FAHİŞELER SAHNEDE: TOPLUMSAL ÇÜRÜMENİN SAHNELENEN HALİ
MAKALE
Paylaş
15.09.2025 20:58
560 okunma
Cemal Akkuş

SANAT, SINIRLAR ve TOPLUMSAL ÇÜRÜME ÜZERİNE BİR İNCELEME

Bu raporun merkezindeki çatışmayı ve tezi ortaya koymak için, popüler kültürün en kışkırtıcı anlarından biriyle başlamak yerinde olacaktır. Şarkıcı (!) Hande Yener’in üzerinde “fahişe” yazan bir tişörtle sahneye çıkması, yalnızca toplumsal normlara meydan okumak için tasarlanmış kasıtlı bir provokasyon eylemi değil, aynı zamanda eğlence endüstrisinin öz yerine şok değerine artan bağımlılığının sembolik bir belirginleşmesidir. Bu an, sanat, ahlak ve toplumsal beklentiler arasındaki gerilimli hattı keskin bir şekilde gözler önüne sermiştir.

Bu tekil olay, Gülşen, Hadise ve Hande Yener gibi kadın sanatçıların sahne kostümleri etrafında dönen daha geniş kamusal tartışmanın bir parçasıdır. Son günlerde Manifest adında bir müzik (!) topluluğun etrafında keskinleşen bu tartışma, toplumda derin bir kutuplaşmayı yansıtmaktadır: Bir yanda, sanatsal özgürlük ve ataerkil bir sisteme başkaldırı argümanları öne sürülmekte, diğer yanda ise sahnelerin aileler tarafından izlendiğini ve “külotla, mayoyla” performans sergilemenin kabul edilemez olduğunu savunan kamusal eleştiriler ve ahlaksızlık suçlamaları yer almaktadır. Hande Yener'in eleştirilere "Şimdi daha açık ve cesurunu giyeceğim" şeklindeki meydan okuyan yanıtı, bu kültürel savaşta kasıtlı bir tırmanışın kanıtı olarak görülebilir.

Bu raporun temel tezi şudur: “Sanat” veya “cesaret” kisvesi altında normalleştirilen çıplaklık ve aşırı cinselleştirme, bir özgürleşme işareti değil, toplumsal çürümenin kilit bir göstergesidir. Bu eğilim, kadın bedeninin metalaştırılmasını kolaylaştırmakta, kadınların içsel değerini baltalamakta ve gösteriyi öze, hedonizmi erdeme tercih eden küresel bir tüketimci ideolojinin bir tür zihin işgali biçimini temsil etmektedir. Bu çerçevede, sahnedeki çıplaklık, bireysel bir tercih olmaktan çıkıp toplumsal bir semptoma dönüşmektedir.  

Bölüm I:

Modern Kolezyum Olarak Sahne - Sanat, Ahlak ve Kadın Bedeni

Son yıllarda, sahne performansları giderek artan bir şekilde sanatsal ifadeden ziyade bedensel teşhire odaklanmıştır. Geleneksel olarak sahne kostümünün bir karakteri, dönemi veya mekanı tanımlama işlevi, yerini saf şok değeri yaratma amacına bırakmış görünmektedir.  

Bu eleştirilere karşı sanatçılar, eylemlerini bir özgürlük ve direniş manifestosu olarak sunmaktadır. Gülşen, kendisine yöneltilen eleştirileri, ataerkil bir sistemin bedenini ve seçimlerini kontrol etme girişimi olarak çerçevelemiş ve "...kendi ayaklarınıza, hemcinslerinizin ve evlatlarınızın ayaklarına takmaya çalıştığınız prangaların farkında mısınız?" şeklinde bir savunma yapmıştır. Bu savunma, kıyafet tercihini kişisel bir özgürlük alanından çıkarıp toplumsal bir mücadele alanına taşımaktadır. Bu argümanlar, konuyu basit bir ahlak tartışmasının ötesine taşıyarak bir hak ve özgürlük meselesi olarak konumlandırmayı amaçlamaktadır. Ancak bu savunma, önemli bir çelişkiyi de beraberinde getirmektedir. Sanatçılar, ataerkil baskıya karşı çıktıklarını iddia ederken, eylemleriyle tam da tüketim kapitalizmi sisteminin kadın bedenini metalaştırma hedefine hizmet etmektedirler. Bu, sisteme karşı bir isyan değil, kadın bedenini bir arzu nesnesine dönüştürerek onu pazarlayan daha sinsi bir sisteme daha derin bir entegrasyondur.  

Mutlak Özgürlük Yanılgısı: Giyinmeyi Soyunmaktan Ayırmak

Herkesin giyeceğine kendisinin karar vermesi ve buna saygı gösterilmesi gerektiği temel bir kişisel özgürlük ilkesidir. Ancak bu hak, kamusal alanda çıplaklık veya "soyunmak" için koşulsuz bir hakka dönüşmez.

Kamusal alanda, özellikle performatif bir bağlamda soyunmak, kişisel tercihin ötesine geçerek kamusal bir beyana dönüşür. Bu eylem, bir güçlenme eylemi olarak değil, hem sanatçının hem de izleyicinin insanlık onuruna bir hakaret olarak çerçevelenmelidir. Karmaşık bir varlık olan insanı, tüketim için bir araya getirilmiş beden parçalarına indirger ve böylece meydan okuduğunu iddia ettiği nesneleştirmeyi pekiştirir. Bu eylem, bir toplumu birbirine bağlayan ortak ahlaki ve estetik standartlara yönelik bir saldırıdır. Dolayısıyla, giyinme bir hak iken, soyunma bir hak değil, aksine kadına ve insanlığa yönelik bir aşağılamadır. Sanat adına yapıldığı iddia edilen bu eylemler, aslında topluma ve onun temel ahlaki dokusuna yönelik bir saldırı niteliği taşımaktadır.

Bölüm II:

Tarihsel Çözülme - Teşhirin Soyağacı

Avrupa giyim tarzının evrimi, Orta Çağ'dan başlayarak vücudu gizleme işlevinden estetik ifadeye doğru bir kayma göstermiştir. Orta Çağ'da giysiler, sosyal statüyü belirtir ve genellikle vücut hatlarını örtecek şekilde tasarlanırdı. Bu dönemde kıyafetler, pratik ve sembolik işlevleriyle ön plandaydı. Rönesans ile birlikte başlayan ve 20. yüzyılda hızlanan süreçte ise giyimin işlevi, bedenin kendisinin birincil odak noktası haline gelmesine zemin hazırlayacak şekilde giderek daha fazla estetik ve dışavurumcu bir nitelik kazandı. Bu tarihsel dönüşüm, günümüzdeki teşhir kültürünün köklerini anlamak için kritik bir öneme sahiptir.

Banyo Makinesinden Bikiniye: Kamusal Teşhirin Normalleşmesi

Kamusal alanda bedenin sergilenmesinin normalleşme süreci, 18. ve 19. yüzyıllarda sağlık amacıyla yapılan "deniz banyosu" pratiğiyle başlar. Bu dönemde mahremiyeti korumak için "Banyo Makinesi" adı verilen tekerlekli kulübeler kullanılıyordu. Bu, mahremiyete verilen önemin ne denli yüksek olduğunu göstermektedir. 19. yüzyılın sonlarına doğru, ağır ve tüm vücudu kaplayan yünlü banyo kostümleri ortaya çıktı. Bu giysilerin temel amacı, kadın vücut hatlarını erkeklerden gizlemekti.  

20. yüzyılın başlarında yüzmenin olimpik bir spor haline gelmesiyle daha işlevsel, ancak yine de mütevazı tek parça mayolar popülerleşti. Asıl kültürel kırılma ise Fransız tasarımcı Louis Reard tarafından 1947'de modern bikininin icat edilmesiyle yaşandı. Başlangıçta skandal olarak kabul edilen bu giysi, Hollywood, ünlüler kültürü ve kitlesel bir tatil endüstrisinin yükselişiyle hızla normalleşti. Bu süreç, "yıkanma" eyleminden "güneşlenme" ve "sergileme" eylemine geçişi simgeleyerek, kamunun bedensel teşhire yönelik kabulünü temelden değiştirdi.  

Mini Etek Devrimi ve Paradoksal Mirası

1960'larda Batı’da mini eteğin ortaya çıkışı, gençlik hareketi, ikinci dalga feminizm ve cinsel devrim bağlamında analiz edilmelidir. Mini etek, eski neslin muhafazakar değerlerine karşı bir isyanın sembolüydü. Başlangıçta Hollanda gibi bazı ülkelerde yasaklanması ve Coco Chanel gibi moda otoriteleri tarafından "berbat" olarak nitelendirilmesi, o dönemde ne kadar radikal algılandığını göstermektedir.  

Mini eteğin aynı zamanda kadınların bedenlerini erkeklerin değerlendirmesine sunma yönündeki kültürel beklentiyi de hızlandırmıştır. Bir kadının "özgürlüğünün", cinsel olarak ulaşılabilirliği ve görsel olarak tüketilmeye rıza göstermesiyle giderek daha fazla özdeşleştirildiği bir kültürün istemeden de olsa temelini atmıştır. Bu, özgürleşme adına atılan bir adımın, nasıl yeni bir metalaşma biçimine kapı araladığının trajik bir örneğidir.

Bölüm III:

Çürümenin Motorları - Tüketim Kültürü ve Dijital Gözetim

Modern tüketim kapitalizmi, kadın bedenini araçsallaştırarak onu reklam ve satış için birincil taşıyıcı haline getirmiştir. Beden artık sadece bir kişinin fiziksel formu değil, ürünler için bir tuval ve kendi başına bir üründür. Bu süreçte, kadın bedeni kutsal veya mitsel anlamlarından sıyrılarak bir arzu nesnesine dönüştürülmektedir.  

Moda, güzellik ve medya endüstrileri, işbirliği içinde bir "ideal beden" standardı oluşturmakta ve bunu dayatmaktadır. Bu standart, kasıtlı olarak çoğu kişi için ulaşılamazdır; bu durum, yalnızca tüketimle (yeni kıyafetler, makyaj, diyet ürünleri) geçici olarak yatıştırılabilen sürekli bir endişe ve yetersizlik hali yaratmaktadır. Kadının bedeni, satın alma yoluyla yönetilmesi, disipline edilmesi ve mükemmelleştirilmesi gereken bir projeye dönüşmektedir. Reklamlarda kadın formunun kullanılması, kadınları sadece erkekler için değil, aynı zamanda idealize edilmiş imajı tüketim yoluyla taklit etmeye teşvik edilen diğer kadınlar için de bir arzu nesnesine dönüştüren kilit bir mekanizmadır. Bu tarihsel "özgürleşme(!)" süreci, tüketim kültürünün kadın güvensizliğinde ve bedenin yeni onaylanmış kamusal teşhirinde muazzam bir pazar fırsatı görmesiyle ele geçirilmiştir. Bikini ve mini eteğin sergilediği beden, reklam ve medyanın sadece giysileri değil, bir yaşam tarzını satmak için yoğun bir şekilde kullanmaya başladığı yeni bir pazar yaratmıştır.  

Sosyal Medya Yükselteci: Dijital Kalabalık İçin Performans

Sosyal medya, kendini metalaştırma sürecini yaygınlaştırmış ve yoğunlaştırmıştır. Eskiden sadece modeller ve ünlüler bu düzeyde bir incelemeye maruz kalırken, instagram gibi platformlar artık tüm kullanıcıları kamusal tüketim için idealize edilmiş ve genellikle cinselleştirilmiş bir versiyonlarını düzenlemeye ve sunmaya teşvik etmektedir.  

Beğeniler, yorumlar ve takipçiler peşinde koşmak, davranışın birincil itici gücü haline gelerek giderek daha kışkırtıcı ve teşhirci içeriği teşvik etmektedir. Bu, sosyal onay ile bedensel teşhir arasında doğrudan bir bağ kurmakta ve kişinin kendi hayatını ve bedenini amansız bir performansa dönüştürmektedir. Sosyal medya algoritmaları ve influencer kültürü, bir zamanlar aşırı kabul edilen şeylerin normalleşmesini hızlandırmaktadır. Sürekli olarak mükemmelleştirilmiş ve genellikle cerrahi olarak geliştirilmiş bedenlerin bombardımanı, neyin "normal" veya "çekici" kabul edildiğine dair temel çizgiyi kaydıran çarpık bir gerçeklik yaratmakta ve genç kızları bu aşırı cinselleştirilmiş standartlara uymaya zorlamaktadır. Böylece, Yener ve Gülşen gibi sanatçıların sahnedeki duruşu, bu sürecin mantıksal son noktası haline gelmekte: sanatçının bedeni nihai ürün ve performans, on yıllardır bu tırmanan metalaşma tarafından koşullandırılmış bir kitleye doğrudan satılan kişisel markaları için nihai reklam haline gelmektedir.

Bölüm IV:

Sürekli Performansın Psikolojik Bedeli

Bu kültürel iklimin kadın psikolojisi üzerindeki etkilerini anlamak için Fredrickson & Roberts'ın Nesneleştirme Teorisi kilit bir çerçeve sunmaktadır. Teorinin temel kavramı olan "kendini nesneleştirme", kadınların kendi bedenlerine üçüncü bir şahsın, bir gözlemcinin bakış açısını içselleştirme sürecidir. Bu süreçte kadınlar, kendilerini bakılacak ve değerlendirilecek nesneler olarak görmeyi öğrenirler.  

Kendini nesneleştirmenin yıkıcı psikolojik sonuçları arasında artan beden utancı, kronik görünüm kaygısı, içsel bedensel durumlara (açlık, tokluk gibi) karşı farkındalığın azalması ve zihinsel kaynakların sürekli kendini izlemeye yönlendirilmesi nedeniyle bilişsel performansta düşüş yer alır. Bu, teşhir "özgürlüğünün" neden genellikle artan zihinsel sıkıntıya yol açtığını klinik olarak açıklamaktadır. Bedenlerini sergileyerek "güçlendiğini" iddia eden kadınların aynı anda bir nesne olarak görülmenin psikolojik etkilerinden muzdarip olması bir çelişkidir. Bu durum, dikkat çekmenin geçici heyecanının gerçek güç ve özerklikle karıştırıldığı bir tür yanlış bilinç olarak değerlendirilebilir.  

Sürekli kamusal teşhir ihtiyacının altında yatan psikolojik motivasyonlar, sanatsal ifadenin ötesine geçmektedir. Bu davranış, Histriyonik Kişilik Bozukluğu (aşırı duygusallık ve dikkat çekme arayışı) ve Narsisistik Kişilik Bozukluğu (hayranlık ihtiyacı, büyüklenme ve empati eksikliği) ile ilişkilendirilen özelliklerle bağlantılar göstermektedir.  

Sürekli bedensel teşhircilik, üstün bir özgüvenin işareti olmaktan çok, tamamen dışsal onaya bağımlı, derinden kırılgan bir benlik saygısından kaynaklanabilir. Beden, "gerçek" veya değerli hissetmek için gerekli olan ilgiyi ve hayranlığı güvence altına almak için algılanan tek araç haline gelir. Bu durum, "zavallı bir kişiliksizlik" ifadesinin psikolojik karşılığını oluşturur; kişi, yetenek, zeka ve bilgi birikimiyle kendini topluma kabul ettirmek yerine, varlığını yalnızca bedeni üzerinden kanıtlamaya çalışır.

Kışkırtıcı çevrimiçi teşhirde bulunan bireylerin eleştirildiklerinde ahlaki bir öfkeyle tepki vermesi olgusu, derin bir psikolojik analizi gerektirir: Bu davranış, bilişsel çelişkiyi çözmek için güçlü bir savunma mekanizması olarak açıklanabilir. Bireyin benlik değeri, bedensel teşhirine yönelik olumlu onaya ("beğeniler", övgü) bağlıdır. Olumsuz eleştiri, "Eğer ben iyi ve değerliysem, neden saldırıya uğruyorum?" şeklinde acı verici bir çelişki yaratır. Bunu çözmek için eleştirenlerin gayrimeşru kılınması yoluna gidilmektedir. Teşhirci, bu amaçla etkileşimi yeniden çerçeveler ve karşıdaki kişiler ahlaksız davranışları için eleştirmiyorlar da, "özgürlükleri"ni "baskı altına" almaya çalışıyorlara çevirir. Böylece eleştirmen, ahlaksız, bağnaz, kadın düşmanı, saldırgan olarak damgalanmaya çalışılmaktadır. Bu "ahlakçılık oynamak" eylemi, gerçek bir ahlaki duruş değil, dış onaya dayalı kırılgan bir egoyu korumak için umutsuz bir girişimdir.  

Bölüm V:

Düzen ve Onur Çerçeveleri

İslami giyim felsefesi olan tesettür, basit bir kural setinin ötesinde bütüncül bir yaklaşımdır. Tesettür, Adem ve Havva'nın kendilerini örtme hikayesinde de görüldüğü gibi, insanın fıtri (doğuştan gelen) mahremiyet ihtiyacına dayanır.

Bu felsefenin merkezinde, Kur'an'da geçen "takva elbisesi" (libasü't-takva) kavramı yer alır. Bu, fiziksel bir giysiden ziyade, Allah bilinci, alçakgönüllülük ve  haya (yanlış yapmaktan duyulan bir mahremiyet ve utanma duygusu) halini ifade eden içsel bir durumdur. Fiziksel örtünme, yalnızca bu içsel durumun dışa vurumudur.

İslami giyim kurallarının amacı kadını baskı altına almak değil, onu nesneleştiren bakışlardan korumak ve onurunu muhafaza etmektir. Fiziksel olanı geri plana atarak, toplumun bireyleri fiziksel formları (cinsiyet) yerine karakterleri, zekaları ve dindarlıkları (şahsiyet) üzerinden değerlendirmesini teşvik etmektedir. Amaç, insan etkileşiminin cinsel provokasyona değil, saygıya dayandığı bir sosyal ortam yaratarak hem bireyi hem de toplumsal dokuyu korumaktır.

Bu çerçevede, "şöhret elbisesi" (gösteriş ve kibir amaçlı giysi) giymekten kaçınma ilkesi, bu felsefenin ayrılmaz bir parçasıdır.  

Sonuç: Zihin İşgaline Direnmek

Özetle, teşhir kültürü, bir ilerleme veya özgürlük işareti değil, başarılı bir zihin işgali kampanyasıdır. Bu işgal, medya, reklam ve teknolojiyi kullanarak yerel kültürel değerlerin (mahremiyet, onur, topluluk gibi) yerine kendi değerlerini (bireycilik, hedonizm, materyalizm ve beden tapınması) koyan küresel bir tüketimci ideoloji tarafından yürütülmektedir.  

Sanatçıların aşırı cinselleştirilmesi, sosyal medya onayına olan takıntı ve kendini nesneleştirmenin psikolojik sıkıntısı, bu sömürgeleştirilmiş zihinsel manzaranın belirtileridir. Popüler kültür ve reklamların "çer çöpü" ile dolu olan bireyin zihni, derin düşünme, özsaygı ve daha yüksek değerlerle bağlantı kurma yeteneğini kaybetmektedir.  

Gerçek insan değeri, fiziksel bedenin dikkat çekme yeteneğinde değil, zekada, yetenekte, karakterde ve ruhta bulunur. Bedensel teşhir yoluyla amansız bir onay arayışı, nihayetinde "zavallı bir kişiliksizliktir" Gerçek benliğin acınası ve boş bir ikamesidir. Bu zihin işgalini tanımak ve ona direnmek zorunluluğu apaçık önümüzde durmaktadır. İnsanı bir gösteriye indirgemek yerine onu onurlandıran değerlere geri dönülmesi zarurettir. Ve bu zaruret; bir inancın, bir görüşün, bir siyasal düşüncenin dar alanına hapsedilmiş bir zaruret değil tüm insanlığı kapsayan bir zorunluluktur.

 

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya