Eşimle, geçtiğimiz Eylül (2022) ayında, Pay-Tur’un organize ettiği Doğu Anadolu turuna katıldık. İstanbul’dan kalkan tur otobüsü, önce yol üzerindeki Bolulu arkadaşlarımızı, sonra bizi Ankara’dan aldı. Almanya’dan gelen arkadaşları almak üzere de Kayseri’ye gittik. Otelde kahvaltı yaptık. Tur operatörümüz Aytekin Şahinbaş alınmasın ama arkadaşlarımız kahvaltıdan memnun kalmadılar. Güya Kayseri’de kahvaltı yapmıştık. Pastırmasız, sucuksuz Kayseri kahvaltısı olur mu? Bari çemen olsaydı, o da yoktu! Her neyse!
Otelden arkadaşlarımızı alıp Sivas’a hareket ettik. Sivas’a vardığımızda jetler, Kongre binasının üzerinde alçak uçuş yapıyorlardı. (4 Eylül) O binada yapılan toplantıda istiklâl ve istikbalimizi elimizden almaya yönelik manda teklifleri reddedilmişti. Ne yazık ki, konuyu hemen oracıkta, az da olsa bir değerlendirme fırsatımız olmadı. Bürücüye Medresesi, Şifaîye Medresesi, Çifte Minareli Medrese ve Gök Medrese gibi yerleri de yol yorgunluğu ve zaman darlığı sebebiyle yeterince gezemedik. Oradan Divriği’ye hareket ettik.
Dağlar aştık, yer yer ovalardan, derin vadilerden geçtik ve nihayet geniş bir vadi üzerinde kurulu Divriği’ye ulaştık.
MUHTEŞEM ULU CAMİ VE DÂRÜŞŞİFÂ
Yemekten sonra tamir ve tadilat çalışmaları devam eden Divriği Ulu Cami ve Dârüşşifâ’yı gezdik. Tek kelimeyle muhteşem bir eser.1228-29 yıllarında, Selçuklulara bağlı Mengücekli Beyi Ahmet Şah ile eşi Turan Melek tarafından, Ahlatlı Mugis oğlu Hürrem Şah adlı bir mimara yaptırılmış. Cami ve Dârüşşifâ birbirine bitişik. 13. Yüz yılda, Avrupa’da psikolojik rahatsızlığı olanlar yakılırken burada su sesi, kuş sesi ve musiki eşliğinde tedavi ediliyordu. Cami girişinde (Cennet Kapı) taşa işlenmiş, ama hiç biri diğerine benzemeyen, simetriği de olmayan binlerce figür öncelikle Allah’ın birliğini yani Tevhid inancını aksettiriyordu. Yan yana iki elifin tam ortasında yer alan gül ile sonunda yer alan bülbül Allah aşkını ve Peygamber sevgisini ifade ediyordu. Gölge yardımıyla namaz vakitlerini, ana rahmindeki ceninin durumunu, namaz kılan insanın kıyamdaki halini ve birçok hikmetli olayı anlatan figürler. Figürlerin ifade ettiği anlamları duyanlar gözyaşlarına hâkim olamıyorlar. Sanatkâr, inancına, taş üzerinde elle tutulur estetik bir hüviyet kazandırmış. Bir inanç, eşsiz taş işçiliği örnekleriyle ancak bu kadar güzel anlatılabilir.
Bütün bunlara baktığınızda, bu esere vücut veren ustanın herhangi bir usta olmadığını, eserini de zorla veya ücret karşılığında yapmadığını, yalnız Allah aşkıyla yaptığını düşünüyorsunuz. Tadilat çalışmalarında görev almış gönüllü mihmandar Mustafa Yıldırım da aynı aşkla anlatıyordu. Değerli okurlarımın, bir yolunu bulup, Divriği Ulu Cami ve Dârüşşifâ’yı, Mustafa Yıldırım’ın anlatımlarıyla ziyaret etmelerini sağlık veririm. İncelikleriyle üzerinde kitaplar yazılacak bir eser.
MİLLÎ FACİA
Divriği’de panoramik bir gezi yaparken, uzaktan Nuri Demirağ ailesinin malikânesini hüzünle seyrettik. Birçok projede imzası bulunan Demirağ, Yeşilköy’de uçak fabrikası ve pilot okulu kurmuş ancak ilgisizlik ve büyük engellemelerle karşılaşmıştır. Türkiye’nin hâlen uçak yapmaya çalıştığı göz önüne alındığında, 50’li yıllarda onun başına gelenlerin, bu milletin başına gelmiş büyük bir millî facia olduğunu düşünüyorsunuz. Neylersiniz ki, bu bereketli topraklar, cahiller, gafiller ve hainler yetiştirmek için de gayet münbit.
Divriği’de fazla kalamadık. Çünkü akşam için Kemaliye’ye geçecektik. Derin vadilerden, geçit vermez dağlardan aşarak Kemaliye’ye çok yakın bir mesafede Keban Barajı’nın uzantısına rastladık. Orada tekne gezintisi yaptık. Tekneden inip, hiç güneş almayan Karanlık Kanyonu’na kadar yürüdük. Karşı dağlarda yaban keçilerini izledik. Ruha dinginlik veren şahane manzara. Tebdil-i mekânda ferahlık vardır, sözü herhalde bunun için söylenmiş olmalı.
ADINA YAKIŞIR BİR OLGUNLUK
Gece yolculuğu ve gün içindeki gezi yorgunluğunun ardından Kemaliye’ye geldik ve otelimize yerleştik. Kemaliye bizi adına yakışır bir olgunlukla karşıladı. Yemek servisi yapan güler yüzlü genç kıza, yemeklerin lezzetinden dolayı ahçıya, temizlik sebebiyle otel sahibi ve personeline teşekkürlerimizi iletmesini söyledim. Az sonra daha yüksek bir ilgi ve alâka gördük. Geceyi huzur izinde geçirdik.
Kemaliye (eski adı Eğin), Erzincan’a bağlı kozmopolitizmden uzak küçük bir ilçe. Sosyal kontrolü temin edecek şekilde herkes birbirini tanıyor. Cadde ve sokak aralarındaki bahçe sulama sistemi yüzyıllardır aynı şekilde işlevini sürdürüyor. Fırat’ın kollarından Karasu kenarında, güzel insanlarıyla; türlü türlü meyve ve sebzeleriyle, havasıyla, suyuyla şipşirin bir şehir.
Şükrü Bey’in okuduğu Sakarya Türküsü eşliğinde, şehir içinde gezi yaparken, evlerin avlu girişinde bulunan iki tokmaklı kapılar tur arkadaşlarımızın çok ilgisini çekti. Biri kalın, diğeri ince ses çıkaran iki ayrı kapı tokmağı. Biri erkekler diğeri hanımlar için. Eve gelen misafir erkek ise, kalın sesli tokmağı vuracak, onu içeriden bir erkek karşılayacak; yok eğer gelen misafir bir hanım ise, hanım tokmağını vuracak, onu da evin hanımı karşılayacak. İşte bir inancın canlı yaşanır hali.
Öncelikle kapı vurulmadan avluya veya eve girilmez. İkincisi, gelen misafir hangi tokmağı vuracağını ve kendisini kimin karşılayacağını bilir. Üçüncüsü, içeridekiler de gelen sese göre nasıl hareket edeceklerini bilir. Kelimenin tam anlamıyla bir incelik. Kısaca, ev hali dediğiniz her durumu tarif eder bir yapılanma. Nezaket, nezahet, zarafet budur ve bunlar bu toplumun kadim inancının olmazsa olmazlarındandır.
Ne yazık ki, bunları azar azar kaybettik ve ne hallere düştük! Takdir değerli okurlarımındır.