Bir milletin büyüklüğü, sahip olduğu güçle değil; o gücü kimin için, ne uğruna kullandığıyla anlaşılır. Tarih boyunca bu topraklar, tankların gölgesiyle değil, adaletin ışığıyla yükseldi. Mazlumun duasını kalkan yapanlar ayakta kaldı; sessizliğe sığınanlar kendi gölgelerinde kayboldu.
Bugün önümüzde Sumud Filosu diye adlandırılan bir yürüyüş var. Bu yürüyüş, gemilerden ibaret değildir. Bu, insanlığın vicdanının yeniden ayağa kalkma teşebbüsüdür. Kimileri teknesiyle, kimileri duasıyla, kimileri kalemiyle bu çağrıya katıldı. Her biri tek bir hakikati haykırıyor: “Bu ümmet hâlâ hayatta!”
Türkiye için bu mesele, yalnızca bir insani yardım faaliyeti değildir. Bu, tarihin bize yüklediği rolü yeniden hatırlama vaktidir. Çünkü bu coğrafyanın kaderi sadece sınırlarını korumak değil, vicdan nöbeti tutmaktır.
Elbette devlet aklı tedbiri gözetir; gözetmelidir. Ama tedbir, ruhu susturmak değildir. Mazlumun sesini duyan bir akıl, en büyük caydırıcılıktır. Çünkü insanlık bazen ordularla değil, tek bir adalet tavrıyla yön değiştirir.
Bugün Akdeniz’in sularında ilerleyen her gemi aslında bize dönüp şunu soruyor: “Vicdanın hâlâ diri mi?” Bu soru sadece Gazze’ye değil; Ankara’ya, İstanbul’a, Konya’ya, Diyarbakır’a yöneliktir.
Artık tartışılacak şey “ulaşır mı, ulaşmaz mı” değildir. Gidilecekse gidilir, korunacaksa korunur, yardım edilecekse edilir. Çünkü bu milletin tarihinde tereddüt yoktur; ya yola çıkar ya yol açar.
O gemiler mutlaka varacaktır — çünkü hak için atılan her adım, dalgalara değil, tarihin kalbine yazılır. Asıl mesele limana ulaşmak değil; bu milletin kalbinin çoktan Gazze’ye yanaşmış olmasıdır. Ve biz biliyoruz ki bu millet yanaştığı yerden geri dönmez.
Bugün yapılması gereken bellidir: Bu çağrıya yalnızca diplomatik cümlelerle değil, yürek diliyle karşılık vermek. Çünkü mesele bir deniz rotası değil; bir milletin yönüdür.
Bu yürüyüş sadece Akdeniz’in sularında değil, bu toprakların ruhunda da yeni bir diriliş başlatacaktır.
Selam ve dua ile.