
Hayat bazen en gür sesleri, en sessiz anlarla noktalar. Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliği Yönetim Kurulu Üyesi, Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı Yüksek İstişare Kurulu üyesi, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı eski Müsteşarı ve 24. Dönem Muğla Milletvekili Ali Boğa'nın, doğduğu topraklarda, Fethiye'nin bir yaya geçidinde elim bir trafik kazasıyla son bulan ömrü de böyle bir sükût anıydı. Onun fırtınalı bir çağda başlayan, bir Yörük çadırından devletin zirvesine uzanan yolculuğu, bir anlık, sıradan bir trafik faciasının içinde son buldu. Bu ani veda, onun hayat mücadelesinin gürültüsüyle derin bir tezat oluşturarak, geride kalanlara hayatın kırılganlığını ve adanmış bir ömrün ne denli kıymetli olduğunu bir kez daha hatırlattı.
Elbette onunla hayatın belli dönemlerinde, belli şeyler paylaşan sayısız insan, kıymet var. Çok daha önemli hatıraları hafızasında yaşatan bir çok tanıdık sima var. 2012 yılından itibaren hem Meclis’te birlikte çalışmış, ona yol arkadaşlığı ve mihmandarlık yapmaya çalışmış birisi olarak, hem de sonrasında birlikte sivil toplum ferdi olarak mücadele ettiğimiz, yol yürüdüğümüz birisi olarak onunla ilgili bir veda yazısını kaleme almak da sanırım bana düştü. Belki de kimsenin vakıf olmadığı ya da olamayacağı, bir çok anını beraber paylaştığımız, birlikte ve birbirimize dua ettiğimiz, birbirimizi motive edip, tavsiye ve telkinde bulunduğumuz bunca paylaşımdan sonra, onun cenazesini ellerimle yıkamak, kefenlemek, tırnaklarıyla kazdığı vatan toprağını avuç avuç üzerine atmak birlikte yaşadığımız ve asla unutamayacağım en önemli olaydı. Daha zor olanı ise Onu gerçekten anlatabilmek ve aktabilmek olsa gerek.
Bu yazı, bir devlet adamının, siyasetçinin, bir Yörük Türkmen beyinin biyografisinden öte, bir fikrin ve bir ruhun nesiller boyu süren yolculuğunun hikayesidir. Zira, Ali Boğa'nın hayatı, basit bir başarı öyküsü değil, dedesi Fethiye Kuvayı Milliye Milis Komutanı Aliman Ağa'nın yaktığı bağımsızlık meşalesinin, torununun elinde yeni bir "Milli Mücadele" ateşi olarak yeniden harlanmasının destanıdır. Elbette onun mücadelesi, işgalci askerlere karşı tüfeklerle değil; kültürel, ekonomik ve manevi yozlaşmaya karşı akılla, politikayla ve sarsılmaz bir imanla verilmiştir. Bu metin, "Milli Mücadele ruhu barış zamanında nasıl yaşatılır?" sorusuna Ali Boğa'nın hayatıyla verilmiş somut bir cevabı arayacaktır. Onun hikayesi, vatanın sınırlarını koruma savaşının, milletin ruhunu ve kimliğini koruma savaşına nasıl dönüştüğünü gösteren kırılmaz bir zincirin halkasıdır.
Bölüm I: Çınarın Kökleri – Aliman Ağa ve Kuvayı Milliye Ruhu
Birinci Dünya Savaşı sonrası Anadolu, bir ateş çemberiydi. Fethiye ve çevresi İtalyan işgali altındayken, milletin kendi kaderini eline alma iradesi, yerel direniş hareketleriyle filizleniyordu. İşte bu kaotik ortamda, Torosların Yörük ruhu, Karaçulhalı Aliman Ağa'nın şahsında ete kemiğe büründü.
Ali Boğa'nın ismini taşımaktan onur duyduğu dedesi Aliman Ağa, yalnızca bir milis komutanı değil, aynı zamanda bir nizam kurucuydu. Onun liderliği, çok yönlü bir karakter arz ediyordu.
Ağa, yerel milisleri organize ederek Fethiye'nin direniş gücünü oluşturdu. Komşu ilçe Köyceğiz'deki direnişçilerle iş birliği yaparak bölgeye silah teminini sağladı. Fethiye'ye çıkarma yapmak isteyen İtalyanlara karşı "ilk kurşunu sıkanlardan" biri olarak anılması, onun cesaretinin ve kararlılığının bir simgesidir. Ancak onun askeri dehası, sadece dış düşmana karşı değildi. Asıl önemli mücadelesi, Kuvayı Milliye adına halka zulmeden, düzeni bozan "başıbozuk kızanların" ve Dirmil bölgesindeki Koca Mustafa çetesi gibi eşkıyaların temizlenmesiydi. Üç eşkıya liderinin kesik başını Fethiye Jandarma Karakolu önündeki kazıklara geçirmesi, onun adaletinin ne denli kesin ve caydırıcı olduğunu gösteren sarsıcı bir eylemdir. Bu tavır, onun mücadelesinin sadece bir bağımsızlık savaşı değil, aynı zamanda bir adalet ve nizam kurma savaşı olduğunu kanıtlar.
Aliman Ağa, silahı kadar aklıyla da liderdi. Köyüne okul yaptırmış, Fethiye-Dalaman arasındaki Kızılbel yolunun yapımını başlatmış, bölgenin düğün, dua ve güreş gibi sosyal etkinliklerinin öncüsü olmuştur. Yörük göç yollarını tanzim etmiş, hangi obanın ne zaman, hangi yoldan göçeceğini planlamıştır. Dolayısı ile o, sadece bir komutan değil, aynı zamanda halkının geleceğini düşünen bir "bey" idi. Yörük Türkmen beyi…
Köylüleri bataklık bir araziyi satın almak istediğinde, "Develeri keneye yedirirsiniz" diyerek onları bu yanlış yatırımdan kurtarması, onun atalarından miras aldığı pratik, öngörülü ve toprağa bağlı bilgeliğinin en güzel örneğiydi.
Aliman Ağa'nın torununa bıraktığı miras, para veya mülk değil; cesaret, adalet, vatan sevgisi ve topluma hizmetle özdeşleşmiş onurlu bir isimdi. Nitekim Ali Boğa, yıllar sonra birlikte organize ettiğimiz ‘Kuvayı Milliye ve Aliman Ağa’ toplantısında yaptığı konuşmada, dedesinin emanetine sahip çıkmanın, o ruhu yaşamanın ve yaşatmanın en büyük vazifesi olduğunu vurgulayacaktı. Aliman Ağa'nın hem dış düşmanla hem de nizamı bozan iç unsurlarla aynı anda mücadele etmesi, torununun hayat felsefesini şekillendirecek olan Yeniden Milli Mücadele Hareketi'nin çift yönlü mücadelesinin adeta bir öncüsüydü. Savaş meydanı değişmiş, ancak hem dış tehditlere hem de iç yozlaşmaya karşı verilen mücadele ilkesi, dededen toruna geçen en büyük miras olmuştu.
Bölüm II: Kıl Çadırda ve Mücadele İçinde Pişmek:
Bir "Mücadeleci"nin Doğuşu
Ali Boğa'nın hayatı, bir Yörük kıl çadırında, tabiatın kalbinde yaylada başladı. Yazları yaylalarda geçen bu göçebe hayat, ona küçük yaşta dayanıklılığı, kendine yetmeyi ve geleneğe derin bir bağlılığı öğretti. Bu hayat tarzı, onu resmi düzenin yapılarından bir süre uzak tuttu; Öyle ki, ilkokulu bitirdikten sonra devletin parasız yatılı okul sınavlarından haberi dahi olmadı. Onun hikayesi, sisteme dışarıdan dahil olan, ancak sonrasında o sistemi en derinlerine kadar kavrayıp yöneten bir karakterin yolculuğudur. Konya İmam Hatip Lisesi'nde yatılı okumaya başlaması, onun Yörük dünyasından, disiplinli ve metne dayalı bir eğitim dünyasına yaptığı ilk büyük "hicret" olmuştur.
Ali Boğa'nın karakterini ve dünya görüşünü şekillendiren asıl unsur, daha ortaokul yıllarından itibaren içinde yer aldığı Yeniden Milli Mücadele Hareketi'ydi. Bu, onun için sonradan benimsenmiş bir ideolojik tercih değil, varoluşunu anlamlandıran temel bir kimlikti.
1960'larda Aykut Edibali liderliğinde doğan bu hareket, Kurtuluş Savaşı'nın sadece askeri bir zaferle sınırlı kaldığını, asıl mücadelenin kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasi alanlarda verilmesi gerektiğini savunuyordu. Nihai hedef, tüm kurumlarıyla "milli" olan bir devlet, yani "milli devlet" kurmaktı. Hareket, dönemin ruhuna uygun olarak Siyonizm, Komünizm ve Kapitalizmi üç temel düşman olarak tanımladı.
YMM, kitle hareketinden ziyade, entelektüel birikime ve disipline dayalı bir kadro hareketiydi. Yeniden Milli Mücadele ve sanat alanında Pınar, Gerçek gibi dergilerle kendi entelektüel zeminini oluşturdu. Hareketin temel kavramlarından biri olan "İlmi Sağ", vahye dayalı düşünceyi "Sağ", bunun dışındaki tüm beşeri sistemleri ise "Sol" olarak tanımlayarak mensuplarına bütüncül ve net bir dünya görüşü sunuyordu. İslami, milliyetçi ve Turancı fikirleri sentezleyen bu yapı, mensuplarını hem aksiyoner hem de entelektüel olarak yetiştirmeyi hedefliyordu.
Bu hareket, Ali Boğa'ya hayat boyu sürecek bir misyon, bir dava ve disiplinli bir ahlak çerçevesi sundu. 1970'lerin anarşi ortamında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi gibi siyasi olarak en çalkantılı okullardan birinde ayakta kalmasını sağlayan güç, bu davaya olan inancıydı. Bürokrasideki ve siyasetteki her adımını bu temel dünya görüşü şekillendirdi.
Ali Boğa'nın hayatı, YMM'nin ideal kadro modelinin kusursuz bir yansımasıydı. Hareket, devleti içeriden dönüştürecek, liyakatli ve milli şuur sahibi kadrolar yetiştirmeyi amaçlıyordu. Devlet sistemine erişimi dahi olmayan bir Yörük çocuğu olan Ali Boğa, bilinçli bir şekilde seçkin bir eğitim yolunu seçti. Ardından devlet bürokrasisine girdi ve himayeyle değil, liyakat ve uzmanlıkla en üst makamlara yükseldi. Müsteşarlık ve milletvekilliği gibi konumlarda, YMM'nin ekonomik milliyetçilik gibi ideallerini hayata geçirme fırsatı buldu. Dolayısıyla onun kariyeri, kişisel bir hırsın değil, kolektif bir ideolojik projenin hayata geçirilmiş halidir. O, hareketin sadece bir mensubu değil, bizatihi kendisiydi.
Bölüm III: Devlet Adamının Yolculuğu: Yaylalardan İktidar Koridorlarına
Ali Boğa'nın "Mülkiye" olarak bilinen Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'ndeki öğrencilik yılları, Türkiye'nin en kanlı siyasi çatışmalarının yaşandığı 1970'lere denk geldi. Bu dönemde, böyle bir fakültede sağ-sol çatışmasının ortasında inançlarını koruyarak mezun olmak, başlı başına bir hayatta kalma mücadelesiydi. Mezuniyetinden sonra diplomasını dahi fiziki olarak alamadan kamu görevine başlaması, o dönemin kaosunu ve onun görev şuurunun ne denli erken başladığını göstermektedir.
Ali Boğa'nın profesyonel kariyeri, onun "mücadele" anlayışının pratik uygulama alanı oldu. Bu, gürültülü sloganlarla değil, sabırla, liyakatle ve sebatla yürütülen sessiz bir mücadeleydi.
Uzman Yardımcılığı'ndan başlayarak Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracat Genel Müdürlüğü'ne ve nihayetinde Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Müsteşarlığı'na uzanan kariyer basamaklarını metodik bir şekilde tırmandı. Bu yükseliş, onun disiplinini ve yetkinliğini kanıtlar niteliktedir.
Onun bürokrasideki imzası olarak kabul edilebilecek Turquality projesi, basit bir ticaret politikası değildir. Bu, "ekonomik milli mücadelenin" en somut adımlarından biridir. Türkiye'nin küresel marka gücünü inşa etmeyi ve ekonomik bağımlılığını azaltmayı hedefleyen bu stratejik hamle, onun vizyonunun ve milli dava anlayışının bir ürünüdür. Genetik kodlarının bir Ahi ocağı ve anlayışına dayandığını ortaya koyan en önemli göstergedir.
Türkiye tarihinin ihracatındaki en büyük sıçrama da Genel Müdürler seviyesinde ele alındığında hem oransal hem de rakamsal olarak Ali Boğa'nın İhracat Genel Müdürlüğü yaptığı 2003-2009 döneminde yaşanmıştır. Görevde olduğu 2003-2009 yılları arasında %117'nin üzerinde bir artış gerçekleştirilmiş, 55 milyar dolarlık daha fazla ihracat yapılmıştır. Bu veriler, Ali Boğa'nın görev süresinin, Türkiye'nin ihracatının ikiye katlandığı ve hem mutlak değer hem de oran olarak çok ciddi bir büyüme kaydettiği bir dönem olduğunu göstermektedir.
Avustralya Melbourne Ticaret Ataşeliği, Ankara Sigorta Yönetim Kurulu Üyeliği ve TÜRKAK Yönetim Kurulu Başkanlığı gibi görevleri, onun ne denli geniş bir tecrübe yelpazesine sahip olduğunu göstermektedir.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Müsteşarlığı döneminde ise Türkiye’nin en büyük sanayi projelerine nihai imzayı atmış, Türk sanayicileri ile güven ve teşviğe dayalı bir ilişki geliştirmiştir.
2011 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi'nden Muğla Milletvekili seçilerek bürokrasideki mücadelesini siyaset sahnesine taşıdı. Meclis'teki faaliyetleri arasında, hunharca katledilen Özgecan Aslan için yaptığı konuşma, onun ahlaki duruşunu ve kadına yönelik şiddet gibi toplumsal yaralara karşı duyarlılığını da ortaya koymaktadır. Bu, bir devlet adamının sadece ekonomik ve siyasi değil, aynı zamanda ahlaki ve vicdani sorunlara da sahip çıkma sorumluluğunun bir göstergesidir. Köklerinin ait olduğu Muğla'yı Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde temsil etmesi, dedesi gibi yerel bir liderlik ruhunun ulusal bir temsile dönüşerek başladığı noktaya geri dönmesi anlamına geliyordu.
Ali Boğa'nın kariyeri, klasik Türk-İslam devlet geleneğindeki "devlet-i ebed-müddet" (ebedi devlet) idealinin modern bir tezahürüdür. Bu geleneğe göre devlete hizmet, millete ve Hakk'a hizmetin en yüce biçimidir. O, bürokrasiyi bir iş olarak değil, kutsal bir "emanet" olarak gördü. Yıllar süren sabırlı ve metodik çalışması, kişisel bir güç arayışından ziyade, devleti daha "milli", daha adil ve daha güçlü kılmaya adanmış ideolojik bir misyonun parçasıydı.
Bölüm IV: Bir Ruhun Üç Yüzü:
Yörük Türkmen Beyi, Devlet Adamı, Sade ve Samimi Bir Mü'min
Ali Boğa'nın şahsiyeti, birbirini besleyip bütünleştiren üç temel kimliğin benzersiz bir senteziydi. O, köklerinden kopmayan bir Yörük Beyi, klasik erdemlerle donanmış bir devlet adamı ve ahlakını inancından alan kâmil bir mü'mindi. Bu üç kimlik, onun karakterini bir bedende toplamış ve ideal bir Mücadeleci yapmıştı.
Atalarından miras kalan Yörük kimliği, onun karakterinin temelini oluşturuyordu. Bağımsızlık ruhu, kendine güven, "töre" olarak bilinen sarsılmaz adalet duygusu ve topluluğuna karşı derin bir sadakat, bu kimliğin temel taşlarıydı. Yörük kültüründe "baba" veya "bey", sadece bir yönetici değil, aynı zamanda obasının koruyucusu, öğretmeni ve yol göstericisidir. Ali Boğa'nın dobra ve çözüm odaklı yaklaşımı, memleketi Fethiye ile hiç koparmadığı bağı ve muhtemelen otoriterlikten uzak, yol gösterici liderlik tarzı, bu Yörük Beyi kimliğinin yansımalarıydı. Abisi Bahri Boğa’nın yıllar önce başlattığı ve Türkiye’de yapılan ilk toylardan olan Yörük Şöleni’ni uluslararası hale getirdi ve Başbakanla birlikte 5 bakanın katıldığı belki de ilk ve tek şöleni yaptı. Soyadını taşıyan Boğalar Köyü’nü tüm Türkiye’nin ve hatta bir çok Türk beldesinin bildiği bir yer haline getirdi. Meclisteki odasında bile minyatür bir kıl çadırı olan Boğa, tüm bu kudretli devlet adamı süreci sonrasında da hemen ve yeniden kıl çadırına dönmeyi bir görev bildi. Sivil hayatta da Türkiye’nin en büyük Yörük Türkmen örgütlenmesi olan Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliği’nin aksaçlısı, ağabeyi oldu. Yönetim Kurulu’nda yer aldı. Bu milletin asli kurucu unsuru olan Yörük Türkmenlerin ülkenin güvenlik stratejisi için vazgeçilmez ve temel unsur olduğunu anlatmak için kapı kapı gezdi. Cumhurbaşkanlığından, MGK Genel Sekreterliği’ne, Dışişlerinden Kamu Diplomasisi kurumlarına bir bir dolaştı ve raporlar sundu. Son olarak Mayıs ayında Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliği’nin Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi ev sahipliğinde düzenlediği 2. Uluslararası Türk Dünyası Stratejik Araştırmalar Kongresi’ne katılmış, misafir ve hocalarla tek tek ilgilenmişti.
Onun kamu hayatı, Farabi, Yusuf Has Hacip ve Nizamülmülk gibi düşünürlerin siyasetnamelerinde çizdiği ideal devlet adamı portresiyle büyük bir uyum içindeydi. Bu geleneğe göre ideal yönetici; adil, bilge, liyakat sahibi, istişareye açık, mütevazı ve cömert olmalıydı. Ali Boğa'nın kariyerini uzmanlık üzerine inşa etmesi liyakat ilkesine bağlılığını, milli menfaati gözeten politikaları adalet anlayışını, şöhretten uzak, sonuç odaklı çalışma tarzı ise tevazu erdemini göstermekteydi. Kamu yönetiminde adalet ve verimlilik en önemli ilkelerindendi.
Göreviyle ilgili yaptığı seyahatler ve seçim bölgesi çalışmalarında asla otel kullanmaz, öğretmenevi ya da diğer kamu kurum misafirhanelerinde bedelini ödeyerek kalırdı. Çocuklarım iş için benden yardım istemedi çok şükür diye hamd ederdi. Kurum sınavlarında referans taleplerinde, iltimas asla istemez, ‘hakkının yenmemesi dileğiyle’ notunu düşerdi. Görev talebinde bulunanları, şahsen tanımıyorsa, çok güvendiği dostları aracılığı ile liyakat ve ahlakını mutlaka sorgulardı. Bu adalet ve liyakat hassasiyeti bazı arkadaşlarını bile kırmıştı.
Kendi kişisel meseleleriyle devleti asla meşgul etmezdi. Hakkı olanı bile almak konusunda itinalı davranırdır. Görevleri sona erdikten sonra inandığı dava, çabaladığı STK faaliyetleri için bazı kapıları çaldığında beklediği ilgi ve çabayı görmeyince çok etkilenir, üzülür ve demek ki herşey makamın gücüyle birlikte tükeniyor derdi. Ve meşhur sözünü sık sık tekrar ederdi: Makam insanın ayarını bozmaz, ortaya çıkarır’.
Davasına sadıktı. Devlet kademesinde, siyasette yanlış işler yapılmasına üzülür, tahammül edemezdi. Basit siyasi hesapları bilmez, yapmaz, tenezzül etmezdi. Tespit ettiği usulsüzlükleri ilgili yerlere rapor eder, uyarır, peşini bırakmazdı. Belki de bu yüzden vekilliği ancak bir dönem oldu. Ama yine de devletine, milletine, davasına arkasını dönmez, üzerine görev düştüğünde tereddütsüz yapardı.
Son dönemlerde artık umudu kırılmıştı. Yine de gayretli birini gördü mü o da gayrete gelir, yeniden başlardı her şeye rağmen. Pandemiden sonra memleketine dönmüş, ceviz bahçesi, meyve bahçesi ile uğraşmaya başlamıştı. İlerleyen yaşına rağmen dinç ve azimli idi. Abi sana ihtiyacımız var dediğimizde hemen çıkar gelirdi Ankara’ya. Değilse artık pek gitmiyordu ayakları Ankara’ya. Birlikte mezunu olduğumuz Mülkiye’de yapacağımız akademik kongrede 40 yıl sonra diplomasını alacak diye heyecanlanmıştı. Ama o hevesini bile boğazında düğümlediler. Kırgındı. Bütün bürokrat hayatı Ankara’da geçen o devlet adamının cenazesi Ankara’ya nasip olmamıştı nihayetinde.
Ali Boğa'nın karakterinin en derin katmanı, onun inanç dünyasıydı. İslam ahlakına göre kâmil bir mü'minin vasıfları arasında; yaptığı her işi Allah rızası için yapması (İhlas), kendisine verilen görevi kutsal bir emanet bilmesi (Emanet), adaletli olması (Adalet), merhamet sahibi olması (Merhamet) ve zorluklar karşısında sebat göstermesi (Sabır) bulunur. Ali Boğa'nın tüm hayatı, bir "emanet" bilincinin tezahürüdür. Kendisinden daha büyük bir davaya adanmışlığı ihlas sahibi olduğunu, kariyerindeki sabırlı yükselişi ve 70'lerin zorlu şartlarına göğüs germesi sabır ve hilm (yumuşak huyluluk) vasfını taşıdığını düşündürür.
Her ilişkiyi bir tebliğ fırsatı bilirdi. Her kesimden insanla çok rahat dostluklar kurardı. Neşesi ve verdiği güvenle insanların kalbini kazanırdı. Gittiği cenazelerde mutlaka Yasin okur, konuşmasıyla ferahlık ve sabır hissi verirdi. Onun cenazesini yıkamak ise, çok sevdiği yeğenine ve yol arkadaşlarından Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliği Genel Başkanı İrfan Tatlıoğlu ve bana nasip olmuştu. Bunca güzelliğine şahit olduğum insanın son yolculuğunda da değişmeyen yüz ifadesi ve güleryüzüne şahitlik ettik.
Hayatının en önemli ilişki ağını dostluklar üzerine kurmuştu. Bazı dostlarıyla hafta bir bir araya gelir mutlaka istişare eder, gündemi değerlendirirdi. Telefonla her zaman irtibat kurar, mesajlara mutlaka cevap verirdi. Özellikle Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olması sebebiyle yoğun görüşmelerde telefona bakamazsa, mutlaka geri dönerdi. Bu konuda o kadar hassastı ki, Mecliste adı ‘telefoncu vekil’e çıkmıştı. O kadar güzel dostlukları vardı ki, vefat haberini aldıklarında beni arayıp hıçkıra hıçkıra ağlayan ağlayan profesörler, müsteşarlar, iş insanları her defasında beni de ağlattılar.
Her çıktığı yolculuğa sefer duası ile çıkardı. O kadar güzel araba kullanırdı ki onunla yolculuk asla yormazdı. Trafik kurallarına bu kadar uyan, trafiktekilere bu kadar saygılı birine zor rastlardınız. Milletvekilleri trafik cezası ödemedikleri halde, şoförü araç kullanırken nadiren de olsa hız cezası gelirse üzülür, neden kurallara uymuyorsun diye uyarırdı. İlginç ki, o kuralları hiçe sayan biri tarafından katledildi.
Çok kızdığı birisi olduğunda bile, kişisel şeylerde asla kötü söz söylemezdi. Ancak, söz konusu milletin menfaati ve yetimin hakkı ise aslan kesilirdi. Mensubu olduğu partinin yöneticileri hakkında sayısız dosya ve raporlar sundu yukarıya. Rantlarına engel olduğu için, vekil listesine konulmayınca lokma döktürenlerin akıbetleri ise içler acısı.
İkram etmeyi çok severdi. Bahçesinde yetiştirdiği mis kokulu ilaçsız elmalarını arabasına doldurur, ziyaret ettiği dostlarına poşet poşet dağıtırdı. Her inançlı baba gibi evine helal ekmek götürmek gayretinde idi. Ve yanına tatile gelen evlatlarına götüreceği son helal ekmek için yaya geçidinden karşıdan karşıya geçerken hız yapan bir haramzadenin lüks arabasının altında son nefesini verdi.
Sonuç: Çadır Söküldü, Miras Baki Kaldı
Biz de ‘abi’ ağız alışkanlığı. Ama o gerçek bir ABİ idi. Yörüklerin Ali Abisi. TBMM'nin Ali Abisi. Sabah namazından sonra çorba ısmarladığı gençlerin Ali Abisi. Bakanların, bürokratların Ali Abisi. Gece yarısı canı sıkılınca dertleşmek için arayan Tolga Çandar'ın abisi. Ömrünü vakfettigi Millet davasının, Mücadelenin abisi. Benim ABİM. Güzel bir insan, temiz bir Mümin, iyi bir dost, vefakar bir dava insanı, yılmaz bir kültür elçisi. Milletvekili Maaşını asla kendine harcamayan, masraflar dışında kalanı burs olarak dağıtan insan. Bir sürü vakfın her kampanyasına güç yetiren, her dertlinin derdine derman olmaya koşan insan.
Son yolculuğunda mezarının başındaki tahtaya şölenlerde takmaktan keyif aldığı Yörük keyfiyesi takıldı. Tabutunun üzerinde ise kıl çadırının altına serip üzerine uzandığı Türkmen desenli Yörük kilimi vardı. Mezarının üzerine gölgesinde serinlediği piynar ağacı dalları… Bir Yörük için çadırın sökülmesi, bir yolculuğun sonu, bir başka menzile göçün başlangıcıdır. Ali Boğa'nın bu fani dünyadaki çadırı söküldü, ancak ardında bıraktığı miras, bir menzil taşı gibi gelecek nesillere yol göstermeye devam edecek.
Onun hayatı, Kuvayı Milliye ruhunun modern çağa nasıl tercüme edileceğinin en kâmil örneğidir. O, 21. yüzyılda Türkiye için asıl savaş meydanının ekonomi, kültür ve ahlak olduğunu derinden kavramış sessiz bir savaşçıydı. Popülist siyasetin gürültüsünden uzakta, liyakatle, dürüstlükle ve sarsılmaz bir imanla devlete ve millete nasıl hizmet edileceğinin canlı bir örneğini sundu.
Geride bıraktığı evlatları Burak, Zeynep ve Tuba için bu onurlu soyadını ve şerefli mirası taşıma sorumluluğunu; milleti için ise örnek bir şahsiyetin, bir dava adamının aydınlık izini bıraktı. Tıpkı büyük mütefekkirlerin ardından söylendiği gibi, o da eserleriyle, duruşuyla ve adanmışlığıyla gönüllerde yaşamaya ve yol göstermeye devam edecektir.
Dedesi Aliman Ağa, vatan toprağını düşman çizmelerinden korumuştu. Torunu Ali Boğa ise aynı vatanın ruhunu, kimliğini ve geleceğini inşa etmek için bir ömür vakfetti. Bir tüfek yankısıyla başlayan bu aile destanı, sessiz ama derin bir hizmet mirasıyla taçlandı. Ruhu şad, mekânı cennet olsun. Şahidiz Ya Rabbi.