycan, bu zafiyeti ustaca kullanarak 2024 yılında Karabağ'daki Rus barış gücünün görev süresi dolmadan bölgeden çekilmesini sağlamış ve egemenliğini tam anlamıyla tesis etmiştir.

Zengezur meselesi, küresel ölçekteki büyük güç mücadelelerinden ve krizlerden bağımsız değildir. Aksine, bu küresel dinamikler tüm aktörlerin pozisyonlarını ve stratejilerini doğrudan etkilemektedir.

Washington, Zengezur koridorunu, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi'ne (BRI) karşı bir hamle olarak görmektedir. ABD kontrolünü baypas eden ve Çin'i Avrupa'ya bağlayan Orta Koridor'un en kritik halkası olan Zengezur'u TRIPP projesiyle kontrol altına almak, Pekin'in Avrasya'daki ekonomik ve stratejik yayılımına doğrudan bir darbe vurma amacı taşımaktadır.

İran, ağır ekonomik yaptırımlar, rejim karşıtı iç protestolar ve İsrail ile yaşadığı gerilimler nedeniyle tarihinin en zayıf dönemlerinden birini yaşamaktadır. Bu durum, Tahran'ın Kafkasya'da güç kullanma kapasitesini sınırlamakta ve onu kuzey sınırlarında bir ABD/İsrail varlığına karşı son derece hassas ve paranoid bir hale getirmektedir.

Ortadoğu'daki kronik istikrarsızlık ve çatışmalar, büyük güçlerin dikkatini ve kaynaklarını bu bölgeye yoğunlaştırmasına neden olmaktadır. Bu durum, Kafkasya gibi çevre bölgelerde daha akışkan ve fırsatçı bir diplomasinin önünü açmakta, ABD gibi aktörlerin daha az maliyetle daha büyük stratejik kazanımlar elde etmesine imkan  tanımaktadır.

Bölüm 3: Washington Anlaşması – Hegemonya İçin Bir Truva Atı

Washington'da paraflanan ve "Trump Uluslararası Barış ve Refah Yolu" (TRIPP) olarak adlandırılan anlaşma, barış ve refah kisvesi altında sunulan modern bir neokolonyal düzenlemedir. Bu projenin temel amacı, bölge ülkeleri arasında bir uzlaşı sağlamak değil, Avrasya'nın kalbindeki bu stratejik geçidin kontrolünü ABD'ye devretmektir.

Koridorun geliştirme ve işletme haklarının 99 yıl gibi olağanüstü uzun bir süre için münhasıran ABD liderliğindeki bir konsorsiyuma verilmesi, egemen toprağın fiili bir devridir. Bu, basit bir ticari anlaşma değil, stratejik kontrolün transferidir. Tarihteki İngiliz Doğu Hindistan Şirketi'nin ticari faaliyetlerle başlayıp Hindistan'ı nasıl sömürgeleştirdiği unutulmamalıdır. Bu anlaşma, benzer bir sürecin 21. yüzyıldaki versiyonu olma potansiyeli taşımaktadır.

Anlaşmanın hemen ardından hem Cumhurbaşkanı Aliyev'in hem de Başbakan Paşinyan'ın, Donald Trump'ı Nobel Barış Ödülü'ne aday göstereceklerini açıklamaları, bu jeopolitik gasp projesine sahte bir meşruiyet kazandırmak için kurgulanmış şeffaf bir siyasi tiyatrodur. 30 yıllık işgali sonlandıran Türkiye-Azerbaycan ittifakının zaferini ve gerçek barış potansiyelini göz ardı ederek, bölge dışı bir gücün müdahalesini "barış" olarak pazarlama çabası, stratejik bir akıl tutulmasıdır.

Mevcut haliyle Washington Anlaşması, hukuki açıdan son derece zayıf ve bağlayıcılıktan uzaktır. Bu durum, Türkiye'nin proaktif bir diplomasiyle sürece müdahale etmesi için önemli bir manevra alanı sunmaktadır.

Anlaşma, devlet başkanları tarafından imzalanıp parlamentolar tarafından onaylanmış nihai bir metin değil, sadece dışişleri bakanları düzeyinde paraflanmış bir ön mutabakattır. Uluslararası hukukta bu aşamanın nihai bir bağlayıcılığı yoktur ve taraflar nihai anlaşmayı imzalamaktan imtina edebilirler.

Kalıcı bir barışın önündeki en büyük hukuki engel, Ermenistan Anayasası'nın kendisidir. Anayasa'nın başlangıç bölümünde yer alan Bağımsızlık Bildirgesi'ne yapılan atıf, Türkiye'ye yönelik Batı Ermenistan ve Azerbaycan'a yönelik Karabağ toprak iddialarını zımnen içermektedir. Azerbaycan, haklı olarak bu anayasanın değiştirilmesini talep etmektedir. Bu değişiklik yapılmadığı sürece, imzalanacak herhangi bir barış anlaşması, gelecekte iktidara gelecek radikal bir Ermeni hükümeti tarafından "Anayasa'ya aykırı" olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi'ne götürülerek iptal ettirilebilir.

Bir Türk'ün, anavatanının bir parçası olan Azerbaycan'dan, yine Türk yurdu olan Nahçıvan'a ve oradan Türkiye'ye geçmek için, bölgeyle hiçbir tarihi ve kültürel bağı olmayan, emperyalist bir gücün kontrolündeki bir yoldan geçmek ve bu geçiş için o güce bir haraç ödemek zorunda kalması fikri, stratejik bir hezimet ve milli onuru zedeleyici bir durumdur. Bu, 2020'de şehit kanlarıyla kazanılan egemenlik ve gurur ruhunun tam tersidir. Bu durum, "barış" adı altında, Türk'ün kendi toprağında kendi kardeşine ulaşmak için bir hegemon güce vergi ödemesini dayatan modern bir manda ve himaye düzenidir. Bu, bir barış süreci değil, stratejik bir boyun eğdirme mekanizmasıdır. ABD, bölge ülkelerinin barış ve bağlantı arzusunu bir yem olarak kullanarak, onları Washington'un bölgenin en hayati jeopolitik arteri üzerinde nihai otorite olduğu uzun vadeli, asimetrik bir ilişkiye hapsetmektedir. "Barış", hegemonik kontrolün bizzat aracı haline getirilmektedir.

Bölüm 4: Küresel ve Bölgesel Aktörlerin Stratejik Analizi

Güney Kafkasya'daki mevcut durum, çok sayıda aktörün birbiriyle kesişen ve çatışan çıkarlarının şekillendirdiği karmaşık bir jeopolitik denklemdir. Her aktörün pozisyonunu, hedeflerini, güçlü ve zayıf yönlerini anlamak, Türkiye'nin doğru stratejiyi geliştirmesi için elzemdir.

TRIPP anlaşması, ABD'nin düşük maliyetle yüksek etki elde etme stratejisinin bir şaheseridir. Resmi bir askeri üs kurma maliyetine ve siyasi yüküne katlanmadan, ticari bir anlaşma kisvesi altında kilit bir jeopolitik geçidin kontrolünü ele geçirmektedir. Bu hamle, ABD'nin Ege ve Suriye/Irak'taki mevcut baskı noktalarına Kafkasya'yı da ekleyerek Türkiye'yi çevreleme stratejisinin son ve en kritik halkasını tamamlamaktadır.

İsrail'in sürece doğrudan müdahil olmasa da rolü kritik öneme sahiptir. Azerbaycan-İsrail arasındaki derin stratejik ortaklık, temelinde İran karşıtı bir güvenlik paktına dayanmaktadır. ABD kontrolündeki bir koridor, Tahran'ı daha da izole edip baskı altına alarak İsrail'in bir numaralı stratejik hedefine hizmet etmektedir. Anlaşma, İsrail'in bölgedeki en önemli ortağı olan Azerbaycan'ı güçlendiriyor gibi gözükürken, baş düşmanının sınırlarına bir Amerikan varlığını yerleştirmektedir.

Tahran için bu senaryo, "jeopolitik boğulma" anlamına gelen varoluşsal bir tehdittir. Koridor, İran'ı baypas ederek Ermenistan ve Avrupa ile olan kara bağlantısını kesme riski taşımakta ve en büyük düşmanları olan ABD ve İsrail'i kuzey sınırına komşu yapmaktadır. İranlı yetkililerin, koridorun ABD güçleri için bir "mezarlık" olacağı yönündeki sert tehditleri, bu endişenin derinliğini göstermektedir.

Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in bu hamlesi, yüksek riskli bir kumar olarak değerlendirilmelidir. Aliyev, bir yandan koridoru açarak ülkesinin coğrafi dezavantajını gidermeyi, diğer yandan Türkiye, Rusya, ABD ve İsrail gibi güçler arasında denge kurarak Azerbaycan'ın stratejik özerkliğini maksimize etmeyi hedeflemektedir. Ancak ABD anlaşmasını kabul ederek, koridorun açılması şeklindeki kısa vadeli taktiksel hedefi, Türkiye ile paylaşılan bölgesel sahiplik şeklindeki uzun vadeli stratejik hedefin önüne koymuş olabilir. Bu durum, "tek millet, iki devlet" ruhuyla çelişmekte ve Türkiye-Azerbaycan ittifakının doğasına bir "haksızlık" teşkil etmektedir. Bu, farklı stratejik önceliklerden ve zafiyetlerden doğan ve emperyal güçlerin ustalıkla istismar ettiği bir ayrışmadır. Büyük hedefimiz, hegemonik kontrolden arındırılmış bir "Turan" koridoru inşa etmekken, Azerbaycan'ın acil taktiksel hedefi olan Nahçıvan bağlantısını bir an önce açmak orta ve uzun vadede önümüzde başka engeller inşa edecektir. ABD'nin TRIPP projesi, tam da bu ayrışma noktasında devreye girerek iki kardeş devletin stratejik hedefleri arasına bir hançer sokmaktadır.

Bölüm 5: Türkiye İçin Stratejik Çıkış Yolları ve Proaktif Politikalar

Mevcut durumda Türkiye'nin "bekle-gör" politikası izlemesi veya gelişmelere mecburen adapte olmaya çalışması, stratejik bir intiharla eşdeğerdir. Ankara, ABD öncülüğündeki projenin kök salmasını beklemeden, inisiyatifi ele alarak hem diplomatik söylemi hem de jeopolitik gerçekliği yeniden şekillendirmek zorundadır. Türkiye'nin atacağı adımlar, pasif bir tepkiden ziyade, oyun kurucu bir proaktifliği yansıtmalıdır.

Strateji 1: Bölgesel Sahipliği Yeniden Tesis Etmek

Bu stratejinin temel amacı, Zengezur meselesinin çözümünü bölge dışı aktörlerin elinden alıp, bölge ülkelerinin kendi inisiyatifine devretmektir.

Türkiye, Azerbaycan ile birlikte, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından önerilen bölgesel sahiplik modelini agresif bir şekilde yeniden gündeme getirmelidir. Türkiye, Rusya, İran ile Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan'ı bir araya getirmeyi hedefleyen bu platform, bölgesel sorunlara bölgesel çözümler üretme ilkesine dayanır ve ABD gibi dış aktörlerin müdahalesini gayrimeşru kılar. Bu, ABD'nin müdahalesini "istenmeyen bir misafir" olarak çerçevelemenin en etkili diplomatik yoludur.

Ankara, Bakü ve Tahran arasında üçlü bir stratejik anlayış birliği oluşturmak için diplomatik çaba göstermelidir. Bu eksen, ABD planına karşı güçlü bir bölgesel alternatif sunabilir. İran'ın koridor konusundaki temel endişesi, ABD/İsrail varlığı ve transit rolünü kaybetmektir. Bölgesel sahiplikte bir koridor, İran'ın bu güvenlik endişelerini giderirken, onu ABD karşıtı blokun doğal bir parçası haline getirebilir.

Erivan'a, bir "havuç ve sopa" politikası uygulanmalıdır. Bir yanda, TRIPP projesinden çok daha fazla egemenlik hakkı tanıyan, bölgesel olarak yönetilen bir koridorda yer alma ve ekonomik entegrasyon "havucu" sunulmalıdır. Diğer yanda, bu yapıcı teklifi reddetmesi halinde, bölge barışının önündeki tek engel olarak diplomatik tecride uğratılacağı "sopası" gösterilmelidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dile getirdiği 40+40+20 frmülü, bölgesel sahiplik ilkesini somutlaştıran ortak yatırım ve yük paylaşımı modeli olarak yorumlanmalıdır. Bu, projenin finansmanının ve yönetiminin dış güçlere muhtaç olmadığını, Türkiye, Azerbaycan ve potansiyel diğer bölgesel ortaklar tarafından üstlenilebileceğini göstermesi açısından kritik bir mesajdır.

Strateji 2: Uygulanabilir Alternatifler Geliştirmek

TRIPP projesinin cazibesi, Zengezur düğümünü çözebilecek tek seçenek olduğu algısından kaynaklanmaktadır. Bu algıyı kırmak, Türkiye'nin elindeki en önemli kozlardan biridir. Bu nedenle, somut ve uygulanabilir alternatifler geliştirmek ve bunları diplomatik bir koz olarak kullanmak hayati önem taşır.

Azerbaycan'ı Nahçıvan'a İran toprakları üzerinden bağlayacak bir güzergahın fizibilitesi ciddi bir şekilde masaya yatırılmalıdır.

Avantajları: Ermenistan'ı tamamen denklem dışı bırakır, mevcut diplomatik kilitlenmeyi aşar, İran'ın transit ülke kalma çıkarıyla örtüşür ve ABD etkisine karşı güçlü bir Türkiye-Azerbaycan-İran ekonomik bloğu yaratma potansiyeli taşır.

Dezavantajları: Türkiye-Azerbaycan bağlantısını Tahran rejiminin istikrarına ve keyfiyetine bağımlı kılar, İran'a yönelik ABD yaptırımları nedeniyle güzergahı risklere açık hale getirir ve daha dolaylı bir rotadır.

Mevcut Bakü-Tiflis-Kars (BTK) demiryolunun kapasitesini artırmak için büyük yatırımlar yapılmalıdır. Bu, Nahçıvan'a doğrudan bir bağlantı sağlamasa da, halihazırda dost ülkelerin kontrolünde olan Orta Koridor'un ana arterini güçlendirir. BTK'nın kapasitesinin artırılması, Zengezur güzergahının stratejik önemini göreceli olarak azaltır ve bu güzergahı kontrol edenlerin Türkiye üzerindeki pazarlık gücünü zayıflatır. Bu alternatiflerin sadece uygulanabilirliği değil, aynı zamanda diplomatik bir koz olarak değeri de büyüktür. Türkiye ve Azerbaycan'ın, İran rotasını ve BTK'nın geliştirilmesini aktif ve aleni bir şekilde takip etmesi, Washington ve Erivan'a TRIPP anlaşmasının tek seçenek olmadığı mesajını verir. Bu durum, projenin Ermenistan için cazibesini azaltır ve ABD'yi ya daha iyi şartlar sunmaya ya da projesinin atıl kalması riskini göze almaya zorlar.

Strateji 3: Proaktif Karşı Dengeleme

Diplomatik ve ekonomik hamleler, askeri caydırıcılıkla desteklenmediği sürece eksik kalır. Türkiye, bölgedeki askeri-stratejik varlığını ABD planını dengeleyecek şekilde yeniden konumlandırmalıdır.

Nahçıvan, Türkiye ve Azerbaycan'ın ortak bir askeri ve lojistik kalesine dönüştürülmelidir. Iğdır-Nahçıvan doğalgaz boru hattı gibi altyapı projeleri hızlandırılmalı, bölgedeki askeri varlık ve kabiliyetler artırılmalıdır. Nahçıvan'da konuşlu güçlü ve entegre bir askeri yapı, koridoru kontrol eden herhangi bir hasmane aktöre karşı doğrudan bir caydırıcılık unsuru ve dengeleyici bir güç olacaktır.

Türkiye, Türk Devletler Teşkilatı’nı, Türk Dünyası'nı birbirine bağlayan ana arterin bölge dışı bir gücün kontrolü altına girmesinin kabul edilemez olduğu yönünde ortak ve sert bir tavır almaya yönlendirmelidir. Bu, konuyu sadece bir Kafkasya meselesi olmaktan çıkarıp, tüm Türk devletlerini ilgilendiren uluslararası bir mesele haline getirir ve Türkiye'nin diplomatik pozisyonunu güçlendirir.

Sonuç: Kızıl Elma'yı Savunmak – Hegemonyaya Karşı Milli Bir Strateji

Bu raporun ortaya koyduğu analiz, Washington Anlaşması'nın ve onun merkezindeki "Trump Rotası" projesinin, Güney Kafkasya için kurgulanmış modern bir Sykes-Picot anlaşması olduğunu net bir şekilde göstermektedir. Bu proje, bir barış ve refah girişimi değil, yeni bir hegemon gücün kendi küresel çıkarlarına hizmet etmek üzere tasarladığı stratejik bir tuzaktır. Anlaşma, bir asır önce işlenmiş tarihi bir haksızlık olan Zengezur'un koparılmasını meşrulaştırmakta, Türkiye'nin jeopolitik kuşatmasını tamamlamakta ve Türk Dünyası'nın entegrasyon anahtarını Amerika Birleşik Devletleri'nin cebine koymaktadır. Azerbaycan'ın tarihi zaferinin meyvelerini gasp etmeyi amaçlayan bu girişim, hem Türkiye hem de Azerbaycan için uzun vadede telafisi zor stratejik kayıplara yol açma potansiyeli taşımaktadır.

Mevcut durumda öncelikli hedef, anlaşmanın hukuki ve diplomatik zayıflıklarını kullanarak, mevcut haliyle onaylanmasını ve uygulanmasını engellemektir. Türkiye, bu anlaşmanın henüz paraflanmış bir metin olduğunu, uluslararası hukukta nihai bağlayıcılığının bulunmadığını, Ermenistan Anayasası'ndaki toprak iddiaları gibi temel sorunları çözmediğini ve bölge dışı bir gücü Kafkasya'nın kalbine yerleştirerek istikrar yerine istikrarsızlığı körükleyeceğini vurgulayan kapsamlı bir diplomatik kampanya başlatmalıdır. Bu süreçte Azerbaycan ile tam bir eşgüdüm içinde hareket etmek, "tek millet, iki devlet" ruhunun bir gereğidir. Azerbaycan yönetiminin, kısa vadeli taktiksel bir kazanım uğruna uzun vadeli stratejik bir tuzağa düşmesinin önüne geçmek, Türkiye'nin kardeşlik hukukundan doğan tarihi bir sorumluluğudur.

Türkiye'nin nihai hedefi, bağlantı ve ulaşıma engel olmak değil, bu bağlantının bölge halklarının ve özellikle Türk Dünyası'nın çıkarlarına hizmet etmesini sağlamaktır. Ankara'nın proaktif stratejisi, Zengezur koridorunu bir emperyal kontrol aracı olan "Trump Rotası" olmaktan çıkarıp, bölge milletleri tarafından sahip çıkılan ve işletilen, barış, refah ve entegrasyon getiren bir "Turan Kapısı"na dönüştürmeyi amaçlamalıdır. Bu kapı, sadece iki yakayı birleştiren bir köprü değil, aynı zamanda Türk milletinin Kızıl Elma ülküsünün 21. yüzyıldaki somut bir tezahürü olmalıdır. Bu hedefe ulaşmak, pasif bir bekleyişle değil, cesur, akılcı ve çok boyutlu bir milli stratejinin kararlılıkla uygulanmasıyla mümkündür.

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya