325 yılında İznik’de gerçekleşen İznik Konsili’nin 1700. Yıldönümü sebebiyle bir önceki Papa’nın vasiyeti uyarınca yeni Papa 14. Leo İznik’e gelerek muhtemelen büyük bir ayin ve anma toplantısı düzenleyecekmiş. Gerçekten sadece Hıristiyanlığı değil dinler tarihini de derinden etkileyen bu büyük dönüşümün İncillerin satır aralarında kalan ve günümüze ulaşan hakikatleri ve Allah’ın indirdiği son orjinalliğini korumuş vahiy olan Kuran açısından incelenmesi gerekir. Bu sebeple İznik Konsili’nin sebeplerinin, tarihi ve siyasi sürecinin, anlamının, etkilerinin ve sonucunun iyi anlaşılması gereklidir.
İznik Konsili: Hıristiyanlık’ta kiliseye bağlı bütün piskoposların katılımıyla düzenlenen, önemli dinî konuların tartışılıp karara bağlandığı genel (ekümenik) konsillerin[1] ilki olup İmparator I. Konstantinos’un daveti üzerine 325 yılında İznik’te gerçekleştirilmiştir.
Bu Konsil’in toplanmasına sebep olan olaylar şunlar olmuştur: Havâriler döneminden itibaren hıristiyanlar, Hz. Îsâ’nın tebliğlerini ve yazıya geçirilmeye başlanan kutsal metinleri anlamaya yönelik olarak çaba sarfetmişler, çeşitli kültürel ve felsefî tesirlerle gerek itikadî konularda gerekse şeriatın uygulanmasında farklı yorumlara sahip olmaya başlamışlardır. Hıristiyanlık her şeyden önce Îsâ Mesîh anlayışı üzerine temellenen bir inanca sahip olduğu için Îsâ’nın kimliğiyle insanî ve ilâhî tabiatı meselesi ilk dönemlerden itibaren asıl tartışma konusunu teşkil etmiş, bu alanda farklı görüşler, çeşitli itizâlî hareketler(ayrışmalar) ortaya çıkmıştır.[2]
Kuran bu konuda insanları uyarır ve şöyle der: (2.213) - Bütün insanlık bir zamanlar tek bir topluluktu; (sonra ihtilafa düşmeye başladılar), bunun üzerine Allah, müjdeci ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi ve onlar aracılığıyla hakikati ortaya seren vahiy(ler) bahşetti ki, bununla insanların farklı görüşler edinmeye başladıkları her konuda karar verebilsin. Buna rağmen, kendilerine hakikatin bütün kanıtları geldikten sonra aralarındaki kıskançlıktan dolayı onun anlamı hakkında ihtilafa düşenler bizzat bu (vahy)in tevdi edildiği aynı insanlardı. Ancak Allah, insanları, kendi iradesiyle, üzerinde ihtilafa düştükleri hakikate sevk etti; çünkü Allah, (ulaşmak) isteyeni doğru yola ulaştırır.
Bakara Suresinin 213. Ayetinde söylendiği gibi İsa’nın ümmetine de farklı görüşleri ortadan kaldıran İsa aracılığıyla vahiy gelmişti. İnsanlar kıskançlıktan(çıkar,üstünlük ve iktidar hırsı) dolayı ihtilafa düşmüşlerdi.
Allah’ın, Âdem’in yaratılışı ve nebiliğe seçilmesinden bu yana, kılavuzluk ettiği elçileri ve indirdiği vahiyleri aracılığıyla insanlıkla iletişim kurduğuna inanıyoruz. Aynı Tanrı’nın elçileri olduğunu bildiğimiz bu nebilerin tebliğ ettikleri dinin de hakikatin de aynı olması gerekirdi. Kısaca Allah’ın bütün peygamberleri aracılığıyla tebliğ ettiği bildirdiği tek din, tek bir hakikat vardı. Ancak Allah’ın elçilerinden sonra gelen topluluklar bu Tek Din’e Tek Hakikat’e eklemeler, çıkarmalar yaparak onu değiştirip tahrif ettiler. Allah sonra gelen her peygamberi bu çarpıklığı düzeltmek ve Din’i aslına döndürmek ve halis kılmak için gönderdi. Artık son gönderdiği mesaj’ın korumasını üzerine aldığı ve onu tahrif imkanı kalmadığı için yeni bir elçi göndermiyor ve göndermeyecek.
Ancak çağımızdaki din anlayışlarına baktığımızda sanki her peygamberin farklı bir din, farklı bir hakikat ortaya koyduğu gibi bir görüntü oluştuğunu görüyoruz. Gerçekte farklı din anlayışlarının, Allah’ın Âdem’den bu yana her elçisine vahyettiği ve elçilerin de tebliğ ettiği ‘Tek Din’e, sonradan yapılan ekleme ve çıkarmalar ve orijinal din üzerinde peygamberlerin ardından yapılan tahrifatlar sebebiyle ortaya çıktığını biliyoruz.
İşte Meryem Oğlu İsa’nın da tebliğ ettiği din, Allah’ın Adem’den bu yana elçileri aracılığıyla indirdiği Tek Hakikat ve Tek Din’di. Bu Din’in de temelleri; aynen Hz. İbrahim’e Hz. Musa’ya Hz. Muhammed’e indirilen din gibi dört esasa dayanıyordu.
Bu değişmeyen ana ilkeleri de dört ana başlıkta toplayabiliriz:
-
Tevhid: Tek, ortağı olmayan, yaratıcı ve diri olan Allah[3]
-
Risalet: Allah’ın insanlara önderlik, örneklik yapmak rehberliğini[4] bildirmek için insan cinsinden elçiler göndermesi
-
Salih Amel: Sadece iman etmenin kurtuluş ve ebedi mutluluk için yeterli olmadığı mutlaka iyi doğru güzel ıslah edici eylemlerle imanın ispat edilerek hayata uygulanması, dünya sınavı
-
Ahiret: Kendini ve toplumu ıslah edici[5] ameller işleyenlerin dünya yaşamından sonraki yaşamda adil bir şekilde yargılanarak mutlak adaletin gerçekleştiği yaşamın[6] varolduğu gerçeği
İSA’NIN ÖLÜMÜNDEN SONRA BÜYÜK TAHRİFAT
İsa’nın vefatından sonra havarileri bir şaşkınlık yaşadılarsa da kısa bir zaman sonra tekrar bir araya geldiler. Bu şaşkınlık döneminde ortada birçok söylentinin dolaştığı anlaşılmaktadır. Ancak gerek tarihi kayıtlardan, gerekse İncillerin arkasına yerleştirilen Luka İncilinin de yazarı olan Hekim Luka’nın yazdığı Elçilerin İşleri Kitabı’ndan, mektup ve bilgilerden anlaşılacağı gibi İsa’nın cemaati ve havariler dağılmadılar, yok olmadılar. Halbu ki İsa’dan hemen sonra Roma zulmüne karşı Tevdas diye birisi ortaya çıkarak dörtyüz adamıyla beraber ayaklanmış ve Romalılar tarafından öldürülmüştü. Arkasından Celileli Yahuda isminde birisi daha ayaklanmış ancak o da adamlarıyla birlikte öldürülmüştü[7]. Arkasından bütün adamları ve taraftarları dağıldı. Çünkü bu iki şahsiyet Mesih hareketi olarak ortaya çıkıp, Roma’ya karşı bir ayaklanma, direniş başlatmışlardı. Amaçları siyasi ve kültürel bir bağımsızlık hareketi başlatmaktı. Yenilgi alıp önderleri öldürülünce onları bir arada tutan bir iman bir ideoloji olmadığından dağıldılar ve kayboldular. Oysa İsa’nın cemaati olan Nasranîler, Mesihlik adı verilen kurtarıcı kral kimliğiyle beraber taşıdıkları dini kimlik sebebiyle bir iman ve inanç kardeşliği oluşturmuş, bu suretle bu iman ve inanç etrafında topluluğun bir arada olmasını, dağılmamasını sağlamışlardı.
İsa’nın havarileri kazandıklarını aralarında bölüşüyor paylaşıyor ve Tapınakta günlük ibadetlerini yapıyor, bu arada gelenlere vaaz ediyorlardı. Bu vaazları Tapınak Görevlilerini, Büyük Kurul Üyeleri ve Başkahini rahatsız ediyordu. Onları tutuklayıp hapse atmak istediler. Ancak Büyük Kurulda havarilerin sorgulanmaları sırasında Kutsal Yasa öğretmeni olan Gamalyel adlı bir Ferisi ayağa kalkarak bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında Tevdasla Celileli Yahudanın isyan ve ayaklanma hareketini örnek göstererek;’’- bunların hareketi insan işiydi yani insanların çıkarıyla ilgiliydi onların önderleri öldürülünce dağıldılar’’ dedi. Sözlerine devamla;’’ Şimdi size şunu söyleyeyim: bu adamlarla uğraşmayın, onları rahat bırakın! Çünkü bu girişim, bu hareket insan işiyse, yok olup gidecektir. Yok, eğer Tanrı'nın işiyse, bu adamları yok edemezsiniz. Hatta kendinizi Tanrı'ya karşı savaşır durumda bulabilirsiniz.’’ dedi. Kurul üyeleri Gamalyel’in önerisini kabul ettiler, Elçileri içeri çağırtıp kamçılattılar ve İsa'nın adından söz etmemelerini buyurduktan sonra salıverdiler.
Elçiler, İsa'nın adı uğruna hakarete layık görüldükleri için Yüksek Kurul'un huzurundan sevinç içinde ayrıldılar. Her gün tapınakta ve evlerde ders vermekten ve Mesih İsa'yla ilgili müjdeyi yaymaktan geri kalmadılar[8].
Luka’nın Elçilerin İşleri Kitabında bu anlattıklarından gerek Tapınak’ın yönetimini elinde tutan Ferisilerin gerekse Roma’nın İsa’dan sonra havarilerin ve İsa yandaşlarının neler yaptıklarını takip ederek, onları durdurmanın ve yok etmenin yolunu aradıklarını anlıyoruz. Bu önleme çalışmalarında havarileri ezerek, hapsederek, öldürerek onların hareketini yok etmenin zor olduğunu çünkü onların önceki peygamberler gibi dini aslına çevirmek, istismarını önlemek gibi yüce amaçları olduğunu anlamışlardı. Bu nedenle önce bu inancın sulandırılması, pasifleştirilmesi, diriliğinin ve heyecanının öldürülmesi gerekirdi. Onlar İsa’nın davasını, İsa’nın savunduğu ilkeleri yozlaştırmakla, Roma’nın ve Ferisilerin uydurduğu ilkelerle değiştirmekle İsa hareketini zararsız hale getirmenin mümkün olduğunu anlamışlardı.
Ancak Gamalyel’in kurulda kabul ettirdiği siyasi strateji uzun sürmedi. İsa’nın elçileri havariler havralarda dersler veriyor, hastaları tedavi ediyor, git gide taraftarları artıyordu. Üstelik şimdi bir de İsa’nın kardeşi Adil Yakup cemaatin başına geçmişti. Yakup yoksulları koruyan, onları doyuran, adil bir insandı. İsa’nın misyonunu devralmıştı. Sadece kendi taraftarlarından değil vicdanlı Romalılar tarafından da saygı görüyordu. Hatta dullara yoksullara yardım işini birkaç havariye vererek diğerleri kendilerini ibadete ve Tanrı sözünü yaymaya adadılar. Bu çabaların sonucu kâhin denilen Yahudi din adamları da İsa cemaati olan Nasranîlere katılmaya başlamıştı. Bu arada havarilerden İstefan’ın havraların birinde yaptığı konuşma Ferisileri çok tedirgin etti. Onu tutuklayıp Yüksek Kurulda sorguya çekip, kâfirlikten taşlanarak öldürülmesine karar verdiler. Bu kararı da acele infaz ettiler. İstefan’ın idamında başrol oynayan Roma’nın havarileri takip ve öldürmekle görevlendirdiği Pavlus işte tam bu sırada sahneye çıktı.
Pavlus edinilmesi çok zor olan, sahibine birçok ayrıcalık sağlayan Roma Vatandaşı bir yahudiydi. Pavlus Roma işbirlikçisi Herodes sülalesine mensuptur. İşler kitabına göre bölge valisi olan Herodes Antipa ile birlikte büyümüştür. Kudüs’teki Roma işbirlikçisi yüksek rahip adına çalışmaktadır. Bu sebeble Vatansever Yahudilerin kurduğu Zelotlar partisinin bir kolu olan Sicariler onu öldürmek istemişlerdi[9].
PAVLUS: BUGÜNKÜ HIRİSTİYANLIĞIN KURUCUSU
Pavlus’un Romalılar ve Herodes Antipa ile işbirliği yaptığı birlikte İsa Takipçilerini ortadan kaldırmak için plan ve tuzaklar hazırladıkları bilinmektedir. Esasen bunu Pavlus’un yakın dostu ve öğrencisi Luka’da Elçilerin İşleri Kitabında açıklamıştır: İstefan'ın[10] öldürülmesini Saul(Pavlus) da onaylamıştı. O gün Kudüs'teki inanlılar topluluğuna karşı korkunç bir baskı dönemi başladı. Elçiler hariç tüm imanlılar Yahudiye ve Samiriye'nin her yanına dağıldılar. 2Bazı dindar kişiler, İstefan'ı gömdükten sonra onun için büyük yas tuttular. 3Saul ise inanlılar topluluğunu kırıp geçiriyordu. Ev ev dolaşarak, kadın erkek demeden imanlıları dışarı sürüklüyor, hapse atıyordu.[11]
KALEYİ İÇİNDEN ÇÖKERTMEK
Ancak uzun bir zaman öldürme sindirme ve işkencelere maruz kalan İsa Havarileri ve takipçilerini ortadan kaldırmak ve dağıtmak mümkün olmamıştı. Tam aksine onlar işkencelere ve zulümlere maruz kaldıkça daha da çoğalıyorlardı. Bir iman hareketini sadece askeri ve polisiye yöntemlerle yok etmek mümkün değildi. Bir ideolojik hareket ancak karşı bir ideolojiyle dışarıdan, ya da sahte benzer bir ideolojiyle içerden yıkılabilir ve zararsız hale getirilebilirdi. Çağdaş ideologlardan biri:’’- Bir siyasi hareketin en büyük düşmanı karşıtları değil benzerleridir’’ dememiş miydi?
Bu metod Ferisi Gamalyel’in Yüksek Kurulda savunduğu toleransla heyecanı söndürme ve pasifize etme teklifine benzer bir yöntemdi. Gamalyel’in İsevileri ideolojik yönden yenerek ortadan kaldırma yöntemi yerine daha aktif davranarak Musa’nın getirdiği Yasa’yı etkisizleştirecek, İsa’nın savunduğu kurtarıcı Mesih siyasetini sulandıracak sahte bir iman yaratmaktı. Ancak böylece Tevrat’ın(Yasa) pagan inanışı kesinlikle reddeden, Tevhid inancını titizlikle savunan, İsa’nın da kaldırmaya değil tamamlamaya geldim dediği Tevrat’ın ilkelerini etkisiz hale getirebilirlerdi. Yine Davud’un Soyu’ndan o günün esir Müslümanlarını Roma zulmünden kurtaracak ve onları Davud ve Süleyman Krallığının özgür ve görkemli günlerine döndürecek mesh edilmiş dünyevi Kral hedefini ancak Göksel Krallık doktriniyle bertaraf edebilirlerdi. Pavlus ve yandaşlarının amacı; bu krallığın dünyada kurulamadığını bu Mesih Krallığının dünyevi olmadığını aslının Göksel Mesihlik-Göksel Krallık olduğunu ileri sürerek İsevilerin Roma’yla mücadele ve direniş ruhunu söndürmekti. Kur’an’ın da işaret ettiği gibi iman etmiş görünen ikiyüzlüler her çağda Allah’ın tek Dini’nin ilkeleri olan tevhid, risalet, ahiret ve salih amel ilkelerine inanmamışlardı. Onların sözleri süslü ve hoş olsa da onlar bu ilkelere inanmazlar, yalan söylerlerdi.[12]
PAVLUS’UN ÜÇ İDDİASI
Pavlus öncelikle İsevilerin(Nasranîler) güvenini kazanmak için kendisinden başka kimsenin şahid olmadığı bir aydınlanma öyküsü uydurdu. Pavlus’un öğrencisi Luka Elçilerin İşlerinde bunu aynen şöyle anlatıyor:
İsa Saul'a(Pavlus) görünüyor
1-2Saul ise Rab'bin öğrencilerine karşı hâlâ tehdit ve ölüm soluyordu. Başkâhine gitti, Şam'daki havralara verilmek üzere mektuplar yazmasını istedi. Orada İsa'nın yolunda yürüyen kadın erkek, kimi bulsa tutuklayıp Kudüs'e getirmek niyetindeydi. 3Yol alıp Şam'a yaklaştığı sırada, birdenbire gökten gelen bir ışık çevresini aydınlattı. 4Yere yıkılan Saul, bir sesin kendisine, «Saul, Saul, neden bana zulmediyorsun?» dediğini işitti.5Saul, «Ey efendim, sen kimsin?» dedi. «Ben, senin zulmettiğin İsa'yım» diye cevap geldi. 6«Haydi kalk ve kente gir, ne yapman gerektiği sana bildirilecek.» 7Saul'la birlikte yolculuk eden adamların dilleri tutuldu, oldukları yerde kalakaldılar. Sesi duydularsa da, kimseyi göremediler. 8Saul yerden kalktı, ama gözlerini açtığında hiçbir şey göremiyordu. Sonra kendisini elinden tutup Şam'a götürdüler. 9Üç gün boyunca gözleri görmeyen Saul hiçbir şey yiyip içmedi.
10Şam'da Hananya adında bir İsa öğrencisi vardı. Bir görümde Rab ona, «Hananya!» diye seslendi. «Buradayım, Rab» dedi Hananya. 11Rab ona, «Kalk» dedi, «Doğru Sokak denilen sokağa git ve Yahuda'nın evinde Saul adında Tarsuslu birini ara. Şu anda orada dua ediyor. 12Görümünde yanına Hananya adlı birinin geldiğini ve gözlerini açmak için ellerini kendisinin üzerine koyduğunu görmüştür.»
13Hananya şöyle karşılık verdi: «Rab, birçoklarının bu adam hakkında neler anlattıklarını duydum. Kudüs'te senin kutsallarına nice kötülük yapmış! 14Burada da senin adını anan herkesi tutuklamak için başkâhinlerden yetki almıştır.» 15Rab ona, «Git!» dedi. «Bu adam, benim adımı diğer uluslara, krallara ve İsrail oğullarına duyurmak üzere seçilmiş bir aracımdır. 16Benim adım uğruna ne kadar sıkıntı çeKutsal Kitapesi gerekeceğini ona göstereceğim.» 17Bunun üzerine Hananya gitti, eve girdi ve ellerini Saul'un üzerine koydu. «Saul kardeş» dedi, «sen buraya gelirken yolda sana görünen Rab, yani İsa, gözlerin açılsın ve Kutsal Ruh'la dolasın diye beni yolladı.» 18-19Hemen o anda Saul'un gözlerinden perde gibi bir şeyler düştü. Yeniden görmeye başlayan Saul kalktı, vaftizoldu, sonra yemek yiyip kuvvet buldu[13].
Bu öyküde sonradan Pavlus olarak tanınacak Saul bir görümle(rüya ya da vahiy) hidayete eriyor, İsa öğrencilerinin en büyük düşmanı onların dostu ve ideologu oluyor. Rab’bin vahyiyle de bu durum doğrulanıyor! Rab Hananya’ya seslenerek(Bu arada Hananya da vahiy alıyor!) : ‘’-Bu adam, benim adımı diğer uluslara, krallara ve İsrail oğullarına duyurmak üzere seçilmiş bir aracımdır’’ diyor. Kutsal Kitaplardan biliyoruz ki Rab’bin aracısı elçisi peygamberlerdir. Böylece Luka’nın öyküsüyle Saul(Pavlus) peygamber görevine getirilmiş oluyor!
İkinci adım Pavlus’un vahiy alarak(!) oluşturacağı üç ünlü öğretisi olacaktır. Yasa’da da belirtilen kurtuluş için iman ve salih amel yerine Teslis’e dayanan bir İsa inancı Dünyevi Mesihlik/Krallık yerine Göksel Mesihlik/Krallık, diğeri de Kefaret.
PAVLUS’UN ÜÇ ÖĞRETİSİ
1. Tanrısal İsa: İsrailoğulları Tevrat’ın tek bir Tanrı inancına dayalı öğretisine sıkı sıkı bağlıydılar. Öyle ki İsrailoğullarının başlarına gelen bütün felaketler bu inanca aykırı işleri ve davranışlarıdır. Roma’nın pagan inancı çok tanrılı bir inanca dayalı hatta Roma Hükümdarlarını da bu tanrılar topluluğuna katan onları da yarı insan yarı tanrı kabul eden bir din anlayışına sahiptiler: Bu anlayışlarını da mitolojilerle zenginleştirmişlerdi. Pavlus burada Tevhid dediğimiz tek Tanrı inancıyla Romalıların çok tanrılı inançlarını uzlaştıran bir öğreti ortaya koydu. İsa (hâşâ) Allah’ın biyolojik oğluydu. Tevrat’ta da mecaz olarak Tanrı’nın yoluna adananları ifade eden bu kavramı Pavlus Tanrı’nın Oğlu anlamına getirdi. Böylece Roma tanrılar panteonu’na İsa, Meryem, Kutsal Ruh olarak üç tanrı daha ekledi. Halbu ki İncillerdeki İsa:’’- Bir din bilgini yaklaşıp O'na, ‘Tüm buyrukların en önemlisi hangisidir?’ diye sorduğunda ona:-‘En önemlisi şudur: `Dinle, ey İsrail! Tanrımız olan Rab tek rab’dir.’’[14] diye karşılık vererek Rab’bin tekliğine vurgu yapmıştı. Buna karşılık o din bilgini cevabı beğenmiş, Tevrat’a uygunluğunu belirtirken: `Tanrı tektir ve O'ndan başkası yoktur' demekle doğruyu söyledin’ [15]demiştir. Matta ve Luka’da da yer alan bu diyalogdaki ‘Rab tek rab’dir’ ibaresi çıkarılarak benzer bir şekilde zikredilmiştir. Pavlus’un dostu ve öğrencisi hekim Luka, Q İncilinde ve dolayısıyla ilk yazılan ve günümüze ulaşan Markos İncilinde yer alan yer alan bu Tevhid inancını Pavlus’un teslis öğretisine uydurmak amacıyla Tek Rab ibaresini sansürlüyordu.
2. Göksel Mesihlik: İsrail Oğullarının inandığı ve Tevrat’ta da dayanağı olan Mesihlik, meshedilen kral anlamını taşır. Tevrat’a göre bir peygamber olan Samuel tarafından başına yağ dökülerek krallığı ilan edilen ilk kral Saul’du. Ondan sonra Davud, Davud’dan sonra oğlu Süleyman’da yağla mesh edilerek krallık makamına geçtiler. Bilhassa Davud Krallığının görkemi ve gücü İsrail Oğullarının yani o dönemin Müslümanlarının hafızasında yer etmişti. Başka uluslara esir ya da tabi olduklarında Müslümanlar bağımsızlıklarını ve devletlerinin görkemini daha da fazla arzuladılar. Hep bir Mesih Kral’ın daha gelerek onları eski görkemli, güçlü, özgür günlere kavuşturmasını beklediler. İsa’ya da bu sebeple sarılmaya başlamışlardı. Ancak İsa Romalılar tarafından veya başka bir şekilde öldürülünce Mesihlik davası ve özlemi içlerinde kaldı, ancak İsrail Oğullarının bu beklentisi Romalıların uykularını kaçırıyor, yeni bir ayaklanmanın onlara büyük maliyetler ve dertler çıkaracağını düşünüyorlardı. Hele bu yeni ‘Mesih’ İsa gibi bir inanç ve eylem adamıysa Roma için onu alt etmek çok kolay olmayabilirdi. İşte Pavlus, ‘Mesih’ beklentisini kırmak ve Romalıları rahatlatmak için Mesih’in geldiğini, ancak insanların günahları için kendini feda edip bir bedel ödeyerek, göklere babanın yanına yükseldiğini ileri sürerek, Mesihliğin göksel bir kurtarıcılık olduğunu, onu da İsa’nın göklerde yani ahirette yapacağını iddia ederek, Mesih beklentisini de böylece boşa çıkarmıştı. Pavlus’a inananlar Hıristiyanlar yeni bir Mesih, yeni bir önder, yeni bir peygamber beklemeyecek, Roma’ya kuzu kuzu itaat edeceklerdi[16]. Çünkü Tanrı’nın isteği ve çizdiği kader buydu(!)
3. Pavlus’un Kefaret Söylemi: Pavlus, Mesih beklentisini boşa çıkararak Roma’yı bir dertten kurtardığı gibi şimdi Roma’nın İsa’nın katili imajını da silmesi gerekirdi! Roma’nın bir peygamberi, bir Mesih’i öldürmesi çağlar boyu Roma’yı ve Romalıları töhmet altında bırakacağı gibi İsa’nın kanını dava etmek isteyen İsevi müslümanlar olacaktı. Roma’lıları İsa’nın katili olmaktan nasıl çıkarırdınız? Yapılacak olan İsa’nın ölümünü Tanrı’nın kader planına bağlamak, bunu Tanrı’nın planladığını ve üstelik bu planın amacının da İsa’ya inanan insanların gelmiş geçmiş günahlarından kurtulması için yapıldığını söylemekti! Yalan ne kadar büyük olursa inandırıcılığı o kadar büyük olurdu! Pavlus şunu söyledi: ‘’Ama şimdi Yasa’dan bağımsız olarak Tanrı’nın insanı nasıl aklayacağı açıklandı. Yasa ve peygamberler buna tanıklık ediyor. Tanrı insanları İsa Mesih’e olan imanlarıyla aklar. Bunu, iman eden herkes için yapar. Hiç ayrım yoktur. Çünkü herkes günah işledi ve Tanrı’nın yüceliğinden yoksun kaldı. İnsanlar İsa Mesih’te olan kurtuluşla, Tanrı’nın lütfuyla, karşılıksız olarak aklanırlar. Tanrı Mesih’i, kanıyla günahları bağışlatan ve imanla benimsenen kurban olarak sundu. Böylece adaletini gösterdi. Çünkü sabredip daha önce işlenmiş günahları cezasız bıraktı. Bunu, adil kalmak ve İsa’ya iman edeni aklamak için şimdiki zamanda kendi adaletini göstermek amacıyla yaptı. Öyleyse neyle övünebiliriz? Hiçbir şeyle! Hangi ilkeye dayanarak? Yasa ’yı yerine getirme ilkesine mi? Hayır, iman ilkesine. Çünkü insanın, Yasa ’nın gereklerini yaparak değil, iman ederek aklandığı kanısındayız. Yoksa Tanrı yalnız Yahudiler’in Tanrısı mı? Öteki ulusların da Tanrısı değil mi? Elbet öteki ulusların da Tanrısı’dır. Çünkü sünnetlileri imanları sayesinde, sünnetsizleri de aynı imanla aklayacak olan Tanrı tektir[17]. Pavlus’un kefaret öğretisi: Tanrı’nın oğlunu insanlarla anlaşma yapmak, onların Âdem’den başlayarak babadan oğula geçen günah zincirinden kurtarmak için bir plan dâhilinde dünyaya gönderdiğine inanmaktır. Tanrı bu kader planıyla oğlunu (!) çarmıhta işkencelerle öldürülecek, böylece insanların günahlarının karşılığını biricik oğlu ödeyecek, oğlunun kurban olmasıyla kefaret ödenmiş ve kader planı gerçekleşmiş olacaktı. İsa’nın bu sebeble dünyaya geldiğine ve sonra diriltildiğine inananlar kurtulacaklardı! Kurtuluş için iyi ahlak’a salih amel işlemeye, dürüst olmaya ihtiyaç yoktu! Sadece müjdenin İsa’nın kurban edilen bedeni olduğuna inan ve kurtul göksel krallığa gir! Pavlus bu öğretisiyle Roma-Grek tarzı yaşam dayatmasına karşı İsrailoğulları’nın direnişini kırıyor, yaşam tarzınızın ve amellerinizin kurtuluşunuzla ilgisi yok, siz müjdeye (kefaret öğretisine) inanmışsanız zaten kurtulmuşsunuzdur diyordu. İşte bu İsevilikten, İsa’nın Allah’a elçilik ettiği dinden, Pavlus’un elçi ettiği Pavlusçuluğa yani Hıristiyanlığa geçiş böyle olmuştu.
Pavlus bu öğretilerini söylemekle kalmadı. Onu İsevilere benimsetmek için bilhassa İsa’nın memleketinden ve Filistin’den uzak yerlere eğitim öğretim seyahatleri düzenledi. Yandaşlarıyla beraber sadece Anadolu’ya öğretisini yaymak için yedi kere sefer düzenledi. Aylarca Antakya’da Halfeti’de Efes’te kaldı. Çoğunlukla reddedildi, ancak arkasında Roma’nın ve Herodies’lerin gizli gücü vardı ve her defasında bir yolunu bularak öldürülmekten kurtuldu. Ancak Pavlus’a en büyük itiraz, İsa’nın ölümünden sonra İsa Cemaati’nin başına geçen Adil lakaplı İsa’nın kardeşi Yakup’tan geldi.
ADİL YAKUP VE YALANCI LAFEBESİ
Kutsal Kitap’ın Yeni Ahid Bölümünün arkasında Yakup’un Mektubu’nun olduğu bir bölüm vardır. Bu mektubu gerek içeriğinden gerekse savunduğu inanç esaslarından anlaşılacağı gibi İsa’nın kardeşi ve İsa öldükten sonra İsa cemaatinin başında şehid edildiği MS 62 yılına kadar yaklaşık otuz yıl kalan adil lakaplı Yakup kaleme almıştır. Yakup İsrail Oğullarına hitap eden bu mektubunda Pavlus’un öğretilerine karşı çıkarak salih amel ve iyi ahlakın inananları kurtaracağını anlatır. Ayrıca bu mektupta, inananların tutum, davranış özellikleri, sözleri üzerinde durur. İçten bir imanın, iyi eylemlerle kol kola yürümesi gerektiğini üstüne basa basa vurgular. Böylece 108 cümleden oluşan bu kısa mektup, nasıl düşünüleceğini ve nasıl davranılacağını(salih amel) gerektiğini açıklayan 45 kadar buyruk içerir. Mektup inançlının tutumunu irdelerken, sıkıntıya dayanmak, alçakgönüllülük, tarafsızlık, merhamet, sabır, arzularımızın sonucu doğan günah gibi konuları ele alır. Mektupta yoksulun durumuyla yakından ilgilenilir. Adil Yakup Pavlus’un İseviliği Romalıların pagan inançlarıyla uzlaştıran karma din anlayışına ve kefaret öğretisine açıkça ve şiddetle karşı çıkar :‘Tanrı sözünü yalnız duymakla kalarak kendinizi aldatmayın, bu sözün uygulayıcıları da olun. Bir kimse sözün dinleyicisi olup da uygulayıcısı olmazsa, aynada kendi doğal yüzüne bakan adama benzer. Adam kendini görür, sonra gider ve nasıl bir kişi olduğunu hemen unutur. Oysa mükemmel yasa ya, özgürlük yasasına yakından bakan ve ona bağlı kalan, unutkan dinleyici değil de etkin uygulayıcı olan adam, yaptıklarıyla mutlu olacaktır.
Kendini dindar sanıp da dilini dizginlemeyen kişi kendini aldatır. Böylesinin dindarlığı boştur. Baba Tanrı'nın gözünde temiz ve kusursuz olan dindarlık kişinin, öksüzlerle dulları sıkıntılı durumlarında ziyaret etmesi ve kendini dünyanın lekelemesinden korumasıdır.’ [18]
'İman ve eylem: Kardeşlerim, eğer bir kimse iyi eylemleri yokken imanı olduğunu söylerse, bu neye yarar? Öyle bir iman o kimseyi kurtarabilir mi? Bir erkek ya da kız kardeş çıplak ve günlük yiyecekten yoksunken, sizden biri ona, «Esenlikle git, ısınmanı ve doymanı dilerim» derse, ama bedenin gereksindiklerini vermezse, bu neye yarar? Aynı şekilde, tek başına eylemsiz iman da ölüdür.
Ama biri şöyle diyecektir: «Senin imanın var, benim eylemlerim var.» Eylemlerin olmadan sen bana imanını göster, ben de imanımı sana eylemlerimle göstereyim. Sen, Tanrı'nın bir olduğuna inanıyorsun, iyi ediyorsun’.[19]
Yakup, görüldüğü gibi ‘Tanrının bir olduğuna inanıyorsun iyi ediyorsun’ diyerek teslis öğretisine, ‘eylemleri olmadan imanı neye yarar?’ derken kefaret öğretisine karşı çıkıyor, ‘yoksul ve çıplaklara dua etmekle değil gereksinimlerini vermekle yararınız dokunur, salih amel işlersiniz’ diyordu.
Yakup bu sebeplerle Pavlus’u(Saul) lafebesi, yalancı olmakla suçlamıştı. Yakup vicdanlı Romalıların dahi takdir ettiği adil lakabını takdıkları İsa’nın yolunu Allah’ın indirdiği orijinal dini yaşatmaya çalışan Tevrat’ı da tasdik eden bir İseviydi. İsa’dan sonra otuz otuz iki yıl daha cemaatin başında kaldıktan sonra bir komployla bizzat Başrahip Ananias(Habis Rahip) tarafından şehid edilir. ‘Ölü deniz yazmaları da denilen Kumran Yazıtları üzerinde çalışan Eisenman çok ilginç sonuçlara ulaşmıştır. Ona göre Ölü Deniz Yazmalarının Şam Damaskus Dokümanı diye bilinen meşhur metinlerinde Yakup ve Pavlus isim zikredilmeksizin bahis konusu edilmektedir. Burada inancını önemseyen ve bunun yanında iyi ve hayırlı eylemler de yapılmasını(salih amel) öğütleyen ‘Adil’ ve ‘Sıddık’ bir öğretmenden bahsedilmektedir-ki bu Adil Yakup’tur. Bunun yanında ‘yalancı’ bir ‘lafebesi’nden bahis vardır-ki bu şahsiyet de Pavlus’dur. Metinlere göre bu yalancı figür Musa Yasası’na meydan okumaktadır. İnsanları yalanlarıyla saptırmaktadır. Hilekârlıklarıyla yeni bir cemaat oluşturmaktadır. Burada bir de ‘Habis Rahip’ bahsi geçmektedir. Bu kişi Eisenman’a göre Yahudi Yüksek Rahibi Ananias’tır. Bu ‘Habis Rahip’ metne göre Adil ve Sadık Öğretmeni katletmiştir. Nitekim Yakup’un yüksek rahip tarafından katledildiği yahudi tarihçi Josefus tarafından da söylenmektedir[20]
Tarih bir kere daha tekerrür etmiş ve Allah’ın indirilen dini, uydurulan dinle karşı karşıya kalmıştı. İsa’dan önceki elçilerin öğretilerine yapıldığı gibi Allah’ın elçilerine indirdiği genel adı İslam(teslimiyet) olan tek dini tahrif edilerek, yeni bir din haline getirilmişti.
İZNİK KONSİLİ
Bu olayların üzerinden 300 yıla yakın bir zaman geçtikten sonra Hıristiyanlar arasındaki inanç, anlam, mezhep ve eylem farklılıkları o kadar fazla çoğaldı ki; Allah’ın İsa’ya vaaz ettiği din binlerce mezhebe ayrıldı, neredeyse her Hıristiyan kadar mezhep çeşitliği ortaya çıktı.
Ayrıca çağının süper devleti olan Roma İmparatorluğu Hıristiyanlık karşısında güç kuvvet ve iktidar kaybetmeye başlamıştı. İşte Kostantin bu amaçla dünyanın her yerine ulaklar göndererek İsa’nın takipçisi olduğunu iddia eden herkesi 325 yılında İznik’e bu ayrılıkları görüşmek ve Hıristiyanları kendi İmparatorluğunun altında birleştirip, onların moral ve din gücünden istifade etmek, iktidarını pekiştirmek, dini imparatorun aracı haline getirmek amacıyla toplantıya çağırdı.
Doğu Roma İmparatoru Licinius ile Batı Roma İmparatoru I. Konstantinos, 313 yılında yayımladıkları Milan fermanıyla hıristiyanlara yapılan zulme son vermiş, Hıristiyanlığa serbestlik tanımışlardı. Ancak daha sonra Doğu Roma İmparatoru Licinius, topraklarındaki hıristiyanlara baskı uygulayıp zulmetmiş, sürüp giden teolojik tartışmalara da ilgisiz kalmış, 323’te iki imparator arasında gerçekleşen savaşta I. Konstantinos galip gelerek bütün Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyetini ele geçirmiştir. Öte yandan imparatorluğun doğusunda Ariusçu piskoposlarla diğerleri arasındaki tartışmalar onu dinî olduğu kadar siyasî birlik açısından da endişeye sevkediyordu. Bu sebeple güvenini kazanmış olan Kurtuba (Córdoba) piskoposu Hosius’u (Ossius) bu ihtilâfı bertaraf etmek üzere görevlendirdi ve böylece din adamları arasındaki ihtilâflar siyasî bir boyut kazanmış oldu. Konstantinos’un mektuplarıyla İskenderiye’ye giden Hosius, tarafları uzlaştırmak amacıyla 324’te Antakya’da bir sinod tertip etmiş, başarılı olamayınca Arius ve arkadaşlarının görüşlerini o da mahkûm etmiştir. Bunun üzerine Konstantinos, söz konusu ihtilâfın giderilmesi ve başka konuların da ele alınması için batının ve doğunun bütün piskoposlarını davet ettiği ilk ekümenik konsili İznik’te toplamaya karar vermiştir.
Konsil Kararları. Kaynaklarda belirtildiğine göre İmparator Konstantinos’un şeref başkanı olduğu konsil, Hosius’un yönetiminde çoğu doğudan olmak üzere imparatorluğun her tarafından 300 civarında piskopos, çok sayıda rahip ve bazı filozofların da katılımıyla 14 Haziran 325 tarihinde İznik’te sarayda düzenlendi (Hefele, I, 416-422). Konsile batıdan, ikisi Papa Sylvestre’nin temsilcisi olmak üzere sadece üç veya beş kişi katılmıştı. Önce Ariusçular görüşlerini sunmuşlar, ancak beklemedikleri ölçüde tepki görmüşlerdi. Bunun üzerine Arius’a destek veren Kayserialı Eusebius, Îsâ’nın yaratılmış olmadığını, babanın iradesinden neşet eden ikinci bir Tanrı makamında bulunduğunu dile getiren ve oğula tanrılıkla yaratılmışlık arasında bir konum veren inanç esasını her iki tarafı da uzlaştırmak amacıyla müzakereye açtı (Gwatkin, s. 29). Ancak Athanasius ve Ancyralı Marcellus’un, bunun da Ariusçular’ı durduramayacağı ve onları mahkûm edecek tarzda bir başka inanç esasının oluşturulması gerektiği yönündeki ısrarlı talebi sonuç getirdi. “Göğün ve yerin, görünen ve görünmeyen kâinatın yaratıcısı, kādir-i mutlak tek bir baba Tanrı’ya; Tanrı’nın biricik oğlu, tek bir Rab Îsâ Mesîh’e, yegâne doğurulmuş, babanın özünden (ousia) doğmuş, Tanrı’dan Tanrı, nurdan nur, gerçek Tanrı’dan gerçek Tanrı olduğuna, tevlid edildiğine, yaratılmadığına, baba ile aynı tabiatta (homoousios) olduğuna, gökte ve yerde bulunan her şeyin O’nun vasıtasıyla yapıldığına, biz insanlar ve bizim kurtuluşumuz için semadan indiğine, bedenleştiğine ve insan olduğuna (çarmıha gerilerek) ıstırap çektiğine, üçüncü gün (mezardan) dirildiğine ve göğe yükseldiğine, ölüleri ve dirileri yargılamak üzere geri geleceğine ve kutsal ruha inanırız” şeklindeki Hıristiyanlık tarihinin “İznik inanç esasları” olarak bilinen ilk ekümenik âmentüsü kabul edildi; ayrıca buna Ariusçuluğu aforoz eden şu cümle eklendi: “Tanrı’nın oğlunun ezelî olmadığını, doğmadan önce var olmadığını, yoktan veya babadan farklı öz ve tabiattan olduğunu, onun değişim veya dönüşüme açık yaratılmış olduğunu söyleyenler ekümenik kilise tarafından aforoz edilecektir” (The Seven Ecumenical Councils of the Undivided Church, XIV, 3). İznik Konsili’nin Îsâ ile ilgili kararındaki temel kavramı “aynı özden (homoousios)” ifadesi oluşturuyordu. Katolik görüşü yansıtan bu kavram doğulu piskoposların çoğunluğunca beğenilmemişti.
İmparator Konstantinos, İznik inanç esaslarını ve konsilin kararlarını imparatorluğun kanunları olarak benimseyip ilân etmesine rağmen konsilden sonra kiliselerine dönen piskoposlar katılmadıkları hususlar içerdiği için bu inanç esaslarını kullanmamışlardır. Çünkü konsil, ekümenik inanç esasları oluşturmanın ötesinde Ariusçuluğu sindirmek için gerçekleştirilmiş, inanç esasları da bu amaca yönelik hazırlanmıştır. Ayrıca konsilin Ariusçuluk’la ilgili hedefleri de tutmamış, onlar mücadelelerine devam etmişler, hatta kendilerine yakınlık duyan Konstantinos’un kız kardeşi Konstantina aracılığıyla Arius’u affettirmeyi başarmışlardır. Arius’un 336 yılında ölümünden sonra bu mezhep VI. yüzyıla kadar etkinliğini sürdürmüştür. Hıristiyanlık’ta inanç esasları tartışmaları sonradan gerçekleştirilen I. İstanbul (381), Efes (431) ve Kadıköy (451) konsillerinde de devam etmiş, günümüzde üç büyük hıristiyan mezhebi tarafından kabul edilen “İznik-İstanbul iman esasları” bu konsillerin ardından son şeklini almıştır.[21]
Bu konsilden sonraki gelişmelerle Pavlus’un ürettiği ve Roma destekli propagandasını yaptığı din anlayışı, Meryem Oğlu İsa’nın getirdiği din anlayışının yerini almış, Hıristiyanlık esas itibariyle Allah’ın ve İlah’ın tekliğini içeren Tevhid anlayışını terkederek İsa’ya ilahi bir öz veren inanç esaslarını benimsemiştir. Yine Allah’ın Tek Din’inin arasında yer alan ‘salih amellerin ağırlığı cennete gitmenin yoludur’ ilkesi ortadan kaldırılmış, sadece İsa’nın Tanrının Oğlu olduğuna inanmanın göklerin melekut’u arasına girmek ve cennete gitmek için yeterli olacağı kabul edilmiştir. Sonuç olarak İsa’nın üvey kardeşi diyebileceğimiz Adil Yakup’un tevhid,salih amel ilkelerine dayalı din anlayışı yerine Pavlus’un ürettiği İsa’ya ilahi öz veren ve keffaret doktriniyle salih ameli devreden çıkaran din anlayışı İznik Konsili ve takibeden konsiller aracılığıyla resmi din haline gelmiştir.
Bugün Hıristiyanlıkta hakim olan din anlayışı; İsa’nın getirdiği hatta Matta, Markos gibi İncillerde satır aralarında anlatılan, Musa’nın getirdiği Tevrat’ı da tasdik eden indirilen din anlayışı yerine, Pavlus’un Din’i diyebileceğimiz üretilen din anlayışıdır.
[1] Sözlükte “kurul, meclis” anlamındaki Latince conciliumdan gelen konsil (concile, council) kelimesi terim olarak özellikle Katolik Hıristiyanlık’ta inanç, ahlâk ve disiplin konularındaki problemleri karara bağlamak üzere davet edilen Katolik kilisesi piskoposlar kuruluna verilen addır.
[2] DİA İznik Konsili Md.
[3] Allah İsmi Kur’an’da geçen El İlah kökünden özel bir isimdir. Bu araştırmada aynı anlamda olmak üzere dil farklılığına göre bazen Yahwe, bazen Rab, bazen de Tantı, God gibi adlarla adlandırılmış olup her Elçinin kendi zamanına göre bu isimlerden birini veya ikisini birarada kullandık.
[4] Rehberlik, hidayet; doğru yaşam tarzına ulaşmak üzere inanç ve hareket kılavuzluğu
[5] Salih ıslah edici olmak: İyiye doğruya fıtrata ve barışa yönelik işler yapmak anlamında bir kavramdır. Zıddı bozulmaya çürümeye ve çatıştırmaya yönelik eylemleri ifade eden fesad’tır.
[6] Cennet, göksel krallık, iyilerin yurdu v.s.
[7] Elçilerin İşleri 36-38
[8] Elçilerin İşleri 3:36-39
[9] İsa Pavlus İnciller, Zafer Duygu, Düşün Yayıcılık, İstanbul 2021 shf.546
[10] İstefan Havarilerin yoksul halka vaaz vermek ve yardım yapmak hayır işlerinde bulunmak üzere seçtiği 7 kişiden olup Azatlılar Havrasının ileri gelenleriyle yaptığı ideolojik tartışmadan sonra tutuklanıp idam edilen İsevi Elçilerin İşleri 6-7. Bölüm
[11] Elçilerin İşleri 8:1-3
[12] 63.3 - böyledir, çünkü onlar imana erdi(klerini iddia eder)ler, hâlbuki (içlerinde) hakikati inkar ederler ve böylece, kalplerine bir mühür vurulmuştur, artık (neyin doğru, neyin yanlış olduğunu) anlayamazlar.
63.4 - Şimdi sen onları gördüğünde dış görünüşleri hoşuna gider; ve konuştuklarında ne söylediklerine kulak vermek istersin. Onlar, yere (sağlam şekilde) dikilmiş kütükler gibi (olduklarına emin görünseler de) her çığlığı kendilerine (yönelik) sanırlar. Onlar (bütün inançlara) düşmandırlar, öyleyse onlara karşı dikkatli ol. (Ve bedduayı hak ederler:) "Allah onları kahretsin!" Akılları nasıl da (hakikatten) sapıyor!
[13] Elçilerin İşleri 9. Bölüm
[16] Romalılar 13:1-7(Pavlus şöyle diyor) ‘-Herkes başta bulunan yönetime bağımlı olsun. Çünkü Tanrı'dan olmayan yönetim yoktur. Var olanları Tanrı atamıştır. Bu nedenle, yönetime karşı direnen, Tanrı'nın düzenine karşı direnmiş olur. Direnenler yargıyla karşılaşacaklar. Çünkü iyilik yapanların yöneticilerden korkusu yoktur; kötülük yapanlar korkarlar. Yöneticilerden korkmamak ister misin? Öyleyse iyilik yap, onun övgüsünü kazanırsın. Çünkü o senin yararına Tanrı'ya hizmet etmektedir. Ama kötülük yaparsan kork! Çünkü yönetici kılıcı boş yere kuşanmaz. Kötülük yapana gerekli cezayı vermek için Tanrı'ya hizmet eder. Bu nedenle, yalnızca yargılanma korkusundan değil, vicdan bakımından da baştaki yöneticilere bağımlı olmak zorunludur. Vergi ödemenizin nedeni de budur. Çünkü yöneticiler atandıkları işi yerine getirirken, Tanrı'nın görevlileri olarak çalışırlar. Herkes neyi hak ediyorsa verin: Vergi toplayana vergi, gümrük alana gümrük, saygı gösterilmesi gerekene saygı, onur yaraşana onur verin.’
[20] İsa Pavlus İnciller, Zafer Duygu,Düşün Yayıcılık shf 547.
[21] DİA İZNİK KONSİLİ MD.